ABD’li komünistler anlattı: Amerika’da bir devrim mümkün mü?

​Kapitalizmin emperyalizm aşaması derken daha iyi olamayacağını, başka herhangi bir şey aracılığıyla reforme edilemeyeceğini, organik ve temel bir açığı bulunduğunu söylüyoruz. Dolayısıyla temel tezimiz, büyük güçler arası bir çatışma ne kadar akıldışı olursa olsun, yaklaşmakta olan budur. Yarın mı olur, önümüzdeki on yıl içinde mi olur? Elimizde bir kristal küre yok ve geleceği göremiyoruz.…

Haber Merkezi

Kurulduğu 2004 yılından beri ABD’de sosyalist devrimci bir çizgide varlığını sürdüren Sosyalizm ve Kurtuluş Partisi (Party for Socialism and Liberation) delegasyonu, geçtiğimiz haftalarda Türkiye Komünist Partisi’ni ziyaret etmek üzere İstanbul’a geldi. PSL bugün ABD’de 45 kentte örgütlü, toplumun çeşitli kesimleriyle etkileşimi olan, gençler, kadınlar, mavi ve beyaz yakalı işçiler, göçmenler arasında örgütlenen, genç bir üye profiline sahip ve ABD işçi sınıfına öncülük etme iddiasıyla güçlenmeye çalışan bir parti. İstanbul’daki ziyaretleri boyunca delegasyon, TKP’nin siyasi ve örgütsel faaliyetleri yerinde incelemenin ve bilgi edinmenin yanında, devam etmekte olan Flormar direnişindeki işçilerle, Cargill işçileriyle, metal işçileriyle de temaslarda bulundu. PSL Merkez Komite üyeleri Brian Becker ve Eugene Puryear ile International Communist Press (ICP)’nin yaptığı röportajı soL okurları için Türkçe’ye çevirdik.


ABD’nin dünyanın farklı bölgelerinde askeri girişimlerine karşı siz Sosyalizm ve Kurtuluş Partisi olarak hep enternasyonalizmi savundunuz ve hala savunmaya devam ediyor. Emperyalist savaşlara karşı barışa Lenin’in yüzyıl önce baktığı yerden baktığınızı ifade ediyorsunuz. Şu an, bu bilinci işçiler arasında hangi kanallar aracılığıyla yayıyorsunuz ve kitleler arasında nasıl örgütleniyorsunuz?

Brian: Sosyalizm ve Kurtuluş Partisi savaş ve barış, emperyalizm ve militarizm sorununda çalışmalarını, açılımı “Savaşı Durdurmak ve Irkçılığı Bitirmek için Şimdi Harekete Geç” olan “ANSWER (CEVAP VER)  Koalisyonu” adındaki bir kitle örgütü aracılığıyla yürütüyor. Bu çalışmaların birkaç karakteristik özelliği var: Birincisi, örgütlenme eylem odaklı; yani, ABD’nin hedefindeki ülkelere yapacağı askeri harekâtlara, müdahalelere ya da tehditlere karşı doğrudan eyleme geçmek için oluşturuldu. ANSWER Koalisyonu, son yıllarda ABD'nin Suriye'deki müdahalesine karşı kitlesel protestoları düzenleyen en önde gelen örgüt oldu. Özellikle 2013’ün Ağustos ve Eylül aylarında, Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye’nin kimyasal silah kullanarak Obama’nın kırmızı çizgisini aştığını ileri sürerek Obama yönetiminden Suriye’ye karşı savaş açmasını talep ettiğinde tüm ABD’de protestolar düzenledik. Bu protestolar son derece önemliydi çünkü Ortadoğu’da yürütülecek yeni bir büyük savaşa karşı çıkanlar sadece solcular değildi, ABD nüfusunun geniş bir kısmı da savaşı istemiyordu. Uluslararası ölçekte de, İngiltere’de benzer bir tepki gördük, Avam Kamarası son 200 yıl içinde ilk kez hükümete karşı çıktı ve savaşa hayır dedi. Bu karşı çıkış İngiltere’nin, ABD’nin Ortadoğu’daki bir diğer savaşında “küçük ortağı” görevini üstlenmesini engellemiş oldu. Aynı zamanda, Beyaz Saray’ın hemen önünde birçok insanın katıldığı eylemler düzenledik. Başkan Obama, Beyaz Saray’ın dışında, Gül Bahçesi’nde ABD’nin Suriye’ye karşı politikasını duyurduğu basın toplantısı sırasında biz “Suriye’de Savaşa Hayır” sloganları atıyorduk. O sırada Beyaz Saray’ın içinde, Obama yönetimi tereddüt içindeydi, ne yapacağı konusunda kararsızdı. Basın toplantısı için orada hazır bulunan basın da ABD’nin başka bir büyük savaşa girip girmeme konusundaki tereddüdünü ve kararsızlığını biliyordu. Medyanın Beyaz Saray’dan canlı yayında aktardığı tek şey bizim sloganımızdı: “Suriye’de Savaşa Hayır!” Sloganımız aslında tam olarak Beyaz Saray’a gidiyordu ve basın bu yüzden bir saat sonra yayına başladı, Başkan Obama dışarı çıktı ve “Suriye’ye bir askeri müdahalenin olup olmamasına kongrenin karar vermesini kararlaştırdık” açıklamasını yaptı. Yani Obama yönetimi tereddüt içindeydi.

