Mustafa K. Erdemol yazdı: Bizim de derdimiz var

Ayrıca neden “İslam diye bir derdi” var Recep Bey'in? İslam kendi ülkesinde artık iktidarda. Yoksa ülkenin tam İslami olması için “devlet başkanının namaz kıldırması” şartını gerçekleştirmeyi bekliyor? Darül İslam'ın en önemli şartlarından biri bu bilindiği gibi.

Mustafa K. Erdemol

Şaşkın liberaller ile solumsuların tersini iddia etmelerine rağmen, başından beri Recep Tayyip Erdoğan'ın fanatik bir İslamcı olduğu konusundaki fikrim hiç değişmedi. Bunda benim sezilerimden ya da niyetimden çok, muhteremin söylemlerinin etkisi var tabii. Gerçekten de Beyefendi'nin tutarlı olduğu tek söylemi, kendisinin asla değişmediğine ilişkin olanıdır. Bu konuda inanılmaz bir ilkeselliği var. Onu, kendisinden daha iyi tanıdığını sanan şaşkınlara, hem de defalarca “ben gömlek değiştirmedim. İslam İslamdır. Ilımlısı, radikali olmaz” diye çıkıştığını anımsatırım.

Daha çok, ortamın serbestliğinden midir nedir, yurt dışı gezilerinde içini döktüğüne tanık oluyoruz. En son ziyaret ettiği Endonezya’nın başkenti Cakarta’da yaptığı konuşmada, İslam’da mezhepçilik politikalarını eleştirirken, “bizim tek derdimiz var: İslam, İslam, İslam” deyiverdi. Duyan da mezhepçilikten gerçekten yakındığını sanır. Oysa, muhterem hem ülke içinde hem de dışında uyguladığı politikalarında, hayli mezhepçi davranmasıyla bilinir.

Yine de “tek derdi İslam”sa, bunun nasıl bir dert olduğunu da açıklaması yerinde olurdu. Ama her zamanki gibi, ne dediğinin anlaşılmasını muhataplarına bırakıyor. Bu iyi bir taktik kuşkusuz. Bilgisizliğin ortaya serilmesini engelleyen bir yanı var. Ben, elbette bir karşıtı olarak, ettiği bu kelâmdan, İslam'a ilişkin, onun pratik uygulamalarına yönelik bir “derdi” olduğunu sanmıyorum haliyle. “Tek derdi” olan İslam'ın mevcut haliyle en azından Türkiye'de tamamen hâkimiyet kuramamış oluşundan yakındığını düşünüyorum. Derdi herhalde budur.

“Tek derdi” İslam olan başkaları ise Erdoğan gibi yaklaşmadılar meseleye. Mezheplerden yakındığı Endonezya'da örneğin, kimi Müslüman “aydınlar”, dinlerinin içinde bulundukları sorunlara kafa yormaktalar. Bunlar arasında pek öne çıkan isim yok, o nedenle üzerinde durmak da gerekmez. Ama Endonezya İslamı'nın, İslamiyet'de nisbeten ilerici bir anlayışı temsil eden Cemalettin Efgani ile Muhammed Abduh'tan çok etkilendiğini bilmekte yarar var. Recep Bey'in hazzedeceği bir durum değil bu. Çünkü özellikle Efgani, “milli kimlikli” bir İslam yorumu geliştirdi ki, taraftarı da düşmanı da çoktur bu görüşünün. Bu özelliğinden ötürü Efgani'nin İslam yorumu, ümmeti devreden çıkaran bir içerik de taşır. Köktenci bir Müslüman, bir ehlisünnet takipçisi olan Erdoğan'ın bundan hoşlanacağını zannetmem. Sömürgecilik karşıtı görüşleri nedeniyle Efgani de, Abduh da Endonezya'da hâlâ saygı görürler.

Beyefendi'nin, “tek derdimiz İslam” demek için bile Endonezya'yı seçmiş olması, kendisini gerçekten de İslam'ın tek temsilcisi sanma yanılgısından kaynaklanıyor. Bu inancından ötürü de Endonezya da Recep Bey'in engin görüşlerinin, uyarılarının muhatabı oluveriyor. Danışmanları nasıl yönlendiriyorsa, mezhep meselesini büyük oranda çözmüş Endonezya'da, Recep Bey'e “mezhepçilik karşıtı” söylev çektiriyorlar. Endonezyalıların da bir hayli kibar oldukları, Erdoğan'a, mezhepçi sözlerini hatırlatmayışlarından belli.

