Bu düzende özgürlük: Kapitalizm, gericilik, şiddet

25 Kasım, 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde faşist diktatöre karşı mücadele ettikleri için katledilen Latin Amerika’nın ilerici kadınlarının, Mirabal kardeşlerin ölüm yıldönümü. Bugün, 1981’den itibaren Latin Amerika’da, 1999’dan itibaren tüm dünyada “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak anılıyor.

Zühre Çelebi

Kadın erkek arasında cinsiyet esaslı ayrım ve elbette kadına yönelen ayrımcı şiddet kapitalizmden çok önce ortaya çıktı. Ancak söz konusu şiddet, sınıflı toplumlarda sınıfların oluşumu, gelişimi, ortadan kalkması döngüsünde, dolayısıyla kapitalizmin ilerleyiş seyrinde yeni boyutlar kazandı ve mevcut şeklini aldı.

25 Kasım, 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde faşist diktatöre karşı mücadele ettikleri için katledilen Latin Amerika’nın ilerici kadınlarının, Mirabal kardeşlerin ölüm yıldönümü. Bugün, 1981’den itibaren Latin Amerika’da, 1999’dan itibaren tüm dünyada “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak anılıyor.

TÜRKİYE'DE KADIN MÜCADELESİ

Ülkemizde de kadın mücadelesi, dünyada pek çok örnekte olduğu gibi bağımsızlık, ilericilik iddiası ve mücadelesiyle birlikte boy veriyor. 1923’te Cumhuriyet, tüm eksiklerine karşın Anadolu’da şimdiye dek görülen en ilerici hamleydi. Öyle ki yüz yıllardır teba olmuş yoksul ve cahil bir halktan yepyeni değerlere sahip bir toplum yaratmış; bunu yaparken kullandığı argümanlardan biri de laiklik olmuştu. 

Elbette yönetenler, kendi sınıfsal çıkarları gereği kısa bir vadede bu ileri adımın da önünü kesti. Ancak sacayaklarından biri tökezlese de birtakım düzenlemelerle kamusal alandaki kadın-erkek eşitliği yasal güvenceye bağlandı. Söz konusu yasal düzenlemelerden bir kısmı şöyle sıralanabilir:

- 1924: Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun çıkarılmasıyla birlikte, kadın ve erkeklere eşit haklarla laik bir biçimde eğitim görme hakkı verildi. Kadınlar için ilköğretim zorunluluğu yasal güvence altına alındı.
- 1926: Türk Medeni Kanunu ile erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemeler kaldırıldı; kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanındı.
- 1930: Kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı.
- 1930: Doğum izni düzenlendi.
- 1933: Kız çocuklarına mesleki eğitim vermek amacıyla Kız Teknik Öğretim Müdürlüğü kuruldu.
- 1933: Köy Kanunu'nda değişiklik yapılarak kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakları verildi.
- 1934: Anayasa değişikliği ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.
- 1936: İş Kanunu yürürlüğe girdi. Kadınların çalışma hayatına düzenleme getirildi.
- 1937: Kadınların yeraltında ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmasını yasaklayan 1935 tarihli 45 sayılı ILO sözleşmesi kabul edildi.
- 1945: Analık sigortası (doğum yardımı) 4772 sayılı yasa ile düzenlendi.
- 1949: Yaşlılık sigortasının kadın ve erkekler için eşit esaslara göre düzenlenmesi 5417 sayılı yasa ile sağlandı.

Bu tarihten sonra kadınların eşit yurttaşlık hakkına dair dişe dokunur hamlelerden ziyade, dünya emperyalist/kapitalist sistemine uyumlu hale gelme çabasıyla bazı düzenlemeler görülüyor.

Üstelik din/dinselleşme hiçbir zaman toplumsal alandan tamamen arındırılmadığı için yeniden kendine alan açmanın yollarını arıyor. Patronların elinde ise hızlıca çok tehlike bir silaha dönüşen gericilik, Türkiye siyasetinde varlığını artan bir ivmeyle hissettirmeye başlıyor.

