Yalçın Küçük: Duruşmada MİT'çi Eymür, Tuncay Özkan'a 'Sen bizdensin' dedi

Yalçın Küçük gündeme ilişkin soruları yanıtladı... Tuncay Özkan'ın 10 yıl sonra ortaya çıkarıp savcılığa verdiği flaş bellekle ilgili tespitlerini anlatan Küçük, Fatih Terim'den KIlıçdaroğlu'na, Tuncay Özkan'dan İlker Başbuğ'a, Mehmet Ağar'dan Enis Berberoğlu'na kadar pek çok isim hakkında çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Deniz Hakan, Okan İrtem, Barış Zeren

Prof. Dr. Yalçın Küçük, yaklaşık iki aydır süren suskunluğunu bozdu ve gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 

Deniz Hakan, Okan İrtem ve Barış Zeren'in sorularını yanıtlayan Yalçın Küçük, kamuoyunda bir süredir tartışılan CHP Mİlletvekili Tuncay Özkan'ın 10 yıl sonra ortaya çıkarıp savcılığa teslim ettiği flaş bellekle ilgili de  açıklamalarda bulundu. 

Yalçın Küçük'le yapılan söyleşiyi soL okurlarıyla paylaşıyoruz. 

"FATİH TERİM İMPARATORLUĞU SESSİZ SEDASIZ ORTADAN KALKTI"

Deniz Hakan: Yalçın Hocam, tekrar merhaba. AKP MKYK üyesi Ayhan Oğan’ın “yeni bir devlet kuruyoruz” açıklaması ile başlayabilir miyiz? AKP açıklamadan memnun görünüyor. Bu sözler edileli bir aya yakın zaman oldu, ama hem bu dönem içinde mülakat yapamadık, hem de bu öyle çok da tekil bir olay olmayabilirmiş gibi görünüyor. Bunun hemen üstüne İbrahim Kalın’ın “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ifadesinde ‘cumhuriyet’ sözü gereksizdir” açıklaması geldi. 15 Temmuz’un Hasan Tahsin’i gibi ifadelerin sıklıkla kullanılır olmasını da, şu an biraz ürkek ve çekingen de olsa, temelleri atılmakta görünen bu “yeni rejim” tartışmasının bir parçası olarak okumak mümkün. Ve böyle okunduğunda cumhuriyetçi kanadın gelişmelere ciddi ya da etkili bir tepki gösterdiğini söylemenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Siz bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yalçın Küçük: Doğrudur, Ayhan Oğan Beyefendi’nin yeni bir rejimin kurulacağını ilan ettikleri bir dönemden geçiyoruz. Tabii, bu aynı zamanda cumhuriyetin ortadan kalktığı anlamına gelir. Haklısınız, öyle çok üzülen görmedik. Ama bir tesadüfe bakın. Cumhuriyet’in yıkılışının ilan edildiği, çok da reddedilmediği bir zamanda bir başka imparatorluğun da sessiz sedasız, fazla gözyaşı dökülmeden ortadan kalktığına da tanıklık ediyoruz.

D. H.: Hangi imparatorluğun?

Yalçın Küçük: Fatih Terim imparatorluğunun.

Okan İrtem: Bu vesileyle sosyal medyada sizin on yıl önce Terim hakkında söyledikleriniz dolaşıyor.

Yalçın Küçük: Elbette efendim, çok açık biz hepsini söyledik. Deniz Hocamın söylediklerinden yola çıkarak şunları söyleyebilirim: Tayyip Bey adına Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkıldığının ilan edilmesiyle birlikte, ki İbrahim Kalın’ın açıklamasını böyle değerlendirmek mümkün görünüyor, Fatih Terim imparatorluğunun yıkılmasını karşılaştırabiliriz. Biri mutlak, biri söylentide iki devletin yıkılmak üzere olduğunu duymuş oluyoruz.

Ve Fatih Terim imparatorluğunun yıkılmasına daha çok üzüldüklerini söyleyebiliriz. Cumhuriyetin ortadan kalkışı ilanlarına, provalarına o kadar üzüntü, ağlama ifade edilmedi. Biraz ses çıkınca teselli ettiler. “Yoktur efendim, olmaz” dediler. AKP’nin memnun göründüğü de çok doğru. Ben Tayyip Bey’in açıklamalarında, Binali Beyefendinin ifadelerinde tek bir tekzip görmedim. Öyle okumadım, adamı yerinden de almadılar, kulağını da çekmediler. Kim bilir, görmeden madalya mı verdiler?

