‘Sınıflar arası mücadele ve sınıf içi rekabet devlet için bir beka meselesidir’

İktisatçı, emekli bürokrat Mahmut Kartal, seçim sonuçları ve ekonomik krize dair sorularımızı yanıtladı.

soL - Haber Merkezi

Emekli bürokrat, iktisatçı Mahmut Kartal, seçim sonuçlarının ekonomik krizle birleşen etkilerini soL’a değerlendirdi.

Türkiye’de seçimlerin hile ve parayla ilişkisine dair tespitler yapan Kartal seçim sonuçlarının AKP’nin krizini derinleştirdiğini söylüyor. Öte yandan muhalefetin aldığı belediyelerde AKP’nin ifşasında gösterilen özgüvene dikkat çekiyor.

Uluslararası sermayenin AKP’nin idare tarzından rahatsızlığının Türkiye sermayesi için uyarıcı olduğuna işaret ediyor.

Sorulara hazırlarken eski söyleşilerimize attığımız başlıklara baktım. ‘Devlet aslına rücu etti’, ‘Devletin her tarafı kanıyor’ demişiz. Son yaptığımız röportajda ise krizden çıkışa dair boş temennileri eleştirmiştiniz. Şimdi seçim sonrası AKP’nin devlette yarattığı krizin daha da çetrefil hale geldiği bir tabloyla karşı karşıyayız. Seçim sonuçlarını bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir seçimi daha cebren ve hileleyle almaya teşebbüs ettiler. Ancak 2007 Cumhriyet mitingleriyle başlayan ve 2013 Gezi İsyanıyla devam eden büyükşehirlerdeki emekçi kalkışması zirvesine ulaşmıştır. Bu trende bir yıldır yaşanan ekonomik kriz ve büyük şehirlerdeki Kürt hareketinin muhalefeti de eklenmiştir. Sonuçları böyle değerlendirmeliyiz.

Halkın direncinde 2014-2015’te bir kırılma yaşadı. Hem AKP’ye dönük tepki sandığa gömüldü hem AKP’nin manipülasyonları açısından sandık ustalaştığı bir alan haline geldi...

2015 Haziran seçimlerinden bu zamana kadar geçen süreçte AKP rejimi ve devlet, Kürt hareketine ve Fethullah Gülen cemaatine karşı bir operasyon başlattı. Bu süreç biraz önce sözünü ettiğim trendi belli ölçülerde dondurdu. Ama trend devam ediyor. Seçim sonuçlarının gösterdiği en önemli şey 2007 genel seçimlerinden itibaren her seçim ve referandumun hileli olduğunun  ortaya çıkmasıdır. Bu hile organizasyonu Yüksek Seçim Kurulu, Anadolu Ajansı, İçişleri Bakanlığı Nüfus İdaresi ve devletin güvenlik bürokrasisini işbirliğiyle organize edilmiştir. Son seçime kadar da muhalefet buna karşı hiçbir tedbir almamıştır. Bu Türkiye’nin en büyük komplosudur.

İstanbul’da bir bilek güreşi yaşanmış gibi görünüyor. AKP İstanbul’da ‘mağlubiyeti’ nasıl kabul etti?

İstanbul belediye seçimini yeniletmek için Berat Albayrak ABD’de zemin yokladı, fakat istedikleri cevabı alamadıkları anlaşılıyor, bu birincisi. İkincisi, 1-17 Nisan arasında İstanbul’da yaptırdıkları anketlerde olumlu sonuç alamadıkları görüldü. AKP seçmeninin yarısı dahi seçimlerde bir organize usulsüzlük olduğuna inanmamaktadır. Bu nedenlerle İstanbul belediye seçimlerinin sonuçlarını kabul etmiş olduklarını söyleyebiliriz.

Nitekim seçimden hemen sonra Türkiye büyük sermayesi, AB ve ABD yetkilileri iktidara seçim sonuçlarını kabul etmesi yönünde ihtarda bulunmuşlardır. Öte yandan dikkat çekici bir husus, Bolu, Adana, Antalya, Ankara, İstanbul belediyelerini AKP’den devralan başkanların ilk hamleleridir. Burada bir kendine güven görüyoruz. Bu güvenin sebebi sorulmalı, incelenmeli, takip edilmelidir.

‘AKP YAĞMACILIĞI TÜRKİYE KAPİTALİZMİYLE SONSUZ UYUMLU’

AKP’nin belediyeleri kaybettiği yerlerde anormal borçlanma ve harcamaların dökümleri ortaya çıkmaya başladı. Kritik noktalarda seçimleri AKP’nin kaybetmesi bir yandan siyasi bir gerileme, diğer yandan bunu iktisadi olarak nasıl değerlendirmek gerekir?

