Ahmet Hakan, Ahmet Altan'ın 'Direk ve kıymık'ını neden hatırlatmıştı?

Ergenekon operasyonu döneminde AKP-Cemaat ittifakının en büyük destekçilerinden olan Ahmet Altan, geçtiğimiz günlerdeki tahliye kararının ardından bir anda 'demokrasi kahramanı' ilan edildi. Tahliyenin ardından bir koro el birliğiyle 'eski defterleri açmayın' derken, bu koroya son olarak Hürriyet'in çiçeği burnunda yayın yönetmeni Ahmet Hakan eklendi. Bu iki ismi aynı…

soL - Haber Merkezi

AKP iktidarının bir dönem en büyük destekçilerinden olan ve Cemaat'in operasyon gazetesi Taraf'ın yayın yönetmenliğini yapan Ahmet Altan, tahliyesinin ardından "liberal" cenah tarafından el çabukluğuyla "demokrasi kahramanı" ilan edildi.

Altan'ın tahliyesi sonrası aynı koro "eski defterleri açmayın" nakaratını tuttururken, burada duramayıp işi Ahmet Altan'ın AKP ile mücadele ettiği için tutuklandığını ileri sürmeye götürenler bile oldu.

AKP'nin en büyük destekçilerinden olan ve Cumhuriyetin tasfiyesinde önemli bir rol üstlenen Altan'a dokunulmaması, eski defterlerin açılmamasını isteyen isimlerden biri de Hürriyet'in çiçeği burnunda yayın yönetmeni Ahmet Hakan oldu.

Hakan, "Hapis yatmış, yargılanmış, cezasını almış ve tahliye olmuş kişilerin üzerine gitmekten vazgeçelim" dedi.

Bir yanda Ahmet Altan bir yanda Ahmet Hakan... İki ismi aynı haberde buluşturansa, ikilinin aynı başlığı farklı dönemlerde kullanıp yazdığı yazılar.

Önce Ahmet Altan...

Türkan Saylan'ı hedef alan AKP-Cemaat operasyonunun destekçiliğini yapan Taraf gazetesinin başındaki isim olan Altan, Saylan'ın gözaltına alınmasını "kıymık", Ergenekon operasyonunu ise "direk" olarak tanımlıyordu.

Altan, Saylan'ı hedef alan operasyonunun vicdan sızlattığını söylüyor ama "hukuksuz bir iş değil" diyor, Saylan'ı hedef alan operasyonu savunuyordu. 

Taraf'ın ve Ahmet Altan'ın misyonunu en iyi anlatan yazılardan olan "Direk ve kıymık" başlıklı yazıyı bir kez daha hatırlatıyoruz:

Direk ve kıymık

Bu da bir yetenek. 

Bir direğin üstündeki kıymığın, o direkten daha büyük ve daha önemli olduğunu söyleyebilmek ve taraftar bulmak öyle kolay bir iş değil. 

Bunun için onları kutlamalıyız önce. 

Şimdi ortada adına “Ergenekon” denilen kocaman bir direk var. 

Bir de bu direğin üstündeki kıymıklar. 

Türkan Saylan’ın görüntüsü bir kıymıktı. 

İşin özü değil, görüntüsüydü insanın gözüne batan. 

Cüzam konusunda büyük mücadeleler vermiş hasta bir kadının evinin aranması, görüntüsüyle insanı huzursuz ediyordu. 

Böyle bir şey olmasın istiyordunuz. 

Ama özüne baktığınızda, “hukuksuz” bir iş olmadığını görüyordunuz. 

Saylan’ın yönetimindeki kuruluş, çocukları fişliyor, üstelik darbeci kuruluşlarla da ciddi ilişkileri bulunuyor. 

Öyle bir yer ve o yerin yöneticisinin evi aranır. 

Ama “görüntü” insanın içini sızlatıyor, sızlatmaması da mümkün değil. 

Değil de, hayat da sadece “görüntü” değil, o görüntünün bir de arka planına bakmalı. 

Orada bir haksızlığa ve hukuksuzluğa rastlamıyorsunuz. 

Tijen Mergen meselesi biraz daha farklı. 

Türkan Hanım’ın Ergenekoncularla şöyle ya da böyle bir ilişkisi olduğu biliniyor, Mergen’in böyle bir ilişkisinin işaretleri ise ortada yok. 

Mergen’in gözaltına alınması keyfî bir davranış izlenimi yaratıyor. 

Sebep ne olursa olsun, kimse kimseyi “canı istediği” diye, bir belgeye, bir kanıta dayanmadan gözaltına alamaz. 

Böyle bir uygulama sonuna kadar eleştirilmeli. 

Polis ya da savcı Mergen’in gözaltına alınma nedeni olarak ortaya bir belge koyana kadar da bunu eleştirme hakkını herkes kullanır, kullanmalı. 

Ama bu iki olay, “direğin” üstündeki kıymıklar. 

Ve, bir haftadan beri medya bizi “kıymığın” direkten önemli olduğuna inandırmaya çalışıyor. 

Kıymıkları temizlemeli, onların insanın vicdanına batmasını engellemeliyiz. 

Ama direği de unutmamalıyız. 

O direk, darbe girişimlerinden, cinayetlerden, suikastlardan, cephaneliklerden, toplumun içine yayılan gizli örgütlerden, planlardan, çetelerden, fişlemelerden oluşuyor.

