Bir toplum hekiminin ardından: Dr. Nevzat Eren Halk Sağlığı Sempozyumu Ankara'da yapıldı

Dr. Nevzat Eren Ulusal Halk Sağlığı Sempozyumunun 17'ncisi, "1970'ler ve 2010'ların Halk Sağlığı Politika ve Uygulamaları Açısından Karşılaştırılması" başlığıyla Ankara'da gerçekleştirildi.

soL - Ankara

17. Dr. Nevzat Eren Ulusal Halk Sağlığı Sempozyumu bugün Ankara'da "1970'ler ve 2010'ların Halk Sağlığı Politika ve Uygulamaları Açısından Karşılaştırılması" başlığıyla yapıldı.

Türkiye'deki toplumcu sağlık uygulamalarının öncülerinden Prof.Dr. Nevzat Eren, 2000'de yaşama veda etmişti.

Sempozyumun ilk oturumu Ankara Tabip Odası (ATO) Genel Başkanı Vedat Bulut'un moderatörlüğünde yapıldı. 

Birinci oturumda, Nevzat Eren'in çalışma arkadaşı Prof.Dr. Ayşe Akın "Hacettepe Tıp Fakültesi Sağlık Bölgelerinin oluşturulmasında Nevzat Eren'in katkısı ve üretimleri" başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi. Eren'le Erzurum'un Çat ilçesinde birlikte çalışmaya başladıklarını, ardından yollarının ikinci kez Hacettepe Üniversitesinde Toplum Hekimliği Biriminde kesiştiğini aktaran Akın, Ankara'nın Çubuk bölgesinde yürüttükleri halk sağlığı çalışmalarının Eren öncülüğünde inşa edilen büyük bir başarı olduğunu söyledi. 15 yıl içinde anne ölüm hızını 100 binde 300'den sıfıra indirdiklerini, bebek ölüm hızını binde 174'ten 29'a gerilettiklerini anlatan Akın, büyük bir insan sevgisi ve çalışkanlıkla yürüyen bu çabanın Nevzat Eren'in dünya görüşünün etkisiyle geliştirildiğini vurguladı.

Akın'ın ardından söz alan, Eren'in eşi emekli öğretmen Gönül Eren, eşini "özgürlükçü ve örgütçü" sözleriyle niteledi. Yoksul bir halk çocuğu olan eşinin Anadolu'da büyüdüğünü, burs ile okuduğunu anlatan Eren, 12 Eylül'de Türk Tabipler Birliği ve ATO üyesi olarak yargılanırken de, İhsan Doğramacı yönetimindeki Hacettepe Üniversitesi senatosu 10 yıl süreyle profesörlük hakkını defalarca reddederek elinden aldığında da, Nevzat Eren'in sosyalist dünya görüşünü hiç değiştirmediğini söyledi. Gönül Eren, muayenehaneciliğe karşı olan eşinin özelleştirmeyle mücadele ettiğini, 1972'de ABD'de bulundukları sırada tüm ısrarlara rağmen Nevzat Eren'in ülkesine dönmeyi, ülkesine hizmet etmeyi tercih ettiğini vurguladı.

Sempozyumun ikinci oturumu "Dünyada 1970'lerin ve 2010'ların karşılaştırılması" başlığıyla, Dr. Derman Boztok'un moderatörlüğünde yapıldı.

İlk konuşmacı Prof.Dr. Mustafa Türkeş "Dünyada 1970'lerin günümüzden siyasi, iktisadi, ideolojik farklılıkları" başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Neoliberalizmin bir sistem değil, kapitalizmin bir politikası olduğunu belirten Türkeş, 1970'lerdeki politikanın ise "refah devleti" olduğunu hatırlattı. 70'lerdeki refah hamlesinin sebebinin, dönemin güçlü sosyalist rüzgarının bir fren görevi üstlenmesiyle ilişkilendiren Türkeş, sosyalizmin olmadığı bir dünyada kapitalist sistemin hızla daha vahşi bir çehre aldığını, sistemin iyileştirilebilir bir yan taşımadığını vurguladı. Nevzat Eren'in yetiştiği ve toplum hekimliği mücadelesi verdiği dönemin 1970'ler olduğuna dikkat çeken Türkeş, bugünkü durumun ise toplumcu değil piyasacı bir sağlık modeline savrulduğunu, sosyalist bir modelin gücünün hissedilmemesinin bu sürüklenişi kolaylaştırdığını belirtti.