D. H: İbrahim Kalın’ın açıklaması Ayhan Oğan’ın sözlerine bir teyit gibi.

Yalçın Küçük: Fazlası var. Kılıçdaroğlu, “Açıklama bekliyorum” demişti. Açıklama Kalın’dan geldi. Böyle bakabiliriz. Kılıçdaroğlu aldı açıklamayı. Şimdi ne anladı bundan, bize de anlatsın, rica ediyoruz.

Ben Tayyip Bey adına bir başkasının açıkladığı, Cumhuriyetimizin ortadan kalkışını uzmanlarına bırakıyorum.

D. H.: Siz uzman değil misiniz? Ya da uzman olmak mı gerekiyor?

Yalçın Küçük: Tabii, ben de uzmanım ama, biraz da başkaları konuşsun. İnternetten bir bakar mısınız, Deniz Hocam, Fatih Terim der misiniz, eğer Google’ı açarsanız Terim’in anne ve babası hakkında bilgi edinmek isterseniz, Kıbrıs Türkü olduğuna dair bir bilgi bulursunuz ve başka bir şey bulmazsınız. Ayrıca bu kadar kısa bilgi de pek yeni bir şekilde konmuş durumdadır. Terim, benim daha önceki çalışmalarımda var. Babası Talat Terim’dir. Onu da, Yemen’de bulunan Terim kasabasını da yazdım. İbrani kökenliler doğdukları yerlerin isimlerini soyadı olarak alırlar.

D. H.: Anlamadım. Babası Kıbrıs’ta değil, orada mı doğdu diyorsunuz? Neye dayandırıyorsunuz?

Yalçın Küçük: Deniz Hocam, benim çalışmalarımda var. Benim çalışmalarım sırasında bu “Kıbrıslı” sözü yoktu. Fatih Terim’in babasının Yemenli olduğunu yazdığımı hatırlıyorum. Değilse, bildirirler. Bu Talat adını biliyor musunuz? Yakın zamanda kaybettiğimiz devrimci bir arkadaşımız, büyük bir büyüğümüz de Mehmet Talat’tı. Kuzguncuk’ta yaşardı. Şu anda elimde gördüğünüz The Complete Dictionary of English and Hebrew First Names; burada Tal adını buluruz. Talat adı buradan geliyor. Başka türlü geçişi yoktur.

Yemen bize geç zamanlarda katıldı ve oradakilerin bir kısmı o zaman geldi. Bir kısmı, İsrail kurulunca döndü. Geri kalanların çoğu güneye yerleşti, Adana’ya, İskenderun’a yerleştiler. Fatih Terim’e son derece uygundur. Bu şekilde Fatih Terim imparatorluğunun sona eriş tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin, mevcut cumhuriyetin pek yakın tarihlerde sona ermek üzere olduğunu da söylemiş oluyoruz.

Ve bir de üstünü örtüyorlar. Açıkça söyleyin!

"TAYYİP BEY AKP'DEN ÇOK RAHATSIZ"

Barış Zeren: Erdoğan’ın son dönemdeki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Metal yorgunluğu diye bir söz ortaya attı. Özellikle referandumdan sonra AKP teşkilatlarıyla sorunları olduğunu ilan ediyor. Önemli birtakım işler yapacaklarından bahsedip durdu. Ancak ne olduğunu söylemiyor.

Yalçın Küçük: Tayyip Bey AKP’den çok rahatsız, bunu görebiliyoruz. Sonra da “rahatsız olanlar ayrılsın” diyor, olmaz. Sen açıkça bir şey söylemiyorsun ki... Tek konuşmacı sensin. Gene de söylemiyorsun. Kim nasıl tahmin edecek ne istediğini? Tahmin mi edeceğiz?