İslam etkili olduğu coğrafyalara nasıl girdiği, hep bir araştırma konusudur. Türklerin kılıç zoruyla Müslüman yapıldıkları bilinmedik değildir. Endonezya'ya nasıl girdiğini değilse bile, orada nasıl yayıldığını az çok bilirim. İddiaya göre Muhammed dönemine kadar giden bir İslami damar var Endonezya'da. Ama yayılması, kitleselleşmesi çok daha sonradır. Bu güzel ülkenin hâlâ yaygın olan “Wayang” adlı geleneksel bir gölge oyunu vardır. Genellikle Hint masalları bu gölge oyunu aracılığıyla dinlenir ya da izlenirdi. İslamiyet ülkeye girdiğinde İslamcılar tebliğlerini bu gölge oyunu aracılığıyla yaydılar. Artık Hint hikâyeleri değil, İslami öyküler yer almıştır Wayang'da.

Yani, İslamiyet'in gölge gibi pek de Müslümanlarca olumlanmayan bir sanat aracılığıyla geniş kitlelere yayıldığı bir ülkedir Endonezya. Tabii ki kadına bakışı diğer İslam ülkelerinden daha iyi değildir ama, Cakarta'da 1922'de sadece kadınlar için bir camii yapılmış olmasını da ilginç bulmuşumdur.

Madem Endonezya'ya kadar gitti, madem kendisini “derdini yüklenecek” kadar İslam'ın temsilcisi saymakta Erdoğan, o zaman İslamcılığın nasıl bir ABD tetikçiliği olduğunu anımsayıp, bu tetikçilerin en önemlilerinden olan Endonezya İslamcısına da çaksaydı o zaman. Ama biliyoruz ki Beyefendi, bu İslam'dan bir hayli memnundur.

Bir Ronald Kessler vardır, bu adamın “CIA Savaşta” adlı kitabını okumuştum. Bu kitapta, CIA'in dünyanın hemen hemen bütün Müslüman ülkelerindeki imamları maaşa bağladığı anlatılır. Aynı zamanda ABD'ye bağlı İslamcı önderler de yetiştirirmiş CIA. Biz bunu Fethullah Gülen'den ötürü biliriz. (Gülen'e gelinceye kadar nice İslamcı önderi de CIA bağlantılı biliriz elbette). Endonezya, işte bu CIA operasyonlarının sürekli merkezlerinden biri olmuştur. Bu ülkede bizim Gülen Cemaati'ne benzeyen bir Muhammediye Cemaati vardır ki, ortaöğretiminden üniversitesine kadar sayılamayacak eğitim kurumuna sahiptir. Hastaneleri, arazileri ayrı bir kalem. Bunların hepsi ABD kaynaklı yatırımlar. Erdoğan'ın “tek derdi” olan İslam'ın en azından Endonezya'daki hali bu. Beyefendi hâlâ, yaratıcılarından biri olduğunu unuttuğu mezhepçilikten yakınmakta.

Hazır şu sıralar, komünist sanıldığı için de yüklendiği HDP'yi nasıl yok edebileceği konusunda Endonezya örneğinden dersler de alabilir aslında Recep Bey. Çünkü bu ülkede, 1965 yılında tarihin gelmiş geçmiş en büyük kıyımlarından biri yaşanmış, 1 milyona yakın komünist ABD destekli hükümet tarafından öldürülmüştü. Hükümetin en büyük destekçisi de, Beyefendi'nin tek derdi "İslam”ın takipçileri Müslümanlardı.

“Dert”ten İslam'ın içine düştüğü durumdan kurtarılmasını anlıyorsa, beni her ne kadar ilgilendirmese de söyleyeyim yine de, uzaklara kadar gitmesine gerek yoktu. Bizde bir İsmail Hami Danişmend vardı, tarihçi. Onun küçücük bir broşürünü okumuştum. “İslam, alfabesi ile kadına bakışını değiştirmezse asla gelişemez” diye yazar orada. Bunu okuyabilirdi belki Recep Bey. Bence bunları yapsa da gelişemez, ama Danişmend benzeri iyi niyetlilerin de İslam diye bir “dertleri” vardı. Recep Bey bunu bilsin isterdim, her ne kadar “dert”den o başka bir şeyi anlıyor olsa da.

Ayrıca neden “İslam diye bir derdi” var Recep Bey'in? İslam kendi ülkesinde artık iktidarda. Yoksa ülkenin tam İslami olması için “devlet başkanının namaz kıldırması” şartını gerçekleştirmeyi bekliyor? Darül İslam'ın en önemli şartlarından biri bu bilindiği gibi.

Eğer öyleyse, gerçekten “derdi büyük” Recep Bey'in. “İslam, İslam, İslam” diye höykürmesinin nedeni bu belki de.

Ama bu ülkede bizim de “tek bir derdimiz” var: İnsan, insan, insan.

Unutmasın sakın.