Obama yönetimi, İngiltere’den, farklı taban örgütlerinden, gösterilerden, ve olan biteni yönetime yansıtan medyadan gelen tüm baskıyı hissettikten sonra kendi içinde bir tartışma yaşadı ve sonuç olarak ABD savaş konusunda daha fazla ileri gidemedi. Bu durum, insanların bazen politik kararların alınmasında aslında çok derin bir nüfuza sahip olduğunu gösteren örneklerden biri. Her zaman değil, ama bazen uyum içinde bir çaba olması gerekiyor. Ama kesinlikle söyleyebilirim ki eğer muhalefetten bu baskı manifestosu gelmeseydi, Obama yönetimi içindeki askeri saldırı talep edenler, gerçekten saldırıyı başlatmış olurlardı.

Peki, ne yaşanırdı? Bir bölgesel savaş çıkma ihtimali oldukça fazlaydı. Çünkü İran da savaşa katılırdı. Tabi ki, direnişçiler ve Lübnan da savaşa katılırdı. Gül Bahçesi’ndeki açıklama aslında ne olup olmayacağının belirlendiği bir olaydı. Bizim partimizin görüşü, insanların, harekete geçtiğinde fark yaratabilme potansiyelinin asla hafife alınmaması gerektiği yönünde. ANSWER Koalisyonu’yla Suriye konusunda bunu yapıyoruz. Libya’daki savaş sırasında da bunu yaptık, başarısız oldu.

'DÜNYANIN NERESİNE GİDERSEK GİDELİM ABD HER YERİ TEHDİT EDİYOR'

ABD hükümeti tarafından yapılan provokasyonlara verdiğimiz hızlı yanıtlara ek olarak, insanları ABD’nin dış politikasının Venezuela’ya yönelik tehditlerine karşı da uyarıyoruz. Obama Venezuela’yı ilk kez ulusal güvenliğe bir tehdit olarak ilan ettiğinde ve Trump yönetiminin savaşın gizli ya da açık bir ihtimal olduğu anlamına gelen “tüm seçeneklerin masada olduğu” açıklamasından sonra tekrar tekrar sokaklara çıktık. Venezuela’ya yapılacak herhangi bir müdahaleye karşı çıkıyoruz. Dünyanın neresine gidersek gidelim ABD her yeri tehdit ediyor. ABD Latin Amerika’yı, Ortadoğu’yu ve Asya’yı tehdit ediyordu ve şimdi bunlara Rusya ve Çin de eklendi. Biz PSL olarak, güçlü bir enternasyonalist, savaş karşıtı bir cephe örgütleyerek, tüm Amerikan (ABD’li, ç.n.) işçilerine hedefteki ülkelere karşı bir savaşın, işgalin, yapılacak müdahalenin ya da uygulanacak yaptırımların kapitalistlerin çıkarına olduğunu gösteriyoruz. Biz tüm Amerikalılarla “aynı gemide” değiliz. Ülkemizde burjuvalar ve işçiler var ve bu dış politika burjuvaların çıkarları için.

İşimizin bir diğer kısmı ABD hükümetinin, ülkedeki işçiler ve fakir insanlar için olan hayati sosyal hizmetleri yok ettiğini anlatmak. ABD hükümeti askeri bütçeyi geçen sene içinde çok savurgan bir biçimde arttırdı. ABD’nin savaş harcamaları için ayırdığı bütçe resmi olarak 718 milyar dolardan fazla. Bu miktar (dünya çapındaki askeri harcamalar sıralamasında) Rusya, Çin ve onları takip eden sekiz ülkenin askeri harcamalarının toplamından daha fazla. Kitle imha silahlarına, ABD ordusunun mobilizasyonuna, dünya çapındaki binlerce ABD üssünün bakımına harcanan tüm bu para bir tarafta dururken hükümet “Eğitim, sağlık ve barınma sağlama için yeterli paramız yok” diyor. İşçi sınıfından insanlara, askeri bütçenin ulusal güvenlikle ilgisi olmadığını, aslında kapitalistlerin, bankaların, şirketlerin ve ABD imparatorluğunun güvenliği ile ilgili olduğunu anlatıyoruz. “Ulusal güvenlik” için askeri harcamaların varlığı sosyal programlardan ve yardım fonlarından geçinen işçi sınıfı ailelerinin “kişisel güvenliği” için oldukça zararlı.

Eugene: Bu bağlamda ekleyeceğim tek şey, çeşitli biçimlerdeki işçi örgütlerine, işçi sendikalarına ya da konut hakkı üzerinde çalışan gruplara ulaşıyoruz ve onları gösterilere veya başka aktivitelere katılmaları için cesaretlendiriyoruz. İşçi tabanıyla bu sorunlar hakkında konuşuyoruz. Amerika’da eğer yerel bir sorunla ilgili veya ekonomik bir sorunla ilgili çalışıyorsanız, emperyalist sorunlarla ilgili konuşmamanız gerektiğini söyleyen bir sürü örgüt var. Bu görüşle mücadele ediyoruz ve Brian’ın bahsettiği gibi emperyalizmin olan biten her şeyle dolaysız bir şekilde bağlı olduğunu ve savaşların onlar için neden kötü olduğunu dostlarımıza ve diğer örgütlere anlatma konusunda çok çalışıyoruz. Bu yüzden birçok örgütün benimsediği, geniş bir ülke içi mücadele adına emperyalizmin yarattığı sorunlardan bahsetmeme fikrine katılmıyoruz. Emperyalizm karşıtı mücadeleyi, bu konuda zaten bir fikri olan ve bunu önemseyen insanların ötesine taşımaya çalışıyoruz.