12 Eylül darbesinin ardından ülkemiz birbiri ardına Amerikancı, piyasacı, gerici iktidarlarla emperyalizme daha bağımlı, kamusal kaynakları yerli ve yabancı sermayeye devreden, eğitim ve hukuk başta olmak üzere sosyal-kültürel hayatın her alanını cemaat ve tarikatlar eliyle dinselleştiren bir dizi sağcı iktidara teslim oldu.

Yıllar boyunca dinselleşme kadını toplumsal hayattan koparıp eve hapsetti. Kadın emeğini değersizleştirerek onu evin, çocukların, hasta ve yaşlıların bakımı ile işlevlendirdi; kadın emeğini görünmez hale getirdi. Anneliği kutsayarak, çocuksuz kadını yok saydı.

AKP İKTİDARI, DİNSELLEŞME, CİNSİYETÇİLİK VE EMEKÇİ KADINLAR

Yıl 1995 iken bugünkü cumhurbaşkanı RTE henüz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıydı. 1998’de “laikliğe aykırı fiillerin odağı olduğu” gerekçesiyle kapatılacak partisinin kürsüsünden “Makyaj yapan kadının kaportası bozuktur” diye sesleniyordu.

AKP iktidarını, ülkenin şimdiye dek gördüğü iktidarlardan ayıran bir dizi özelliği var: 

Gelmiş geçmiş emperyalizme bağımlılığı en aşikar iktidar partisidir; yağmacı, yayılmacı, cihatçıdır.

Hem yerli hem yabancı sermaye gruplarına tüm kamu kaynaklarını, fabrikaları, madenleri, yolları, köprüleri, santralleri, suları, ormanları teslim etmiştir.

Tarikatlar ve cemaatler eliyle de laiklik, modernite ve aydınlanmaya savaş açmıştır. Üstelik bu savaş elbette ideolojik ve de cinsiyetçidir.

Ancak AKP iktidarının ilk yılları ağır bir siyasi ve ekonomik krizin hemen sonrasındaydı. AKP pek çok yeni söylemle karşımızdaydı. Eski gelenekçiliklerini bir kenara bıraktıklarını söyleyen bu “yeni” liberaller “gerici” değil, “milli”lerdi. En milli ve liberal demokrasiyi bizim ayağımıza getirmişlerdi. Toplumun bir kısmında şeriat ve cihat endişesi elbette vardı. AKP’nin, ABD ve AB başta olmak üzere emperyalizme kendi rüştünü ispat etmek için giriştiği canhıraş çaba, yargı ve TSK’ye duyulan güven gibi faktörler ve elbette solun güçsüzlüğü iktidarın elini günbegün güçlendirdi.

AKP iktidarı güçlendikçe, Türkiye işçi sınıfının her katmanı üzerindeki basınç giderek arttı. İş yasalarımız, iş hukukumuz patronlar tarafından revize edildi. Çalışma süreleri uzadı, ücretler düştü, işsizlik oranı giderek arttı. Elbette bu koşullarda çalışma yaşamı dışına ilk itilenler emekçi kadınlar oldu. İşçi kadınlar ya çalıştıkları yerlerde daha ucuza çalışmaya razı oluyorlar, ya kayıt dışı/günübirlik işlerde çalışmaya mecbur kalıyorlar ya da iş hayatından uzaklaşıp yeniden eve dönüyorlar. 

Oysaki iktidara geldikleri yolda en büyük propagandaları, (ülkemizin devrimci demokratlarını, liberallerini de kuyruklarına takmayı başardıkları) “türbana özgürlük” söylem ve eylemleriydi. Böylece önce üniversiteye ardından kamusal hayatın her hücresine dinselleşme zehrini zerk etmişlerdi. Demek ki gericilik emekçi kadınlarımızı ya evde ya da ancak türbanıyla/bir dizi gerici referansla toplumsal hayatta istiyordu.