Seçim sonuçlarından sonra yaşanan gelişmelerin ortaya koyduğu en önemli unsurlarından biri İslamcıların fetihçi ve yağmacı bir grup olduklarının ortaya çıkmasıdır. İslamcılar bütün belediyeleri ganimet olarak görmüş ve talan etmişlerdir. Tarikatlara, cemaatlere bunların vakıf ve derneklerine karşılıksız paralar aktarılmış, hiç çalışmadığı halde binlerce AKP’li maaşa bağlanmış ve yandaş müteahhitlere korkunç derecede usulsüz ihaleler peşkeş çekilmiştir. Ancak burada bir hususa daha dikkat çekmek isterim. Bu yağma ve talancılık Türkiye kapitalizminin ihtiyaç, çıkar ve talepleriyle sonsuz uyumlu olmuştur. AKP hem bir sermaye fraksiyonudur hem de bütün sermayenin ülkeyi yağmalamasının aracıdır. Tepeden tırnağa yağmacı bir güruhtur bunlar. AKP çifte kavrulmuşudur.

Yağmaya beraber devam edecekler o halde...

Ama artık büyük bir kriz var, kaynak kıtlığı var. AKP’nin şatafatı, şaşaası, lüks düşkünlüğü herhangi bir tasarruf yapmaya müsaade etmemektedir. Yağmacı tasarruf yapabilir mi?.. Bu yüzden can havliyle yağma çarkının devam etmesi için yurtdışından para aramaktadırlar. Türkiye’nin 1950’lerden itibaren halkının ve siyasi kadrolarının zihnindeki gizli bilgi şudur: Para bulan seçimi kazanır. Son 70 senelik siyasal deneyim bunu göstermektedir. Ne zaman bir iktidar partisi ya da koalisyonu para akışında yetersiz kaldıysa iktidardan düşmüştür.

Halkımız da kimin para bulacağına inanıyorsa ona oy vermiştir. Bu Türkiye’nin gizli siyasal iktisadının temel reçetesidir. AKP tabanı hala önemli ölçüde çözülmediyse reislerinin para bulacağına olan inançlarının tamamen kaybolmamasıyla ilgilidir. AKP, Türkiye sermayesine ucuz para bulmuştur – bunun bir kısmı kayıt dışıdır, ucuz işgücü sağlamıştır – Suriyeliler ve Afganlar gibi, ucuz enerji bulmuştur – Barzani ve IŞİD’den petrol almıştır.

‘SUDAN VE LİBYADAKİ GELİŞMELER AKP’Yİ SARSMIŞTIR’

Berat Albayrak ABD’ye gittiğinde JP Morgan’ın düzenlediği toplantıya katıldı, Trump’la görüştü. JP Morgan’ın toplantısında bir sermayedarın Albayrak’un sunumuyla ilgili ‘en kötü maliye bakanı sunumu’ dediği öğrenildi. Kendisi ABD’deyken bir yandan İstanbul’da sayımlar sürüyor diğer yandan Rusya ile S-400 tartışması devam ediyordu. ABD’de gündemler neydi?

Türkiye’nin ABD’yle olan ilişkisinde masada üç konu yer almaktadır. Birisi S-400 ve F-35 konusu, ikincisi Fırat’ın doğusundaki Kürt oluşumu, üçüncüsü de ABD’nin Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizi hafifletecek kaynak sağlaması meselesi. Son gelişmeler Fırat’ın doğusunda tasarlanan güvenli bölgeye TSK’nın dahil edilmesi karşılığında S-400’lerin Azerbaycan ya da Katar’a gönderileceği yönündedir. Ama tabii bu arada Rusya’ya S-300’lerin bedeli olan 2,5 milyar dolar büyük ölçüde ödenmiş durumda. Ekonomik kaynak konusunda ise ABD Albayrak’ınkindan daha ciddi bir istikrar paketi istemektedir.

ABD AKP’nin bölgedeki rolünü önemsiyor. Fakat bu rolü belirleyen yalnız AKP’nin kendisi değil onun müttefiki kabul edilen güçler. Bu açıdan seçim sürecinde bölgede yaşananlar tabloyu nasıl etkiledi?