'SOSYALİZM ABD'DE YAYGINLIK KAZANIYOR'

PSL 2013'ten itibaren ABD halkı içinde sosyalist fikirlerin yaygın hale gelmesini büyük bir fırsat olarak yorumladı. Trump yönetiminin başa geldiği 2017'den beri bu durum devam etti mi? Son bir buçuk yılda sosyalizm ve işçi sınıfı mücadelesini birleştirme konusundaki deneyimleriniz nasıl oldu?

Brian: ABD’de sosyalizmi yaygınlaştırma hedefinin yakıcılığını vurgulayan stratejik bir çerçeve belirledik. Neredeyse yarım yüzyıldır sosyalizm ve işçi sınıfı iktidarı kavramları Amerika’nın siyasi sahnesinden koparılmış durumda. Bugün farklı bir uğraktayız. Sosyalizm, ABD’de yaygınlık kazanıyor. Öncü partinin tek görevi insanlara sosyalist fikirler aşılamak değil, insanlar gün geçtikçe sosyalizm hakkında daha da fazla düşünüyorlar zaten. Öncü partinin şu anki görevi sosyalizmi tanımlamak olmalı. Sosyalizmi; soyut, kibirli, sosyal demokratlığın baskın olduğu bir kavram olmaktan çıkarıp en önemli şeyin işçi sınıfının, emekçilerin, kurulu kapitalist düzende hiçbir çıkarları olmayanların iktidarı alması ve toplumun çoğunluğun çıkarına denk düşecek şekilde örgütlenmesi fikri haline getirmeliyiz. Bunun için “Herkes için bir toplum (A society for the many)” dediğimiz yeni ve eylemsel bir sloganımız var. Bununla vurguladığımız şey, bankacılığın ve sınai kalkınmaların çalışma şekillerinin, işçi sınıfının emeğiyle, gücüyle elde edilen kârın ve gelirin herkesin çıkarlarına uygun düşebileceği bir şekilde düzenlenmeleri gerektiği. Böylece yeni bir döneme girmiş oluyoruz. Sosyalizmin ne anlama geldiğiyle ilgili olarak daha keskin sınırlar çiziyoruz. Sosyalist devrimcilik, komünizm ve işçi sınıfı iktidarı fikirleriyle sosyal demokrasinin, yani kapitalizmin en kötü yanlarını törpülemeye ya da indirgemeye çalışan ama kapitalist düzeni alt etmek istemeyen bir sosyalizmin arasındaki farkları belirginleştirmeye çalışıyoruz.

Daha yakın bir zaman dilimine gelirsek; son birkaç aydır sol örgütler, çeşitli insan hakları dernekleri ve hatta psikoloji dernekleri gibi kurumlar, ABD göçmenlik kurumunun özellikle de Meksikalı göçmenlere yönelik trajik, vahşi ve acımasız politikalarını kınadı ve buna tepki gösterdi. ABD işçi sınıfını çokuluslu olarak nitelendirdiğinizi düşünürsek, göçmenlere ve mültecilere dönük dayanışma kampanyaları yürütüyor musunuz? Farklı kökenlerden ve uyruklardan gelen bu işçiler arasında örgütlenmek için özel araçlara sahip misiniz?

Eugene: Her iki soruya da kesin cevabımız, evet. Bu bizim için en olağan çalışmalardan biri. Her şeyden önce, üyelerimizin çoğu, özellikle de göçmen nüfusuna sahip bölgelerde yaşayanlar, bu kökenden geliyorlar; pek çoğu en acımasız politikaları deneyimlemiş durumda, yaşamlarını işçi olarak sürdürdükleri için zaten içindeler. Onları göçmenler için mücadeleye yönlendirdiğimizde, 2006’da savaşa ve ırkçılığa son vermek için eylemler düzenleyen CEVAP VER Koalisyonu (ANSWER Coalition) aracılığıyla gerçekten önemli bir mesafe kat ettik. Bir yandan kendi örgütlenmemizi yaparken, öte yandan dost örgütlerle beraber Los Angeles’daki milyonluk 2006 1 Mayıs mitingi dahil çok sayıda gösteriye katıldık. Yani o zamandan beri hem kendi başımıza hem de birleşik cephe üzerinden göçmen karşıtlığını püskürtme mücadelesinin içinde olduk.

Trump dönemine gelirsek, protestoların çoğuna katıldık; okurlarınız belki görmüştür, Trump seçildikten çok kısa süre sonra hayata geçirilen havalimanı protestosu olsun, sonrası olsun, her gün göçmen meselesine doğrudan hitap edecek şekilde hareket ediyoruz. Ayrıca ücret soygunu gibi pek çok göçmeni de etkileyen yan sorunlara da eğiliyoruz. Göçmenlerin büyük bölümü, ücret soygununun en büyük kurbanı. ABD’de kapitalistlerin işçilerden çaldıkları diğer soygunlara göre çok daha büyük; özellikle de göçmenlerin olduğu binaları hedef alıyorlar, restoranlarda bir numaralı hedef onlar. Dolayısıyla yoldaşlarımız pek çok kentte bu türden sorunlar üstünde çalışıyorlar. Bunlar birbirine çok bağlı. Amerika’da geçici koruma statüsü denilen ve sıklıkla hedef alınan popülasyonlarla da yakından çalışmalar yürütüyoruz; bunlar büyük doğal felaketlerde ülkeye gelmesi muhtemel insanlar ve geçici bir süre sonra sınır dışı edilebiliyorlar. Örneğin, bu insanların toplandığı New York ve Miami’deki Haitili topluluğuyla yakından çalışıyoruz, geçici koruma statüsünün sona erdirilmesine ve Haitililere dönük ırkçı şeytanlaştırma girişimlerine karşı mücadele ediyoruz. Parti olarak bundan özellikle söz ettim, çünkü ABD işçi sınıfı o kadar çokuluslu ki, en yoğun bölgelerde işçi sınıfı çoğunlukla göçmen kökenli; üyelerimizin çoğu, kendileri öyle olmasa da, çok genç yaşlarda buraya gelen göçmenlerin birinci kuşak çocuklarından oluşuyor. Dolayısıyla bu konu bizim için en önemli faktör.