KADINA YÖNELİK ŞİDDETTE ARTIŞ

Bunu kabul etmeyen, bu kalıba sığmayanlar için artık şiddetin her türlüsü mümkün ve hatta mübah. Çünkü artık devletin resmi dini, cemaatleri, fiilen uygulanabilen şerri hukuku var. Sadece iş yaşamını, kadın erkek ilişkilerini değil, çocuk doğurup doğurmayacağımızı, kaç çocuk doğuracağımızı, ne biçimde doğuracağımızı da yine bu yeni düzene göre belirlememiz isteniyor. Yoksa psikolojik, ekonomik, cinsel, fiziksel her türlü şiddet kullanılabilir birer araç olarak karşımıza çıkıyor. Şiddetin onaylanması ya da en iyimser yorumla, görmezden gelinmesi ne yazık ki artık bir haber değeri bile taşımıyor.

Örneğin, 2005–2010 yılları arasında, 100 binin üzerinde kadın cinsel saldırıya uğradı. Kadınların korktukları için şikâyetçi olamadıkları da istatistiklere geçen bilgiler arasında. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinde, şikâyetçi olmayan kadınların oranı yüzde 40 olarak tahmin ediliyor, ki bu oranı göz önüne alırsak ancak gerçeğin yarısının ortaya konduğunu görüyoruz.

Yine resmi verilere göre son 15 yılda 241 polis, 91 asker, 17 özel timci, 15 korucu, 45 gardiyan tecavüzden yargılandı. Fakat hiçbiri ceza almadı. 

Resmi veriler 2007-2008 arası tutulmaya başlandığı için öncesine dair yeterince veri bulunmuyor. Ne yazık ki teyit edilebilen tek veri adli suçlara ait. 

'EN AZ ÜÇ ÇOCUK YAPIN'

2008’de RTE "Sizinle bir Başbakan olarak değil, dertli bir kardeşiniz olarak konuşuyorum. Biz genç nüfusumuzu aynen korumalıyız. Bir ekonomide aslolan insandır. Bunlar Türk milletinin kökünü kazımak istiyor. Yaptıkları aynen budur. Genç nüfusumuzun azalmaması için en az üç çocuk yapın" dediği yıl resmi rakamlara göre, 540 kadın cinsel tacize, 577 kadın tecavüze uğramış, 80 kadın cinayet sonucu hayatını kaybetmişti.

2009 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kuruldu. Komisyonun görevi Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik ortamın desteklenmesi olarak tarif edildi. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek işsizlik ile ilgili yaptığı bir konuşmada "İşsizlik oranı niye artıyor biliyor musunuz? Çünkü kriz dönemlerinde daha çok iş aranıyor. Özellikle kadınlar arasında kriz döneminde işgücüne katılım oranı daha da artıyor" ifadelerini kullanmış, kadınlar iş aradığı için işsizliğin arttığını iddia etmişti. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu da, kadınların "İş istiyoruz sayın bakanım" sözlerine karşılık olarak, "Evdeki işler yetmiyor mu?" yanıtını verdi. Aynı yıl 624 kadın cinsel tacize, 652 kadın tecavüze uğramış, 109 kadın cinayet sonucu hayatını kaybetmişti.

KADINA ŞİDDET AKP DÖNEMİNDE YÜZDE BİN 400 ARTTI

Hiçbirimizin hafızalarından silinmeyen Etiler’de 3 Mart’ta öldürüldükten sonra kafası testereyle kesilerek bedeni çöp konteynerına atılan 17 yaşındaki Münevver Karabulut cinayeti tüylerimizi diken diken ederken, İstanbul İl Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, “Kızlarına sahip çıksalarmış” demişti.

2010 yılında hepimizin malumu 12 Eylül referandumu ile “pozitif ayrımcılık” ibaresi anayasaya girdi, ama referandumun hemen ardından AKP döneminde yüzde 1400 artan kadına şiddet için RTE, “Kadına şiddet abartılıyor” dedi. Oysa o yıl Ayşe Paşalı, boşanmak istediği eski eşi tarafından defalarca bıçaklanmıştı. 