Bir ucu Ergenekon’un içine giren JİTEM’in Güneydoğu’da işlediği cinayetler, ölüm kuyularına attığı kurbanlar duruyor önümüzde. 

Kıymıklardan şikâyet ederken bu “cinayetleri” unutacak mıyız? 

Yok mu sayacağız? 

Bir “şeriatçı” eylemi olarak sunulan, gazetelerin çarşaf çarşaf yazılarla “irticanın ayak sesleri” olduğunu iddia ettiği Danıştay Cinayeti dün Ergenekon davasına dahil edildi. 

“Allah’ın askeriyim” diye bağırdığı söylenen katilin Ergenekon’un tetikçisi olduğuna kani olan mahkeme, dosyayı Ergenekon davasına ekledi. 

Direk bu işte. 

Bir Danıştay yargıcını öldürtüp, suçu “şeriatçıların” üstüne atmak, görmemiz gereken direk. 

Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombalarla, Ergenekon cephaneliğinden çıkan bombaların aynı kafile numaralarına sahip olması, toplumun canevine kadar giren direk. 

Devletin içinde bir başka “devlet” örgütlenmiş. 

Cinayetler işlemiş. 

Adamlar öldürmüş. 

Kendine devletin içinden ve toplumun her kesiminden yandaşlar bulmuş. 

Önemli bir kısmı hâlâ dışarıda ve bu davayı önleyebilmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. 

Medyanın önemli bir kısmı da onlara yardım edebilmek için kendini parçalıyor. 

Gerçeği, o koca “direği” saklamaya uğraşıyorlar. 

Danıştay cinayeti, “Ergenekon davasının” bir parçası olarak yeniden yargının önüne çıkacak. 

İlişkiler bir daha gözden geçirilecek. 

Bakalım görelim şimdi, Danıştay yargıcının Ergenekon tarafından öldürülmüş olma ihtimali, medyayı direğin üstündeki “kıymıklar” kadar ilgilendirecek mi... 

Yoksa “Danıştay cinayeti” diye fısıldayıp, “Türkan Hanım” diye bağıracaklar mı? 

Sonsuz, sınırsız, arsız bir kurnazlıkla davranıyorlar. 

Bütün bu darbe girişimlerini, cinayetleri, örgütleri, ölüm kuyularını sadece “AKP’ye muhalefet” diye sunabilmek için insanın gerçekten ar damarının çatlamış olması gerekiyor. 

Cinayete, “muhalefet” mi diyorsunuz siz? 

Kürtleri öldürüp kuyulara atmak “muhalefet” mi? 

Her yere cephanelikler gömmek “muhalefet” mi? 

Karargâh Evleri kurmak “muhalefet” mi? 

Bombalar atmak “muhalefet” mi? 

Bir siyasi partiye siyasetle “muhalefet” edilir, cinayetle değil. 

Bir siyasi partiye siyasetle “muhalefet” edilir, darbeyle değil. 

Türkiye, darbelerden, cinayetlerden kurtulmak zorunda, kurtulacak da. 

Ortada “direk” gibi cinayetler duruyor. 

Elimize batan “kıymıkları” temizlemeliyiz, bunlara karşı çıkmalıyız ama kıymığın direkten büyük olmadığını da bilmeliyiz. 

Kıymık elimize batıyor ama “direk” öldürüyor. 

O tabutlar, öldürülmüş insanların o kemikleri sizi Türkan Hanım’ın “kırmızı mendili” kadar ilgilendirmiyorsa, bu, sizin vicdanınızın o mendil kadar olmasındandır.

BİR DİREK VE KIYMIK DA AHMET HAKAN'DAN

Bugün "Ahmet Altan'ı hedef almayın" korosuna katılan isimlerden olan Ahmet Hakan ise, gözaltına alınması sonrası "Direk ve kıymık" başlıklı bir yazı kaleme alarak Altan'ın alıntıladığımız yazısına göndermede bulunmuştu.

O Yazıyı da aynen aktarıyoruz:

Bu da Ahmet Altan için ‘Direk ve kıymık’ yazısı

ŞİMDİ ortada 240 kişinin katledilmesine yol açan 15 Temmuz adlı kocaman bir direk var.

Bir de bu direğin üstündeki kıymıklar...

Ahmet Altan’ın gözaltına alınması bir kıymıktır.

İşin özü değil, “görüntüsüdür” insanın gözüne batan.

Romancılığa da heves etmiş ileri yaşlardaki bir gazetecinin kardeşiyle birlikte gözaltına alınması, insanı tabii ki rahatsız eder.

Böyle bir şey olmasın istersiniz.

Ama özüne baktığınızda, hukuksuz bir iş olmadığını da görürsünüz.

Ahmet Altan’ın çıkardığı gazete kumpaslara imza atmış, üstelik çıkardığı gazetenin FETÖ’cü yapılarla ciddi ilişkileri var.

Böyle bir kişi tabii ki gözaltına alınır.

Ama “görüntü” insanın içini sızlatıyor, sızlatmaması da mümkün değil.

Değil de, hayat da sadece “görüntü” değil, o görüntünün arka planına bakmalı.

Orada bir haksızlığa ve hukuksuzluğa rastlamıyorsunuz.