‘GÖÇMENLER VE MÜLTECİLER GÜNAH KEÇİSİ İLAN EDİLİYOR’

Sınıra yakın örgütlerimizi ve alanlarımızı da geliştiriyoruz; böylelikle devletin, polisin ve ırkçı profilin ağırlığını doğrudan hisseden alanlarda yaşayan göçmen nüfusuyla çeşitli düzeylerde çalışmalar yürütüyoruz. Bazı eyaletlerde kayıtlı olmadıkları için gayri resmi yerleşimlerde yaşayan insanların kaynaklara erişimleri yok, dolayısıyla onların temel ihtiyaçlarını karşılama mücadelelerine destek olmak için bu nüfus bölmeleriyle beraber de çalışıyoruz. Yani göçmenlik bizim için kesinlikle en büyük, en önemli çalışma alanlarından biri. Bu bizim için oldukça doğal, çünkü 2018 yılında ABD işçi sınıfı içinde yürütülen çalışmaların çoğu göçmen nüfusuyla ilgili çalışmalar. Bizim için gerçekten büyük bir alan. Yine polise karşı çalışmalarımız var; siyahi nüfus dışında çok sayıda göçmen özellikle Kaliforniya, Arizona, New Mexico gibi eyaletlerde çok yoğun tehdit altında. Polis baskısı gibi sorunların en şiddetli yükünü gerçekten onlar göğüslüyor, dolayısıyla bu faktörü yalıtıp ortadan kaldırmaya çalışıyoruz.

Brian: Bu konuda ufak bir ekleme, PSL üyeleri New York’taki en büyük ev işi emekçileri örgütünün lideri. Ev işi emekçilerinin hemen hemen hepsini kadınlar oluşturuyor. Bu da bir başka ciddi sorun. İnsanların ABD’ye göç etmesinin nedeninin ABD’nin iktisadi ve ekonomik alanlardaki emperyalist politikalarının yarattığı felaketlerin, faciaların sonucu olduğunu görmek mümkün. Şu anda dünya üzerinde 60 milyon insan kendi ülkelerinden göç ediyor ve 2 .Dünya Savaşı’ndan beri göçmen sayısı bu kadar yüksek olmamıştı. Elbette 2. Dünya Savaşı’ndaki göçlerin sebebi de askeri yıkımdı ve 2.Dünya Savaşı’nın sebebi de emperyalizm olgusunun yarattığı bizi ve Avrupa’yı doğrudan ilgilendiren ekonomik çöküşten başka bir şey değil. Göçmen ve mülteci sorunu emperyalizmden kaynaklanıyor ama muhafazakâr ve faşist hareketler göçmenleri ve mültecileri sanki sorunun kaynağı onlarmış gibi günah keçisi ilan ediyorlar. Bizim ise bireyleri ve grupları maruz kaldıkları bu güncel kapitalizmin en temel özelliğine karşı korumamız gerekli.

‘DEVRİMCİ BİR DEĞİŞİM PARTİ OLMADAN GERÇEKLEŞEMEZ’

Emperyalist sistem krizdeyken, uluslararası komünist hareketin durumunu sizler nasıl değerlendiriyorsunuz ve hangi yollarla bu harekete dâhil oluyorsunuz?

Brian: Biz bir komünist partiyiz ve 14 yıldır ABD’de yeniden bir komünist parti kurma amacıyla hareket ediyoruz. Bu karmaşık ve uzun vadeli bir hareket ve belki de planlanabilecek en zor hareketlerden biri ama aynı zamanda bu acil bir ihtiyaç çünkü devrimci bir değişim devrimci bir komünist parti olmadan gerçekleşemez. Komünist bir parti olmadan zafere ulaşmak mümkün değildir. Biz ABD’nin işçi sınıfını dünyadaki komünist hareketten ayrı olarak görmüyoruz. ABD işçi sınıfının kaderini dünyanın geri kalan işçi sınıfından ayrı görmüyoruz. Zaten bu da imkânı olan bir şey değil. Bu yüzden ABD’de dünya komünist partileriyle birlikte hareket etme, koordineli çalışma ve onlardan bir şeyler öğrenme arayışı içinde olan bir komünist parti kurduk.

Bu yaz Kanada'da yapılan G7 toplantısıyla devam edelim. Bu toplantıya G7 birliğini oluşturan zengin devletler arasındaki bağların gerilmesinin yanı sıra ABD'nin emperyalist düzen içindeki kontrol ve hegemonyasını yitirdiğini ortaya seren, dünya çapında yaygınlaşan bir fotoğraf damgasını vurmuştu. Bu arada Çin, dünya düzeni içindeki iddialarını üst seviyeye taşıyor, ittifak ve yatırım alanlarını genişletiyor ve böylece ABD'nin etki alanına giren bölgelere doğru etkisini genişletiyor. Haliyle bu gelişmeler ve rekabet, emperyalizm koşullarında her zaman oynaktır. Sosyalist devrimci bir perspektiften bakıldığında emperyalizmin küresel krizinin nasıl bir seyir izleyeceğini düşünüyorsunuz?