AKP rejiminin uluslararası dayanakları giderek zayıflamaktadır. Hem Doğu Akdeniz’de İsrail, Mısır, Kıbrıs -Rum yönetimi-, Yunanistan ve büyük devletlerin meydana getirdiği oluşumlar hem Sudan’da Beşir’in yıkılması hem de Libya’da Trablus’ta Müslüman Kardeşler’le iltisaklı ekibin saldırıya uğraması AKP rejimini sarsmıştır. Diğer bir konu ABD’nin ve seçimle güçlenen Netanyahu İsraili’nin İran’a karşı çemberi daraltma kararlılığıdır. İsrail’in Azebaycan’la yakın bir ilişki kurması dikkat çekicidir. Buna karşılık İran’ın da Ermenistan’la yakınlaştığı gözlenmektedir. Türkiye’ye eninde sonunda İran’a karşı cephede yer alması baskısı gelecektir.

‘TURİSTİK ESNAF ZİHNİYETİYLE DEVLET İDARESİ’

Türkiye sermayesi AKP’nin sunduğu bu nimetlere rağmen uluslararası sermayede yarattığı güvensizlikten tedirgin. Örneğin yine seçim tartışması sürerken Merkez Bankası’nın rezervlerindeki anormallikler haber konusu oldu. Bunun açıklaması nedir?

Herhangi bir iktisat bölümünde okuyan öğrencinin bildiği bir kural vardır. Buna olanaksız üçleme denir. Bu şu anlama gelir: Sermaye hareketleri serbest ise bir hükümet ya faiz oranını veya döviz kurunu belirleyebilir. Türkiye devleti son birkaç aydır bu kuralı ihlal etmek için herşeyi yaptı. Mevduat ve kredi faizlerini talimatla baskı altına aldılar. Fiyatları baskı altına almak üzere büyük şirketlerin fiyatlama politikasına doğrudan müdahale edildi. Seçime kadar fiyatları düşük tutmaları istendi. Bunun üzerine döviz tevdiat hesapları patladı ve döviz kuru yükselme eğilimine girdi.

Bu sefer Merkez Bankası üzerinden kamu bankalarına ve kamu bankaları üzerinden piyasaya döviz arz ettiler. Sonuçta Merkez Bankası rezervleri eridi, bunu da uluslararası sermaye gördü. Bu erime uluslararası finans çevrelerinde endişeyle karşılanınca net döviz rezervini 28 milyar dolar gösterdiler. Ama anlaşıldı ki bu aslında 16 milyar dolar. Son çalkantının sebebi budur.

Anlaşıldığı kadarıyla AKP görüntüyü kurtarmak için daha ağır yüklerin altına girmekten çekinmiyor. Ama o yükleri taşıyacak gücü de yok.

Turistik esnaf zihniyetine sahip AKP güruhuna bütün devlet idaresi teslim edilirse sonuç böyle olur. Son üç ayda Merkez Bankası’ndan alınan 33 milyar liraya rağmen bütçe 36 milyar lira açık vermiştir. Bu, devletin ekonomik manevra alanını daraltan, faiz oranlarını yükseltilmesi yönünde baskı yaratan çok kritik bir olumsuzluktur. Herşey AKP’ye ağır bir istikrar paketini uygulamayı dayatmaktadır. Tekraren belirtmek gerekirse AKP kendi tabanı ve sermayesi ile Türkiye’nin ve uluslararası sermayenin baskısı arasında kalakalmıştır.

Basına da yansıdığı üzere gayrımenkul ve inşaat sektörünün 50 milyar dolar, enerji sektörünün de 50 milyar dolar borcu bulunmaktadır. Bu borçlar önemli ölçüde AKP’li sermayenin borçlarıdır. Berat Albayrak’ın son açıklaması kurumlar vergisini yani sermayenin vergisini azaltıp halkın ödedediği gelir vergisini artıracağının işaretlerini vermiştir. Üstelik kamu harcamalarını kısma olanağı giderek daralmakta, vergilerin bu kriz ortamında artırılması giderek zorlaşmaktadır. Herşey AKP’nin yurtdışından bulabileceği kaynağa bağlıdır. Herkesin bildiği gibi ekonomik durgunluk borç yükünü de ağırlaştırır.

Ekonomik krizin AKP’nin değil sermayenin krizi olduğunu ısrarla söylüyorduk. Ama sermaye, AKP’nin ideolojisini ikame edecek bir araca bugüne kadar sahip gözükmüyordu. Şimdiki seçim sonuçları bu durumu nasıl etkiler?