Oturumun ikinci konuşmasını Prof.Dr. Erhan Nalçacı "Dünyada sağlık politikaları ve uygulamaları açısından 1970'lerin ve 2010'ların karşılaştırılması" başlığıyla gerçekleştirdi. 1970'lere gidilen süreçte sosyalizmin bir güç olduğunu, pek çok ülkede halkçı ve sosyalizan özellikler taşıyan burjuva devrimlerinin gerçekleştiğini aktaran Nalçacı, sosyalizmin kazanımlarını hatırlattı. İlk ücretli yıllık izin hakkının, 8 saat çalışma sınırının, kadınlar için üç yıl doğum izninin, tüm çocuklar için steril süt hakkının, üretimin olduğu her yerde birinci basamak sağlık hizmeti sunmanın sosyalizmin kazanımları olduğunu vurgulayan Nalçacı, aynı dönem iş yeri sağlığının bir bilim alanı haline geldiğini belirtti. Herkes için sosyal güvence, ilaç, aşı, tıbbi malzeme üretimi, sağlığın devlet tarafından finansmanının hastalıkların eradike edildiği bir dünyayı mümkün kıldığını söyleyen Nalçacı, sıtma, çocuk felci ve difterinin eradikasyonunu mümkün kılanın dünyanın iyiye doğru değişebileceğine inanç duyan insanların emeği olduğunu, bugünse kapitalizmin yalnızca umutsuzluk ürettiğini, tıp fakültesi derslerinde öğrencilerin herhangi bir hastalığın eradike edileceğini hayal bile edemediklerini aktardı.

Nevzat Eren ve çalışma arkadaşlarının kadınların eğitimi konusunu özenle vurguladıklarını anlatan Nalçacı, kadınların eğitimsiz olduğu bir ülkede sağlık göstergelerinin iyileşemeyeceğini, sosyalist dünyanın sağlık alanındaki sıçrayışının  kadınların özgürleşmesiyle de ilişkili olduğunu belirtti.

Sempozyumun öğleden sonraki oturumu "Türkiye'de 1970'lerin ve 2010'ların karşılaştırılması" başlığında Dr. Mine Önal'ın moderatörlüğünde yapıldı.

İlk konuşmacı Prof. Dr. Korkut Boratav "Türkiye'de 1970'lerin günümüzden siyasi, iktisadi, ideolojik farklılıkları" başlıklı konuşmasında, 1970'lerin başında hem ülke içinde hem uluslararası kamuoyunda Türkiye'nin Batı Avrupa tipi bir profil çizdiğini, cunta rejimlerinin hüküm sürdüğü Portekiz, İspanya ve Yunanistan'la kader ortağı olduğu düşünülürken, hızla düze çıktığı bir dönem geçirdiğini vurguladı. Bugünse Türkiye'nin İslam dünyasının kanlı mezhep kavgalarının batağına saplanmış bir Ortadoğu ülkesine dönüştüğünü belirten Boratav; "Bana göre iki dönemin en önemli farkı budur" ifadelerini kullandı.