D. H.: Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun üzerine de daha fazla gideceği mesajları verdi. CHP tabanı referandumda şaibe tartışmasında etkili olmayan Kılıçdaroğlu üzerinde ciddi bir baskı oluşturmuştu. Bir de Gülenciler soruşturması CHP’ye yaklaşınca Kılıçdaroğlu Adalet Yürüyüşü’nü başlatmak zorunda kaldı. Biz de en azından bu vesile ile CHP lideri, ana muhalefet partisinin biraz muhalefet yapmasına göz yumar diye sevindik. Mitinge katılım da, onca engellemeye, baltalamaya rağmen yüksekti, çok iyiydi. Ama şimdi hem Kılıçdaroğlu, ne yazık ki tam da kendisinden bekleneceği üzere, AKP’ye karşı muhalefeti bırakmış, tek muhalefetini Gülen’e yöneltmiş görünüyor; hem de Erdoğan buna rağmen Kılıçdaroğlu’nun bu yürüyüş kararını öyle kolay affetmeyecek görünüyor.

B. Z.: Erdoğan’ın asıl hedefi, yürüyüşün yarattığı heyecanı kırmaktı, Kılıçdaroğlu’na meydan okumaları bundan, daha ileriye gitmek ayrı bir fasıl açar. Nitekim tutuklama imalarını kısa sürede geri çekti, hem kendisi mealen “Onlar uyduruyorlar,” dedi, hem hükümet sözcüsünün ağzından, “Tutuklanmaz, milletvekili dokunulmazlığı var,” açıklaması geldi. HDP’liler söz konusu olduğunda dokunulmazlığın adını anmamışlardı. Elbette AKP dedikleri o kadar parçalı, telaşlı, kararsız ve “metal yorgunu” bir yapı ki söylediklerini tek başına güvence kabul edemeyiz. Gene de şu anda Kılıçdaroğlu’nu CHP başında tutan dengeleri sarsmak ister gibi görünmüyorlar.

D. H.: Erdoğan’ın bu yürüyüşten çekinmesini kolaylıkla anlayabiliriz ama Kılıçdaroğlu’na bu kadar kızması pek yazık aslında; tabii, gene Erdoğan açısından söylüyorum. Kılıçdaroğlu’nun senelerdir ciddiye alınacak hiçbir muhalefetini bilmiyoruz. Yürüyüş kararını hangi koşullar altında aldığı ortada. Erdoğan’ın kendisinin de Kılıçdaroğlu’ndan ne kadar memnun olduğunu ifade ettiğini biliyoruz, herhalde eşine az rastlanır bir durum dünya tarihinde. Daha geçtiğimiz günlerde de, CHP Tunceli milletvekili Gürsel Erol’u tebrik etti.

Yalçın Küçük: Evet, tabii, onu da tebrik etti. Ne yapmış Gürsel Erol? Öldürülen öğretmen Necmettin Yılmaz için yürüyüş yapmış tek başına ve Tayyip Bey de bu yürüyüşünden dolayı tebrik etmiş.

D. H.: Sanıyorum meclisteki konuşmasından dolayı.

Yalçın Küçük: Peki. Anlaşılan, CHP’li vekiller Erol’a “sana ne oluyor” diye kızmışlar. Buna mukabil Tayyip Bey telefon etmiş ve Erol’u tebrik etmiş. Böylece Hürriyet gazetesinin de tam yarım sayfası bu konuya ayrıldı, hatırlıyorum. Biraz bekler misiniz? Şu köşede olacak... Evet, Gürsel Erol “Çıkışım siyasi değil, vicdanidir” diyor. Onun üzerine, hiçbir anlamı olmayan koca bir haber Hürriyet gazetesinden. Bu adam, Gürsel Erol, defakto bir AKP’lidir. Neden bunu söylüyorum? Çok yakında bir referandum oylaması oldu. Bu oylamaya Kemal Kılıçdaroğlu katılmadı. Hatırlarsınız, Kılıçdaroğlu çok sıkışmıştı, Meclis Başkanı’nı ziyaret ettiği için vakit bulamadı, başka zaman bulamadı, referandumda oy vermedi.

O. İ.: Üstelik, ikinci defa oy vermemesi.

Yalçın Küçük: Evet, Okan Hocam, o zaman oy pusulasını bulamamıştı, bu defa vakit bulamamış. Peki, bu ikinci defa Kılıçdaroğlu’nun oy vermediği son referandumda, Kılıçdaroğlu ile aynı yerden milletvekili olan Gürsel Erol da oy vermedi, ilginç değil mi? Tabii, bu kişiyi milletvekili yapan Kılıçdaroğlu.