Brian: ABD emperyalizmi 2. Dünya Savaşı'ndan sonra yeni bir dünya düzeni oluşturdu. Dostunu da düşmanını da rehabilite etti. 2. Dünya Savaşı'yla temelden yıpranmayan tek emperyalist unsur ABD'ydi. Dahası, güçlenerek çıktı. Sonuçta, BM, IMF, Dünya Bankası ve ABD dolarını dünyanın para birimi olarak tanımlayan Bretton-Woods konferansını da kapsayan çok taraflı bir dünya düzeni yarattı.

Birkaç yıl sonra 1949'da Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nü (NATO) ve Sovyetler Birliği'ni çevrelemeyi amaçlayan dünya çapında çok sayıda başka askeri birlikler kurdu. Sovyetler Birliği'nin beklenmedik dağılışıyla birlikte ABD hükümeti dış politikasını tekrar düzenledi ama önceki çok taraflı düzenlemeleri ortadan kaldırmadı. Aksine, ileride herhangi bir ülkenin rekabetini sineye çekmeyeceğini ve Amerikan egemenliğinin daha çok askeri otorite yoluyla gösterileceğini yalın bir şekilde ifade etti. Sovyetler Birliği'nden 27 sonra geldiğimiz noktada dünya düzeninde başka bir köklü değişikliğe tanıklık ediyoruz.

En dikkat çekici olan Çin'in stratejik bir rakip olarak ortaya çıkmasıdır. Tam da bu nedenle Trump yönetimi Çin'i resmi olarak ABD emperyalizminin stratejik rakibi olarak tanımlıyor. Bu durum Sovyetler Birliği'nin 1991'deki çözülüşü sırasında akla bile gelmezdi. Fakat Çin bugün, ironik bir şekilde emperyalist şirketlerin ve ülkelerin doğrudan yabancı yatırımları dolayısıyla dünyadaki en büyük ikinci ekonomik güç haline geldi. Ulusal ekonomik çıkarlarını sadece Çin'de değil Asya, Afrika ve Latin Amerika dahil olmak üzere dünya çapında ileri sürüyor.

Çin dış politikası, tüm bu dönem boyunca ABD emperyalizmini yatıştırmaya, Çin'e doğrudan yabancı yatırımların ve Çin'in pazara erişiminin sürmesi karşılığında ABD hegemonyasını küresel politikanın hakim gerçekliği olarak kabul etmeye dönüktü. Fakat artık Çin'in büyümesiyle birlikte ABD hükümeti ve burjuvazi Çin'i ABD hegemonyasına bir tehdit olarak görmeye ve onu hedef almaya başladı. Burada ABD hükümeti ve burjuvazi derken sadece Trump'ı değil Barack Obama'yı ve ABD'deki kapitalist düzenin hemen hemen tüm kesimlerini kastediyorum. 2011 sonlarına doğru Barack Obama'nın Avustralya ziyareti sırasında Asya Ekseni ilanıyla resmen başladı. Eksenin iki belirgin özelliği vardı: İlki, Çin'in değil ABD'nin küresel ticaret kurallarını Çin'in aleyhine ABD'nin ise lehine olacak şekilde yazacağı Trans Pasifik Ortaklığı'ydı; ikincisi ise ABD'nin askeri varlığının, özellikle de ABD donanması ve hava gücünün en az yüzde 60'ının Asya Pasifik bölgesine yerleştirilmesiydi. Böylece, Çin'in "arka bahçesi" olarak adlandırılabilecek bölgede ileri düzeyde agresif ve çatışmacı bir konumlanış yaratmış oldu. Bu yeni gerçeklik karşısında Çin yatıştırıcı ABD politikasını daha fazla sürdüremez hale geldi çünkü ABD artık agresif planlarını doğrudan Çin sınırlarına dayandırmaya başlamıştı.

Obama, Trans Pasifik Ortaklığı ve Çin'i sınırlandırıp tehdit etmek için Amerikan askeri gücünün yeniden konuşlandırılması gibi çok taraflı anlaşmaları devreye sokmaya çalıştı. Trump, iptal edilen Trans Pasifik Ortaklığı'nın yerine Çin'e karşı muazzam boyutlarda cezalandırıcı bir vergi ve yaptırım sistemini devreye soktu. Niyet, Çin'i geri ittirmek ve dinamik ekonomik gelişimini engellemektir. Aynı zamanda, Trump'ın kendisinden belki de daha önemli olacak şekilde Pentagon da Çin'i hedef aldı. Bunu sadece Güney Çin Denizi'nde askeri meydan okuma için değil, aynı zamanda da "Bir Kuşak, Bir Yol" projesini kışkırtmak için de yaptı. Savunma Bakanı James Mattis geçenlerde yaptığı bir konuşmada Çin'i "Bir Kuşak, Bir Yol" projesini sürdürmeye çalışmakla suçlayarak, "Sayısız kuşak, sayısız yol var" diyerek, ABD'nin, küresel ticaret düzeninde Çin'in hakim oyuncu olarak kendi yerini almasına izin vermeyeceğini ima etmiş oldu.