70'lerde emek ile sermaye arasında belli bir denge, güçlenen refah devleti kurumları ve bölüşüm ilişkilerinde emekçiler lehine bir değişimin tarif edilebileceğini, bunların emekçi sınıfların örgütlü mücadelesiyle ilişkilendiğini ve emekçilerin kazanımlarının istikrarlı olduğu bir dönem geçirdiğini belirten Boratav, yalnız kentli emekçilerin değil çiftçi ve köylünün de bölüşüm ilişkilerinin kendi lehine döndüğü bir evre yaşadığını aktardı. Bugüne gelinen süreçte 12 Eylül 1980'in bir dönemeç olduğunu, piyasa hakimiyetinin tescillendiğini, planlı karma ekonomi modelinden piyasaya tüm hücreleriyle teslim olmaya dönük bir modelin baskın geldiğini anlatan Boratav, işçi ve köylü sınıfların aleyhine dramatik bir dönüşüm yaşandığını, Türkiye'nin rekabetçi olma baskısıyla birlikte olağanüstü bir dışa bağımlılık geliştirdiğini belirtti. Dış dünyadan gelen ana telkinin devletin müdahale araçlarını tasfiye olduğunu söyleyen Boratav, ilk operasyonun Turgut Özal döneminde başladığını, uluslararası sermaye çevrelerinden bürokratların devşirildiği bu yeni modelde, tek başına özelleştirmenin dahi olağanüstü bir yolsuzluk ve vurgun biçimi olduğunu aktardı. Darbenin ve 1982 Anayasasının ilk hedefinin sosyalist sol olduğunu, ardından CHP solculuğunun da parçalanmasıyla 12 Eylül mirası ANAP'ın neoliberal dönüşümün sağlanmasının baş aktörü olduğunu belirten Boratav, bugüne gelirken en kritik dönümün ise 1993'te Sivas'ta ilericilerin katledilmesinin sessizce izlenmesi olduğunu vurguladı. Tüm bunlara karşın tarih boyunca her dönemin kendi çıkışını yarattığını söyleyen Boratav, karanlık dönemin karşıtını doğurma ihtimalinin her zaman güncel ve mümkün olduğunu belirterek sözlerini sonlandırdı.

Oturumun ikinci konuşmacısı Prof. Dr. Necati Dedeoğlu "Türkiye'de sağlık politikaları ve uygulamaları açısından 1970'lerin ve 2010'ların karşılaştırılması" başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. 1961'de Muş'ta başlayan sosyalizasyon deneyimini paylaşan Dedeoğlu, hekim, ebe, hemşire ve sağlık memurlarının birliktelik duygusuyla halka hizmet götürdüğü, tümüyle ücretsiz halk sağlığı hizmeti sunan bu modelin sonuçlarını aktardı. Çok kısa sürede sağlık göstergelerinde dramatik iyileşmeler kaydedildiğini belirten Dedeoğlu; "Türkiye'nin bu modelini Sovyetler Birliği'nin kurulduğu ilk yıllara benzetiyorum, çok kısa sürelerde çok iyi sonuçlar büyük bir hızla elde edilmiştir" ifadelerini kullandı. Günümüze uzanan süreçte sosyalizasyon deneyiminin yerine liberalizasyonun geçtiğini, sağlığın kamusal değil bireysel bir sorumluluk olduğu, alınıp satılabileceği fikrinin yerleştiğini aktaran Dedeoğlu, tüm bu piyasalaşma sürecinin adına "sağlık reformu" denerek pazarlandığını, kamu hastanelerinin sayısının azalırken, özel hastanelerin hızla çoğaldığını söyledi. Mesleki işbirliğinin yerini performans ve rekabetin, hastanın yerini müşterinin, koruyucu hizmetin yerini tedavinin aldığı bir modelin sağlıklı bir toplum yaratmasının mümkün olmadığını vurgulayan Dedeoğlu, toplum sağlığı için öncelikli olanın koruyucu hizmetler ve tümüyle eşit, parasız bir sağlık sisteminin kurulması olduğunu söyleyerek sözlerini sonlandırdı.

Sempozyumun son bölümünde, öğle arasında öğrencilerin katılımıyla düzenlenen "Koruyucu sağlık hizmetleri: Sağlık ocaklarından ASM'lere", "Sağlık organizasyonu ve finansmanı: Basamak sisteminden sağlık piyasasına" ve "Meslek hastalıklarından işçi cinayetlerine iş sağlığı ve güvenliği" atölyelerinin sonuçları paylaşıldı.