O. İ.: “Ne var oy vermemişse” diyenler de var.

Yalçın Küçük: Çok güzel. Bu milletvekili ne iş yapar, biliyor musunuz? Çok iyi para kazanır. Kültür Bakanlığından iş alır, sanat eserlerini tamir ettirir, tek işi budur. Bu kişi AKP’nin Kültür Bakanlığından sürekli iş alan, başka da hiçbir işi olmayan biri. Şimdi “siyasi değil, vicdani” diyor. Tabii, AKP Genel Başkanı memnun oluyor, onu tebrik ediyor. Haberde bir de Erol’un “AKP karşıtı değilim sözü” var.

"KILIÇDAROĞLU İLK DEFA GÜLEN'E HAKARET EDİYOR"

B. Z.: CHP içinde azımsanmayacak bir AKP var.

Yalçın Küçük: Tabii, tabii. Şu hale bakın. Habere bakıyorum, soru sormuşlar Erol’a, “Başbakan Tunceli’ye geldiğinde karşıladınız” diyorlar. İzin verir misiniz, size tarihi biraz geç olmakla birlikte bir kupür göstereyim, 26 Temmuz 2017, Hürriyet gazetesinin birinci sayfası. Kemal Kılıçdaroğlu “densiz” diyor, densiz dediği Fethullah Gülen. Deniz Hocam’ın teşhisi doğru, AKP’yi bırakmış, Fethullah’a dönmüştür. Ben daha fazlasını söyleyeyim. Ağır veya hafif, Kılıçdaroğlu ilk defa Gülen’e hakaret ediyor; bunları ben söylerim.

Kılıçdaroğlu, “Densiz, kalkmış, darbeyi ulusalcılar yaptı diyor” diyor. Hiç de utanmıyor. Atatürk Dersim katliamı yaptı, diyen Kılıçdaroğlu’dur. 27 Mayıs darbedir, diyen Kılıçdaroğlu’dur. Türban diyen odur.

Bunun, bu haberin, bir tek anlamı var: Evet, AKP sıkıştırdı, tekrar CHP’yi Fethullahçılıkla mahkemeye getirmek istiyor. Kılıçdaroğlu da bu sefer, çok ciddi bir şekilde, yanına Tuncay Özkan’ı da alarak AKP’ye görülmedik bir şekilde tekrar yanaşmak istiyor. Çok hoş, ellerine bir belge geçmiş. Tuncay’ın eline geçmiş bu belge, altın belge. Bu belgeyi bundan on yıl önce, o zaman tümgeneral olan Akın Öztürk’ün imha ettiği, üstünü kapattığı söyleniyor. Belgeyi Özkan İlker Başbuğ’a vermiş, Akın Öztürk imha etmiş. Akın Öztürk kim? Aşağı yukarı şu anda sayısız idamla yargılanan bir subay. Baş sanık.

O. İ.: Tabii Akın Öztürk’ün baş sanık, basının deyişi ile “darbenin bir numarası” olması aslında ordu açısından oldukça garip bir durum. Türkiye’de ordu hareketlerinde lider geçmişte hiç zaman hava kuvvetlerinden çıkmadı. Türkiye’de hava kuvvetleri orduda birincil bir güç de değil; dolayısıyla “bir numara” çıkarabilecek bir gücü bulunmuyor. Böyle bir baş sanıktan söz ediyoruz.

"İLKER PAŞA ŞU SIRALAR HÜRRİYET GAZETESİNİN GÖZDESİ, AYDIN DOĞAN ONU CUMHURBAŞKANI YAPMAK İSTİYOR"

Yalçın Küçük: Çok güzel; bunları yine tartışırız. Yalnız, bu Hürriyet haberinin altında bir haber daha var. Hürriyet gazetesi, sen bir harikasın. Neler yapıyorsun, neler… Kılıçdaroğlu’nu tekrar AKP’nin saflarına koymak için çok güzel bir sayfa hazırlamışsın. O sayfada Diyanet İşleri Başkanı Görmez için de bir köşe var. Diyanet İşleri Başkanı olan bu zat, kendisi de öyle düşünüyor olabilir, pek güzel bir halife olabilecek bir zat. Bu mesele yavaş yavaş konuşulur oluyor. Fethullah Gülen’e Kılıçdaroğlu’nun ifadesi ile “densiz” deniyor. İlker Başbuğ da sayfada eksik değil. Bir yığın Fethullahçı listesi hazırken bunlar temizlenecekken, liste İlker Başbuğ’a verilmiş, o da temizlensin diye Akın Öztürk’e vermiş, o da bu listeyi ortadan kaldırmış.