Bu dünya politikasında yeni bir temel çelişkidir. Dünya politikasını bu yönlendirecek; geçici, rastlantısal veya gündelik değil. Önümüzdeki yıllarda ve on yıllarda mücadelenin temel ekseni olacak.

Her ne kadar, Rusya 1990'larda Yeltsin yönetiminde olduğu gibi neokolonyal bir konuma geri dönmediği müddetçe ABD'nin Rusya'yla ve Rus devletiyle mücadelesi yakın dönemde olduğu gibi devam edecek olsa da, Çin'i hedef alan ABD'nin bu emperyalist çerçevesi içinde Rusya'ya dönük politik saldırganlık ikincil bir konudur. Nihayetinde, ABD yönetici sınıfı 2. Dünya Savaşı'ndan sonra biçimlenen reel hegemonyasını koruyabilmesinin tek yolunun Çin'i zayıflatmak olduğuna inanıyor. Bize göre nihai hedefleri Çin hükümetini ve Çin Komünist Partisi'ni devirmek. Devrimci komünistler tarafından yıkılmadığı müddetçe, Çin halkı için tam bir felaket olur bu, çünkü bize göre aksi türlüsü tıpkı Sovyet hükümetinin 1991'de çöküşüyle Sovyetler Birliği nasıl parçalara ayrıldıysa Çin'in de parçalara ayrılmasına yol açacaktır. ABD emperyalizminin esas amacının bu olduğunu düşünüyoruz. Çin'in yükselişini durdurmanın tek yolu hükümetini devirmektir ve bu da birleşik bir Çin yerine onun gerçek fiziksel ayrışmasına yol açacaktır. Nihayetinde bu, Çin'i 19. Yüzyılda Avrupa ve emperyalist güçler tarafından parçalanmış ve zayıflatılmış haline geri döndürecektir.

Eugene: Bu noktada, Çin konusuyla da ilişkili olarak Afrika hakkında hemen kısa bir şey eklemek istiyorum. Son beş yıl içinde ABD emperyalizmi Afrika kıtasındaki askeri gücünü muazzam arttırdı. Mesela ABD özel kuvvetlerinin önemli bir kısmı şu anda Afrika'da ve bizim şu soruyu sormamız gerekiyor: Neden? Genellikle bu mesele ABD ve Çin'in buradaki kaynaklar için çatışması olarak resmediliyor. Bize göreyse, Afrika'nın geniş bir kesiminde halk güçleri arasında ne olduğuna bakarak daha kapsamlı bir yaklaşım geliştirmek gerekiyor.

Fransa ve Almanya'yla birlikte ABD'nin Afrika'yı yeniden militarizasyonu, Reagan yönetiminin 1980'lerde Latin Amerika'da izlediği politikaya benziyor: Batı'yla müttefik olan ve kaynaklarını onlara peşkeş çeken son derece sömürücü hükümetleri silahlandırmak ve yeniden silahlandırmak için terör bahanesini kullanmak.

Bununla birlikte, Demokratik Kongo Cumhuriyeti -Telema Hareketi (Kongo dilinde ‘Ayağa Kalk’) - Burkina Faso ve Gine gibi ülkelerde işçi sınıfı gençliği içinde geniş halk hareketlerinin ortaya çıkışına da şahit olduk. Bu hareketlerin büyük bir bölümü, ilhamlarını Afrikalı devrimciler Thomas Sankara ve Patrice Lumumba’dan alıyor ve iktidar mücadelesi veriyor. ABD ve diğer Avrupalı güçler için bu çok tehlikeli, çünkü Burkina Faso’da Thomas Sankara’nın yönetiminde kısa süreliğine varlık gösteren radikal devrimci bir hükümet ve Çin gibi bir ülkenin varlığı oldukça önemlidir. Başka seçeneklerin bulunduğu bir bağlamda Afrika’da devrimci bir hükümetin ortaya çıkması durumunda; bu ülkelerin daha iyi, daha az sömürü içeren ilişkiler elde etmek için Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya veya başka ülkelerle birlikte iş görebilecek olması, kıtada ABD emperyalizmini ve Avrupa emperyalizmini zayıf düşürecektir. Onlar açısından Afrika’daki kaynaklara tam anlamıyla serbest bir erişim sağlamak, kapitalist-emperyalist sistemin devamlılığı açısından hayati öneme sahiptir. Çin ve Afrika meselesinde, ABD’nin emperyalist stratejisinin Çin’e neden bu kadar düşmanlık güttüğünü kavrayabilmek için Afrikalıların, Afrikalı işçi ve köylülerin temsiliyetini de konuya dahil etmemiz gerekiyor. Her ne kadar çok az tartışılıyor olsa da, bence bu durum ABD emperyalizminin, Afrika’nın farklı bölgelerinde, Batı Afrika, Orta Afrika ve şimdi de Güney Afrika’da devrimci bir yönelime sahip hareketlerin yükselişinden neden bu kadar kaygılandığını anlamamızı da kolaylaştıracaktır. Güney Afrika’daki pek çok halk eylemliliği ve grevlerin de etkisiyle daha radikal hareketlerin ortaya çıkması korkusuyla, ABD hükümeti, eski apartheid güçlerinin hak iddialarını oldukça sert bir biçimde desteklemeye başlamıştır.