AKP halk karşısında zayıf düşmüştür. Bundan önce Türkiye sermayesi ve yabancı sermayenin talepleri ile kendi tabanı ve kendi sermayesinin talepleri arasında sıkışıp kalmıştı, yalpalıyordu. Bu seçim sonuçları AKP’yi daha ciddi bir krize sokmuştur. Seçimler Türkiye’de temel siyasal yarılmanın kabaca liberalizm ve milliyetçilik şeklinde cereyan ettiğini gösterdi. Liberaller, liberal sol, liberal İslam, liberal milliyetçiler, liberal Kürtler bir tarafta, İslamcı milliyetçiler, ulusalçı milliyetçiler, Türkçü milliyetçiler bir tarafta. Yalnız bir liberal yeniden yapılanma gerçekleşecekse burada Türkiye sermayesinin Kürt meselesiyle ilgili alacağı tutum belirleyici olacaktır. Seçimin bir sonucu da 12 Eylül 1980’den beri devlet doktrini haline gelmiş olan Türk-İslam sentezi denilen faşist ideolojinin paralize olmuş olmasıdır.  

‘KRİZİ “TEENNİ VE SUHULETLE” İDARE EDECEK KADROLAR VAR’

İnsanların oy haklarının da ellerinden alınmasına ramak kalan bir seçim yaşadık. Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin dinamitlendiğini daha önce söylemiştik ama bu yeni bir devlet yapılanmasına dönüştüyse bu yapının geldiği son nokta nasıl yorumlamalı?

Yeni devlet yapılanmasının bir Cumhuriyet rejimi olmadığını öne sürenler bulunmaktadır. Veya bunun esasında bir şeyi değiştirmediği, modern devletin sürdüğü yönünde de görüşler vardır. Devlet yapısındaki bu köklü değişikliği ‘bu artık Cumhuriyet değildir’ diye düşünmek doğru değildir. Ama bu devlet modern de değildir. Modern devlet, herşeyden önce laik bir devlettir. Kuvvetler ayrılığı ve parlamento önemlidir. Yargı nispeten bağımsızdır ve yönetim gayrışahsidir. Kurumlara, kurallara, kadrolara dayanır. Türkiye’de devlet artık modern bir devlet değildir. Ama bir burjuva devletidir. Bu burjuvazinin moderniteyle hiçbir ilgisinin kalmadığı gösteriyor.

Bir zamanlar özellikle Amerikan kaynaklı dış politikasında kullanılarak yaygınlaşan bir terminoloji vardı, ‘başarısız devlet’, ‘zayıf devlet’... Bu gibi tanımlamaları ölçmek için kullanılan bazı göstergeler olurdu. Bu çerçevede bakıldığında bile Türkiye devleti zayıflamıştır. Çok değil bundan 4-5 sene evvel televizyonda halkımıza Muhteşem Süleyman dizisiyle gaz veriyorlardı. Şimdi gerileme dönemindeyiz, 2. Abdülhamit dizisi ön plandadır.

AKP gemiyi batırıyor. Peki AKP’nin bekası ile düzenin bekası ne kadar örtüşüyor? Sermaye batmakta olan gemiyi AKP’nin kaptanlığında yüzdürmeye devam edecek mi?

Büyük ekonomik krizlerde sınıflar arası mücadele ve sınıf içi rekabet şiddetlenir. Devlet olanak ve kaynaklarına muhtaçlık artar. Rekabet, mücadele, gerilim ve çatışmalar devlete yansır. Zaten krizde bir devlet için bu gerçekten de bir beka meselesidir. Ama Türkiye’de sermayenin entrika repertuarı ve acımasızlığı meşhurdur. Bu krizi sermayenin ‘teenni ve suhuletle’ idare etmeyi düşünecek kadroları vardır.

Son olarak seçimlerde sosyalizm mücadelesi verenlerin yüzünü güldüren gelişmeye değinecek olursak... TKP listesinden Fatih Mehmet Maçoğlu’nun Tunceli Belediye Başkanı olmasıyla ilgili bir yorum yapmak ister misiniz?

Tunceli’de seçim sonucu emekçi halkın yurtsever, ilerici, ahlaklı, kamucu yöneticilerine olan özleminin ne kadar güçlü olduğunu göstermiştir. Çünkü solculuk akıl, ahlak ve bilgi sahibi olmak demektir. Fatih Mehmet Maçoğlu bu özlemlere yanıt vermiştir. Maçoğlu bir solcu kamu yöneticisinin nasıl olması gerektiğini temsil etmiştir. Kendisine başarılar diliyoruz.