Nereden başlamalı? İlker Başbuğ’a sorabilir miyim, beraber hapis yattık, nereyi kapatmamış kendisi, Seferberlik Dairesi’ni kim açtı? “Açmasaydık bize güven olmazdı” diyen İlker Paşa değil mi? Andıçları kapatan kimdir? Andıçlardan habersiz olduğunu söyleyen kimdir?

Ben isim vermeyeceğim, AKP’li çok güçlü bir bakan diyeceğim, benim arkadaşım, “Yalçın,” dedi bana, “İlker Paşa orduevlerini bize açtı. Girin, istediğinizi alırsınız, dedi,” dedi. İlker Paşa şu sıralarda Hürriyet gazetesinin sahibinin en büyük gözdesi. Aydın Doğan onu cumhurbaşkanı yapmayı düşünmektedir, öyle görebiliyorum. İlker Paşa, “Akın Öztürk kapattı” demiş. Ben de İlker Paşa’nın neleri kapattığını, kapatırken de neleri açtığını söylüyorum.

Aah Tuncay ah, mahkemede bazen yan yana otururduk, beraber yemekler yerdik, şimdi boğazımda kalmış hissediyorum. 2007’den 2017’ye on yıl geçmiş. Peki bu on yılda devletimizin hapse atmadığı Gülenci kaldı mı?

"DURUŞMADA MİT'Çİ EYMÜR, TUNCAY ÖZKAN'A 'SEN BİZDENSİN' DEDİ"

D. H.: Nasıl kalmadı? Bir kısmı alınıyor, bir kısmına dokunulmuyor. Görünen bu.

Yalçın Küçük: Ah, bu çok doğru, Deniz Hocam, ancak bu liste neden şimdi çıkıyor sorusu da çok doğru.

Biz Tuncay’la arkadaşız, hapishanede beraber geçirdik, ama bunu anlamak mümkün değil. Bir gün, duymak istemediğim bir gün, ünlü MİT'çi Mehmet Eymür resmi tanık olarak geldi. Ben bu arada bir parantez açıyorum, Odatv davasında Hanefi Avcı’ya ifadesinde birden sordum, “Beni takip ettin mi?” dedim. “Ettim,” dedi. “Suç buldun mu?” “Bulmadım.” Mehmet Eymür’e de sordum, takip ettin mi, “yurt içinde, dışında hep ettim” dedi. “Sizin PKK ile bir ilişkiniz olduğunu bulamadım,” dedi. Tuncay arkadaşım da kalktı, Eymür’e bir soru sormak istedi, Mehmet Eymür ise Tuncay Özkan’a “Sen bizdensin,” dedi, tutanaklarda var.

O. İ.: Gazetelerde görünmüyor.

Yalçın Küçük: Okan Hocam, yazmazlar. Ben oradaydım, “Otur yerine,” dedi. Tuncay Özkan da oturdu. “Bir Gizli Servisin Tarihi” kitabına biz devletin kitabı olarak bakarız, bilinir. Mahir Kaynak’ın da bir televizyon programında benzer ifadeleri olmuştur. Çok da abartmıyorum, Mahir Kaynak da Başbakanlık Devlet Planlama’da benimle çalışmıştı. Bunları çok da önemsemiyoruz artık. Eninde sonunda, bir tür devlet memurluğu olarak görüyoruz. Bunu o kadar kınamıyorum, ama şu son çıkışı kınıyorum.