Bir önceki soruyla bağlantılı olarak, emperyalist hiyerarşideki rekabetin bir yansıması olarak Çin’e dayatılan vergiler ve ticaret savaşlarının gidişatı ve geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunun yükselişe geçen bir küresel saldırganlığa ve belki de bir savaşa neden olabileceğini düşünüyor musunuz? Çin’in serbest ticareti desteklemesi karşısında Trump’ın korumacılığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Tekellerin karşılıklı bağımlılığı, askeri saldırganlığın yükselmesini soğurur mu, yoksa başka tür bir etkide mi bulunur? Dahası, ABD işçi sınıfı içinde bu durum nasıl yorumlanıyor?

Brian: Lenin “Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” kitabını yazdığında, modern kapitalizm çağında emperyalistler arası savaşın neden kaçınılmaz olduğunu ana hatlarıyla ortaya koydu. Emperyalistlerin, dünyayı pazarlar, nüfuz alanları ve sömürgeler üzerinden halihazırda paylaştıklarına dair bir görüş ortaya atmıştı. Ve tekelci kapitalizm yayıldıkça, bu durum dünyanın pazarlar ve sömürgeler halinde yeniden paylaşımı için mücadeleye girilmesine neden olacak ve emperyalistleri kendi aralarında savaşmaya itecekti. Birinci Dünya Savaşı’nda olan budur ve bu da Rusya’da devrime yol açmıştır. İlk sosyalist cumhuriyetin doğuşunun yanı sıra, Almanya’da neredeyse bir devrime, Macaristan’da ise kısa süreli bir devrime yol açtı; ve savaş dünyanın sömürgeleştirilmiş bölmelerindeki emperyalist hakimiyeti kesinlikle zayıflatmaya başladı. Dünyanın her yerinde, özellikle de Asya’da ve Ortadoğu’da komünist hareketler güçlenmeye başladı. İkinci Dünya Savaşı ise, tamamen aynısı olmasa da bu temel olgunun bir tekrarı oldu. Bu savaş da başka bir sosyalist ve sömürge karşıtı devrimler dalgasına yol açtı.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD yönetici sınıfı, yalnızca ABD’nin mutlak egemenlik kurmasına olanak sağlayan değil aynı zamanda bir üçüncü dünya savaşının patlak vermesine de engel olacak yeni bir dünya düzeni yaratmanın arayışına girdi, çünkü her iki dünya savaşı da, kapitalist hegemonyanın temel dokusuna tehdit oluşturan sosyalist devrimlere yol açmıştı. Bu yüzden, emperyalistler arasında büyük bir güç çatışması ve savaş anlamına gelen üçüncü bir dünya savaşını engellemiş oldular. Elbette pek çok başka savaş da çıktı: Kore Savaşı, Vietnam Savaşı ve birçok diğer küçük, bölgesel çatışmalar. Ama yine de büyük güçler arası bir çatışmadan kaçınılmış olundu. 

PSL olarak Çin’in ABD kapitalizmi ile stratejik rekabette yeniden yükselen bir unsur haline gelmesinin ve ABD’nin karşıdevrimi ve rejim değişikliklerini desteklemeye organik yatkınlığının sonucu olarak büyük güçlerin karşı karşıya geleceği yeni bir yolun açıldığını düşünüyoruz. Bu ne sadece lafta kalan bir durum ne de PSL Merkez Komitesi’nin hayal gücünün bir ürünü. Bu tüm gezegende binin üzerinde askeri üs ile bugün dünyanın en büyük savaş makinesine sahip olan Pentagon’un resmi doktrini. Ocak 2018’de kabul edilen Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde ve Nükleer Görev Değerlendirmesi’nde ABD’nin büyük bir karşı karşıya gelişe hazırlanmakta olduğu açık olarak görülüyor, ve hatta bu yeni doktrini bu şekilde adlandırıyorlar. Bu askeri planlamaların, olasılık planlamalarının, bütçe hazırlığı ve askeri yerleştirmelerin bu amaca göre yapılacağı anlamına geliyor. ABD egemen sınıfı için öncelik artık “teröre karşı savaş” olmaktan çıkmış durumda.

Peki bu ne anlama geliyor? ABD ve Çin arasında bir savaş çıkabilir mi? ABD, Rusya ve Çin arasında bir savaş çıkabilir mi? Cevabımız elbette bunun mutlak bir akılsızlık olacağı. Ama İkinci Dünya Savaşı da böyleydi, Birinci Dünya Savaşı da böyleydi. Kimse bu ikisinin askeri, ekonomik ya da siyasi gücün akıllıca kullanımı olduğunu iddia edemez. Ama her şeye rağmen gerçekleştiler. Lenin’in “savaşın kaçınılmazlığı” tezinin değişen tarihsel koşullar ve bağlamlarda kendini tekrar tekrar ortaya koyduğunu düşünüyoruz. Evet, dünya artık sömürgeler veya bir avuç sömürgeci devletten oluşmuyor. Ancak savaşın ortaya çıkmasına dair aynı organik yatkınlık, ABD, Rusya ve Çin arasındaki çatışmalara doğru yöneliyor. Peki bu kapitalizm için faydalı ya da yardımcı bir şey olur mu? Hayır. Ya da bugün yüksek ölçüde entegre olmuş, kârını sadece ABD’deki yatırımlardan değil aynı zamanda Çin’deki yatırımlardan, sadece ABD’deki emekten değil, hemen her metanın üretiminin altında yatan emeğin uluslararası işbölümünden elde eden sermaye sınıfı için faydalı ya da yardımcı olacak mı? Hayır, olmayacak. Ancak bu kapitalizmin ve emperyalizmin bu düzeyindeki bir başka temel çelişkisi.