2011 yılına gelindiğinde AKP yöneticilerinden Süleyman Demirci, “Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır” demişti. Recep Tayyip Erdoğan, partisinde Konya’da düzenlenen bir mitingde, Ankara’daki protesto sırasında kalçası kırılan Dilşat Aktaş’ı kastederek "Kız mıdır, kadın mıdır bilemem” diyordu. 28 yaşında, eski eşinin evinin penceresinden düşmüş bir şekilde bulunan Gülay Yaşar ölmeden önce eski kocası tarafından tehdit edildiği için şikayette bulunmuş, eski eş suçlu bulunmuştu. Ölümüne ilişkin dosya ise savcılık aşamasında kapandı.

KÜRTAJ TARTIŞMALARI VE YASAKLAMA GİRİŞİMİ

2012 yılında kürtaj tartışması gündemimize girdi. İktidar bu kez kürtajla mücadeleyi öncelikli meselesi haline getirmişti. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek önce katıldığı bir televizyon programında "Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, günahı ne? Anası ölsün öyleyse" ifadelerini kullanıyor; “Kadın ahlaklı olsun, kürtaj yapmak zorunda kalmasın” diyordu. Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ kürtaj tartışmaları hakkında “Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar” diyerek fikrini beyan ediyor; RTE ise AKP Kadın Kolları Kongresinde “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Her kürtaj bir Uludere’dir" ifadelerini kullanıyordu. Ancak hükümetin kürtajı yasaklama girişimleri, yükselen sesler, pek çoğumuzun katıldığı eylemler vb. tepkiler sayesinde başarısız oldu. Yine de ciddi kısıtlamalarla fiilen zorluk yaratılmaya devam ediliyor. Kadınların uğradığı şiddete dair ise Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı işbirliğiyle hazırlanan "Panik Butonu" projesi hayata geçti. Can güvenliğinin olmadığı, yargı kararıyla kabul görenlere panik butonu verilerek korunabileceği düşünülüyordu.  

'KADIKÖY VAPURUNDAN İNEN KADINLAR'

2013 yılında artık Türkiye toplumunun bir yarısı hayatlarına sürekli müdahalede bulunan iktidara karşı son derece öfkeliydi ve biriken bir enerji vardı. İktidar ise yerinin sağlamlığından hiç olmadığı kadar emin görünüyordu. Çünkü toplumun diğer bir yarısı da ağızlarından çıkan her şeyi emir telakki ediyordu. Başörtüsüyle TBMM’ye girmenin önündeki engeller kaldırıldı ve böylece mecliste türbanlı vekillerimiz vardı artık. Toplumsal baskıdan elbette en çok nasibini alanlar yine kadınlar oluyordu. RTE, Dolmabahçe’deki çalışma ofisinden baktığında gördüğü “Kadıköy vapurundan inen kadınlar”dan duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor; Kadıköy vapurundan inen kadınlar seküler devleti, modern kadını temsil ettiği için 1. Cumhuriyete duydukları öfkeyi gözler önüne seriyordu. AKP’nin diğer kadroları da aymazlıklarını göstermek için sıraya girmişlerdi. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, sunucu Gözde Kansu'nun kıyafetini eleştirerek, “Bir hanım, aşırı dekolte ile bir yere giderse kabul edilebilir mi? Bir sunucu öyle bir kıyafet giymiş ki olmaz böyle kardeşim” diyerek Kansu'nun işsiz kalmasına neden olmuştu. Kadınların çalışmasına da karşı çıkan AKP’li kalemşör Ömer Tuğrul İnançer, "Hamile kadınların sokakta gezmesi doğru değil" ifadelerini kullandı.

Ancak 2013, Türkiye tarihinin gördüğü en büyük, en görkemli ve ülke sathında en yaygın eylemlere sahne oldu. İktidarın artan baskısına karşı ortaya çıkan bu eylemlere kadınların katılımı dikkat çekici boyutlardaydı.

Sonrasında RTE “Kadın ve erkek eşit olamaz; fıtrata aykırı”, “Benim bedenim, benim kararım diyenler feminist”, “Anneliği reddeden kadın iş dünyasında istediği kadar başarılı olsun eksiktir, yarımdır” şeklindeki vecizlerini söyledi. 