Burada şu görünüyor, idamla yargılanan bir insan için, hem İlker Paşa hem de Tuncay Özkan, elinde hiçbir bilgi olmadan bunları söylüyorlar. Ben Akın Öztürk ne yaptı, ne yapmadı, bilemem. Ancak, İlker Paşa, o zaman Kara Kuvvetleri Komutanı, hemen arkasından Genelkurmay Başkanı oluyor. Genelkurmay Başkanı tam yetkilidir. Pekâlâ istediğini ortaya çıkartabilirdi; elini masaya koyar, “Bütün bunları tekrar tekrar analiz edin,” derdi. Bu bir. İkincisi, 2007 yılında Hava Kuvvetleri Komutanı Aydoğan Babaoğlu’dur. 2009’a kadar Hava Kuvvetleri Komutanı’dır. Çok dürüst, millici bir komutan olarak tanırız. Ne alakası var İlker Paşa ile? Neden önce ona vermiyor?

Bir de, 31 Temmuz tarihli Sözcü’de bir belge var, tamamını yayımlamamışlar. Burada ne diyor, iki flash bellek var, daha önce birini İzmir’de bir belediye otobüsünde bulmuşlar; ordu iki flash belleği de incelemiş, “bir sorun görülmemiştir,” diyor. Ayrıca, bir başkasını da biliyorum, ismini vermeyeceğim, S.S. diyelim, o da bana bir liste verildi, diyor. Nasıl düşünebiliriz? MİT vermiş olabilir bir liste. Ve orduda soruşturulmuş. Sorun yoktur, denmiş. Ciddiye almamışlar.

"BİZ HEM BÜTÜN TARİKATLARA HEM DE GÜLEN TARİKATINA HEP KARŞI OLDUK"

D. H.: Bu gerçekten orduda Fethullahçılar olmadığını, bunun bir tehlike olmadığını göstermez ki. O zaman Gülen ile AKP arasında bir sorun yoktu. Ordu da üstüne gitmek istememiş olabilir. Ancak tabii, meselenin tek kişinin üstüne yıkılması tuhaf görünüyor. İlker Başbuğ neden bir şey yapmadı, sorunuz baki.

B. Z.: Tuncay Bey Fethullah’ın savcılarına, polislerine güvenmedim, ondan çıkarmadım diyor. Tamam ama hukukçulara sormak gerek, Ergenekon komplosu boyunca ya da nihayet mahkeme ağırlaştırılmış müebbet yağdırdığında, bir aşamada, eldeki böyle bir liste kritik bir rol oynar mıydı, oynamaz mıydı?

Yalçın Küçük: Tabii. Kılıçdaroğlu şimdi kalkmış utanmadan çıkıyor şöyle sözlerle: “Gülen ulusalcılar darbe yaptı densiz diyor.” Peki, ulusalcılar dedikleri darbeci diye içerideyken ne yapmış Kılıçdaroğlu? Ne yapmış!! Kemal Kılıçdaroğlu’na Balyoz’un Ankara soruşturmasında bir albayın eşi, bir hanımefendi, “lütfen girin mahkemeye” dedi. Kılıçdaroğlu hangi mahkemeye girdi? Kılıçdaroğlu ne dedi, “onlar darbeci” dedi, başka bir dediği yok!

Peki CHP’nin milletvekili olarak aldığı bir Eren Bey var, ne yaptı, ben ona Fethullahçı dediğim için dava etti. Ne oldu, ciddiye almadılar. Haa, ben daha önce de söyledim, suç işlemeyen Fethullahçıları suçlu görmem, tarikat üyeliğidir. Tarikat üyeliği de bu ülkede suç değildir, her yer tarikat. Ve biz hem bütün tarikatlara, hem de Gülen tarikatına hep karşı olduk. Solun mücadelesi var.

Biz Fethullah Gülenciler’le hep mücadele ettik ve ediyoruz ve CHP’ye yakıştıramıyoruz. Barış Yarkadaş da bana “benim Gülenci olduğumu düşünüyorsun,” dedi. Bırakıyorum şimdi. Biz yakıştıramıyoruz. Bir tanesini değil, iki tanesini değil, daha fazla var.

Tuncay arkadaşıma çok üzüldüm, neden bu listeyi zamanında bize vermemiş? Burada benim gibi bir Gülen uzmanı var, niye dosyayı bana vermedi? Barış Terkoğlu’nu kıskandım, ona da vermemiş ama var demiş, söylemiş. Barış Terkoğlu o sırada, yeni girmiş hapse, tecrübesi az; Tuncay Özkan’sın, bir yığın adam var senin çevrende, ayrıca Doğu Perinçek’in arkadaşlarının koğuşunda kalıyorsun, onlara da söylemiyorsun. Bana da söylemiyorsun. Sen bunu gerçekten birine vermek istiyorsan, böyle mi yaparsın?