“Kapitalizmin en yüksek aşaması” olarak emperyalizm dediğimizde, daha iyi olamayacağını, başka herhangi bir şey aracılığıyla reforme edilemeyeceğini, organik ve temel bir açığı bulunduğunu söylüyoruz. Dolayısıyla temel tezimiz, büyük güçler arası bir çatışma ne kadar akıldışı olursa olsun, yaklaşmakta olan budur. Yarın mı olur, önümüzdeki on yıl içinde mi olur? Elimizde bir kristal küre yok ve geleceği göremiyoruz. Ayrıca halk kitlelerinin devrimci müdahalesi ile ilişkilerin mevcut durumunu değiştirebileceği gerçeğini de görmezden gelemeyiz. Temel önermemiz sosyalizmin mutlak bir gereklilik oluşu. Yalnızca sınıflı toplumdaki sömürü ve baskıyı sona erdirdiği için değil, aynı zamanda insanlığı büyük güçlerin çatışmasından doğacak muhtemel bir felaketten kurtaracağı için.

Eugene: Gümrük vergilerine gelecek olursak, işçi sınıfı içinde elbette çok çeşitli görüşler var. Ancak en azından sanayi işçileri arasında ilginç ve çelişkili eğilimler söz konusu. Metal endüstrisini ele alalım. Trump’ın kampanyasında yer verdiği ilk yönelim, metaldeki iş alanlarını geri getirme sözü, metal işçileri arasında bir derecede popülariteye sahipti. Bir çoğu nihayetinde Trump’ı destekledi, çünkü bunun işlerini geri kazanmaları, ücretlerinin artışı vs. ile sonuçlanacağına inandılar. Şimdi Trump’ın retoriğini abartıp metal iş kolundaki işlerin Çin yüzünden, Meksika yüzünden ya da başkaları yüzünden kaybedildiğini söyleyecek değiliz. İş kaybı yaşanmasının sebebi teknolojik gelişmelerdi, bu aynı zamanda belki de metal endüstrisinin küçülmesinde de en önemli etkendi. Esas yaşanan ise ABD metal sektöründe patronların işleri büyüttükçe, parayı da kendilerine daha fazla saklıyor oluşu. İşçiler metal endüstrisini güçlendirecek politikaların kendilerini de güçlendireceğini varsaydılar, ancak şu anda gerçeğin bunun tam tersi olduğunu görüyorlar, metal patronları yıllar içinde zenginleştikçe zenginleştiler ve hâlâ istekleri bitmedi, en fazla kâr ettikleri zaman bile işçilerin ücretlerini düşürmek, haklarını daha fazla kısıtlamak istiyorlar. İşte tam da bu nedenle altmış bin metal işçisi greve çıkmaya hazırlanıyor. Grev yapacaklar mı? Henüz kesin değil, ama Trump yönetimine olan öfke büyüyor, çünkü işçiler gümrük vergilerinin öyle ya da böyle patronların politikası olduğunu görüyorlar.

Aynı şekilde havayolu gibi başka iş kollarında da gümrük vergilerine bakacak olursanız, bunlar maliyetleri yükseltiyor ve şirketler için zorlayıcı oluyor - elbette kesintiler Boeing gibi büyük patronlara fatura edilmeyecek, her türlü kayıp işçilere yansıtılacak. Bu ilginç ve çelişkili bir gelişme ama aynı zamanda umut verici. Gümrük vergilerinden az da olsa yararlanan bir iş kolu da olsa, bundan zorlanan bir iş kolu da olsa, nihai sonuç işçilerin hükümetin hamlelerinin kendi sınıflarının çıkarına olmadığını görüyor olmaları. Bunlar patronların lehine işliyor. Emek hareketinin, işçiler kendi çıkarları için savaşmadıkları sürece, hiçbir politikacının onlara yardım edemeyeceğini anladıklarında güçlenebileceğini düşünüyoruz.

Bana göre gümrük vergilerinin popülaritesi gittikçe azalıyor. Hiçbir zaman zaten aşırı popüler olmamıştı. ABD işçi sınıfının büyük bir bölümü endüstride çalışmıyor ve bu nedenle de çoğu kişi için gümrük vergileri, ABD-Meksika ya da ABD-Çin ya da herhangi bir yer arasında gerilimin artması fikri, hoşnutlukla karşılayacakları bir şey değil. Ticaret savaşlarının gerçek savaşlara yol açacağı sıklıkla dile getirilir, bunu pek çok kişi bilir. Ancak gümrük vergilerinden en çok etkilenen iş kollarında dahi gerçekte yaşanan, sermayenin işçilerin kurtarılacağına dair vaatlerinin ne kadar yanlış olduğunun fark edilmesi.

Brian Becker

PSL Kurucu Merkez Komite üyesi ve ANSWER Coalition kurucusu ve ulusal koordinatörü. Washington DC’de yaşıyor ve gazeteci olarak çalışıyor. Socialism and War, China: Revolution and Counterrevolution, Storming the Gates: How the Russian Revolution Changed the World gibi çok sayıda kitap ve dergi makalesinin ortak yazarı.

Eugene Puryear

PSL Kurucu Merkez Komite üyesi. 2008 ve 2016 seçimlerine PSL adına ABD Başkan Yardımcısı adayı  olarak katıldı. Shackled and Chained: Mass Incarceration in Capitalist America adlı kitabın yazarı, Washington DC’de yaşıyor ve gazeteci olarak çalışıyor.