Bizim hafızalarımızda yer edense, 10 yıldır bitmeyen N.Ç. davası, tecavüz girişimine direndiği için katledilen Özgecan Arslan, belediye otobüsünde şort giydiği için tekmelenen Ayşegül Terzi, elinde bira poşeti olduğu için iki polis tarafından darp edilen genç kadın, karma eğitimin sona erdirilmesinin önünü açan yönetmelik değişikliği, üniversitesinde karma yurtların kadın-erkek olarak ayrılması, TSK’nin 83 yıldan sonra kadın pilot alımını durdurması, son günlerde konuşulan nafaka düzenlemesi...

Sonuç olarak AKP döneminde kadınların ekonomik, sosyal ve siyasi alanlarda katılımı dolayısıyla toplumsal hayattaki yerleri giderek geriledi.

Türkiye, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksinde 144 ülke arasında 131. sırada. 

2003-2017 yılları arasında kadın cinayetleri yüzde 392 arttı.

2003 yılında erkekler tarafından öldürülen kadın sayısı 83 iken 2017 yılında bu sayı 409’a yükseldi.

Her dört genç ve eğitimli kadından biri işsiz (Bu ortalama OECD ve AB ortalamasının iki katı). 

Şehirlerde kadın işsizlik oranı yüzde 30.

Çalışabilen kadınların istihdamı da erkeklerin çok gerisinde. Resmi istatistiklere göre işçilerin sadece yüzde 29’u kadın.

Türkiye’de okula gitmemiş veya ilkokulu bitirmiş kadınlar arasında fiziksel şiddetin yaşam boyu görülme sıklığı yüzde 52. Ancak sadece eğitim düzeyi düşük olan kadınlar şiddete maruz kalmıyor. Eğitim düzeyi daha yüksek olan kadınlar arasında da her 10 kadından 3’ü eşleri tarafından fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor.

SON 10 YILDA 500 BİN KIZ ÇOCUĞU ZORLA EVLENDİRİLDİ

Elbette bu sayılar kız çocuklarını kapsamıyor. Son 10 yılda 500 bin kız çocuğunun zorla evlendirildiği ve aynı yıllarda doğum yapan kız çocuk sayısının ise 440 bine ulaştığı biliniyor. 15 yaşın altında cinsel istismara uğrayarak doğum yapan çocuk sayısı ise 16 bin.

Tüm bu verilerin ışığında, bir kez daha hatırlamak gereken basit ama hayati bir gerçek var:

KAPİTALİZM KADIN SORUNUNUN TÜM TARİHSEL HANTALLIĞINI HEYBESİNDE TAŞIYOR

Kadına yönelik şiddet kapitalizm dolayısıyla var olmadı. Üretim ilişkileri yeniden şekillendikçe kadın emeğinin kazandığı toplumsal bir biçimler kadının bedenini onun olmaktan çıkardı. Kılığı/kıyafeti, doğuracağı çocuk sayısı, evin dışına ne zaman çıkabileceği kararlarına doğrudan ve dolaylı olarak müdahale edildi. 

Kadın sorununun herhangi bir başlığının kapitalizmde topyekün çözülmesi mümkün olamaz. Kapitalizm, üretim ilişkilerinin bu noktaya getirdiği kadın meselesinin tüm tarihsel hantallığını heybesinde taşıyor.

Tarih ise bizlere kadının toplumsal hayattaki en ileri örneklerini veren sosyalist deneyimler ve halen canlı tanıklık ettiğimiz sosyalist Küba’yla yol gösteriyor. 

“Üretim ilişkilerinin toplumsal yaşamın her odağını belirlediğini, sorunun çözümünün kadın ve erkeklerin eşit bireyler olarak, kişisel yeteneklerine göre katkı sunduğu ve tüm ihtiyaçlarını karşılayabildiği bir toplumsal yapıda, komünizmde olduğunu düşünüyoruz. Bunun için hemen, şimdi mücadele etmeye başlayarak!”*

*100 Soruda TKP adlı broşürden.