Kılıçdaroğlu bir tek gün Atatürk’ün adını ağzına almadı. Türbanı getirmeyi ilk söyleyen politikacı Tayyip Erdoğan değildir. İlk söyleyen Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Devam ediyorum. Tunceli katliamını Atatürk yaptı diyen Kılıçdaroğlu’dur ve bir de eşidir. Eşininkini ben duymadım, ama öyle dediğini söylüyorlar. Doğru değilse, çıkıp söylesin.

Ben bu listenin tekrar bu şekilde gündeme gelmesini, Kılıçdaroğlu’nun AKP’ye yeniden dönmek istemesi olarak görürüm. İlk defa Fethullah Gülen’e “densiz” diyor. Tuncay Özkan’ın bu yaptığını da çocukça bulurum. Şuraya bakın, on yıllık FETO’cu listesi… Lafı edilmemiş daha önce. Bu eski listeyi şimdi ne yapacaklar? AKP bunları bilmiyor mu? Gidip bir de, Tayyip Bey’in pek sevineceği şekilde, şimdi çıkmış, dünyaya on yıl sonra açıkladığı bu şeyi bir de özel olarak Selvi’ye açıklıyor. Sen niye söylüyorsun Selvi’ye, Tayyip Bey’in özel bilgisi olsun istiyorsan koyarsın özel bir zarfa, sunarsın Tayyip Bey’e. Kılıçdaroğlu sana neden bunu salık vermedi, ayıp etmiş.

Orada bir sürü isim var, nereden biliyorsunuz Akın Öztürk’ü? Ortada hiçbir belge yok, kanıt yok. Haaa, ama şimdi AKP’nin hedefinde. Baş sanık. CHP de hedef alıyor. Ben hapishane arkadaşıma yakıştıramıyorum. Tabii, Kılıçdaroğlu sevinmiştir, gene vekil yapar. Yapsın. Söylediğim gibi, Akın Öztürk’ün ne yapıp yapmadığını bilemem, araştırılır, ama kanıt yokken, belge yokken “üstünü kapattı”, onu yaptı, bunu yaptı diyerek nasıl bu kadar emin, tek suçlu olduğundan emin, mahkûm ediyorsunuz? Benim yakıştıramadığım budur. Tekrar AKP’nin gözüne girmek mi istiyorlar? Benim sorum budur.

"ŞU ANKİ İÇİŞLERİ BAKANLIĞINDA MEHMET AĞAR'IN RENGİNİ, DAMGASINI HİSSEDİYORUZ"

B. Z.: Peki, Berberoğlu’na getirilen suçlama konusunda ne düşünüyorsunuz?

Yalçın Küçük: Enis’i daha önce de yazdım. Bir gün Ankara’da özel bir yemekte bir araya geldik, bir lokantanın kapalı özel odasında konuştuk. Mehmet Ağar vardı, o zaman bir partinin lideriydi, şu anda İçişleri Bakanı olan Soylu o partideydi, Doğruyol Partisi… Bu arada bir parantez açacak olursak, şu anda İçişleri Bakanlığının çalışmasında Mehmet Ağar’ın çok yardımcı olduğunu düşünebiliriz. Şu anki İçişleri Bakanlığı eylemlerinde Mehmet Ağar’ın rengini, damgasını hissediyoruz… Onun dışında, yemekte, Enis Berberoğlu vardı ve bir de Yiğit Bulut vardı. Yiğit Bulut o sıralarda son derece popüler, televizyonlarda çok konuşan ve ciddi bir AKP eleştirmeni idi. Tabii, bunları söylüyorsam, ben de vardım. Başkaları da vardı.

D. H.: Ne güzel isimler. Bu isimlerle neden buluştunuz, Yalçın Hocam?

Yalçın Küçük: Nasıl, kim çağırdı, bunu hatırlamıyorum ama toplantının yapılmasında, bu grubun bir araya getirilmesinde Yiğit Bulut’un aktif olduğunu düşünebiliriz. O sıralarda millici eğilimleri olan, bunları ifade eden biriydi. Bu toplantının bir veya iki gün sonrasında DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar “Musul’u almak lazım,” gecikmeyelim, demişti. Böyle bir partinin liderinin ağzından ilk defa duyduğumuz bir sözdü bu. Tabii, benim Doğu Birliği projemi bilenler vardır. Bunu benimseyenler vardır. Bir tanesi Yiğit Bulut’tur.

