İzmir'de, "Aydınlanma ve Sosyalizm" buluşması

Komünist Gençlik'in "Aydınlanma ve Sosyalizm" etkinliklerinden biri dün İzmir'de düzenlendi. Etkinlikte; soL yazarı Kemal Okuyan bir konuşma yaptı.

Komünist Gençlik, dün akşam İzmir'de "Aydınlanma ve Sosyalizm" başlıklı bir etkinlik gerçekleştirdi.

Tepekule Kongre Merkezi'nde soL yazarı ve Komünist Parti MK üyesi Kemal Okuyan'ın katılımıyla yapılan etkinlikte, Paris katliamı ve İslamcı çeteler ekseninde, aydınlanma mücadelesi konuşuldu.

Kemal Okuyan'ın konuşmasından satır başları şöyle;

Hiçbir aydınlanma uğrağı bağımsız bir sıçramaya dayanmaz, birikimlerin neticesinde oluşur. İleriye doğru hamleye bakmak gerekir, önemli olan onlardır. Fransız Devrimi, Kurtuluş Savaşı nasıl böyleyse, aydınlanma mücadelesinin de marksistler açısından tartışılabilir tarafı yoktur. 

1789 Fransız Devrimi insanlığın zirve noktalarından bir tanesidir. 'Aydınlanmacılık tepeden inmedir, insanlığı ileri götürmemiştir' deniyor. Çünkü bizimle aynı tarafta değiller. 
Bugün sermaye ideolojisi ve onun adına düşünce üretenler, o dönem burjuvazisini temsil edemez durumdalar. Bu nedenle de artık, başta Fransız Devrimi olmak üzere tüm kazanımların taşıyıcısı tek bir sınıf var. Böyle bakamadığımız anda dünyada olup bitenleri anlayamayız. Aydınlanmacılık mutlak değildir. Örneğin aydınlanmacılar sınıf çelişkilerini kavrayamamıştı ancak bilimin ilerlemesi, insan aklının özgürleştirilmesi konusunda muazzam bir yol aldılar. 

Sermaye sınıfı geçmişte mutlakiyetçilerle hesaplaşırken, sarayın ve toprak sahibi sınıfların rolünü azaltmak için tanrının rolünün de azaltmak zorundaydılar çünkü yönetenler gücünü gökyüzünden alıyordu. Bu sorgulanamaz durumdaydı. Kilisenin yarattığı nefretten de yararlanarak, tanrıyla, din kurumuyla hesaplaştılar. Din kurumuyla da hesaplaştılar çünkü devlet otoritesinin kapsıyordu, ayrışmamıştı. 

Bugün ise, sorumuz bir kez daha aydınlanma çağı yaşanır mı? Soru bu çünkü insanlık Sovyetler zamanında nefes alabiliyordu. sonrasında ise, alabildiğine gericilik var. Lenin'in tarifiyle çürüyen kapitalizm haline gelince, sermaye sınıfı insanlığın tüm gerici birikimini arkasına aldı. Bilime karşı bir nefret başladı, kültür sanat ise karşıya alındı ve insanlık bir Ortaçağ karanlığına dönüştürüldü. Paris'le de bağlantılandırarak sormak lazım, bu gericilikten çıkış sermayenin aklının ya da onun en gelişkin olan eli olan liberalizm üzerinden mümkün mü? Bir haftadır bizi Avrupa'da ikna etmeye çalıştıkları, insanlığı sermayenin bizi Ortaçağ barbarlığından kurtaracağına inandırma çabasıdır. 'Batılı coğrafyalar radikal İslamı destekledi ancak kendileri de zarar gördüler ve dolayısıyla hesaplaşmaya gideceklerdir' algısı yayılmaya çalışılıyor. Bu değerlendirmeden vazgeçmek gerekir. Avrupa solu liberal düşünce ile kirletilmiştir. Sınıf çelişkilerini önemsemezler. Irak işgalini, Yugoslavya'ya müdahaleyi desteklemişlerdir.

Peki biz bu tuzağa düşecek miyiz? Kapitalizm sürekli olarak varlığını sürdürmek için kendi uçlarını yaratacak, bunlar bazen faşistler bazen İslamcılar olacak. Bizi bu gericilikle kıramadıkları noktada da, bugün yaptıkları gibi tehdit oluşturduklarını söyleyerek, bizi kurtaracaklarını söyleyecekler. Aklımıza güveniyorsak bu oyunu bozmamız gerekiyor. Hazır gericilik duvara  toslamışken, sonuna kadar gitmeyi denemek zorundayız. Yoksa onlarca kez yaşanan olacak ve kapitalizm 'sizi uygar dünya adına kurtaracağım' diyecek. Türkiye'de de bu tehlike var. Bir renkli devrim yanı başımızda bir olasılık olarak, AKP'den çıkış olarak gösterilmek üzere. Bunun ne büyük bir yıkım olacağını görmek ve AKP'yi kendi bildiğimiz gibi yıkmak zorundayız. 'Gericiliği ver, sömürüden kurtul' fikrine ikna olamayız. Gericiliği yaratan zaten sömürüdür. Üstelik gericilik olmasa da eşitsizlikleri de ortadan kaldırmak zorundayız. Gericiliğe ve sömürüye karşı mücadele hakkını kimseye teslim edemeyiz. BHH'yi de bu düzlemde değerlendirmeliyiz. BHH, çok önemli bir iddiayı temsil ediyor. Ancak BHH Haziran ruhunu yeniden üretmek zorunda, aynısını tekrarlamamalı ve gericilik ve emperyalizm karşıtlığını yan yana getirmek konusunda da çok sağlam durmalı. Çıkış manifestosunda bu anlayış var.