D. H.: Hâlâ mı?

Yalçın Küçük: Onu bilemem. Bu aralar sesleri kısıldı. Tayyip Bey’in danışmanlarının sesleri gelmiyor bu ara. Sakın bunu başka bir şekilde anlamayın. Tayyip Beyefendi iki başkan birden olduktan sonra, hem Cumhurbaşkanı, hem AKP Başkanı olduktan sonra konuşmalarının çoğunu kendisi yapar oldu. Dolayısıyla, diğerlerine söz kalmıyor. Böyle düşünebiliriz. Biz devletin içinden gelenler, devletin nasıl işlediğini bilenler için çok ilginç; tek tip elbisenin hangi renk olacağını da Tayyip Bey açıkladılar, Adalet Bakanı dinlediler, o tip şeyler oluyor.

Bir parti lideri Musul’un alınması gerektiğini, gecikmemek gerektiğini söyledi. Ne olursa olsun, ben memnun oldum. Benim düşüncelerimi bilirler, sözüm de var: “Hatay’ı kolay aldık, Musul’u kolay verdik.” 1961-62 yılında bir genç CHP vekilinin, Bedri Baykam’ın babası Suphi Baykam benden meclisteki konuşmasını hazırlamamı istemişti; bunları o zaman çıkarmıştım. Tabii, Doğu Birliği dediğimizde Musul var, başka yerler var.

B. Z.: Şu an mümkün görüyor musunuz?

Yalçın Küçük: Şu anda buna imkan görmem. Bir, AKP iktidara geldi ve bir de son dönemde Rusya sıcak denizlere indi ve Suriye’ye yerleşti. Tayyip Bey Suriye’de namaz kılacaklarını söylüyorlardı. Tabii, sonrasının nasıl geliştiğini biliyoruz. Hem Rusya’dan alınamaz hem de böyle düşmanlıkla olmaz. Tabii, ben Doğu Birliği’nden vazgeçmiş değilim. Almakla değil, dostlukla. Birlik için ilk düşüneceğimiz Suriye’dir. İttihatçıların kokusu sinmiştir oraya.

Mehmet Ağar farkında mıdır, değil midir, soyadı Agar’dır veya Hagar, H’si atılır, kullanılmaz. Hacer demektir. Hacer annemiz var ya, İsmail Peygamber’in annesi. İsrail Cumhurbaşkanı Türkiye’ye geldiğinde Türkler’den bahsetmedi, İsmaililer’den bahsetti. Bizi İsmaili olarak görüyor. Müslümanlara Haceri de denirdi. Diğeri nedir, muhacir. Bir süre bize, İslam demeden önce muhacir, hatta Haceri denirdi. Bunları not ediyorum, İslam alimlerimiz kontrol etsinler.

Yemeğe dönelim. Çok enteresan bir toplantı oldu. O sıralarda, çok enteresan, Enis o sırada Hürriyet’in başındaydı, neden açıldı, onu bilmiyorum, Enis birden “Efendiler’i Soner yazmadı,” dedi. Bize bazen, Soner Yalçın, Yalçın Küçük, iki Yalçın da derler. Enis, “Soner bir başka kitap yazacaktı,” dedi. “Ben onu Doğan Yayınevi’ne götürdüm, Evliyazadeler’i yazacaktı” dedi. Evliyazadeler’i de not ediyoruz, yakın tarihimizde önemlidir, Menderes ailesine Evliyazadeler denir, bir de yakın akrabası Fatin Rüştü Zorlu. Ne yazık ki 27 Mayıs devriminden sonra bu dünyadan ayrıldılar.

Enis bunu söyledi, “Efendiler’i de Yalçın Küçük yazdı” dedi. Ben sustum, yazdım, yazmadım, bir şey demedim. Bu alanı Türkiye’de ben açtım, ama bu konuda bir kitabı Soner’in hele de Doğan Yayınevi’nden çıkarmasına çok sevindim. Çünkü Türkiye’de böyle yeni kapılar açanlara çok kötü davranırlar. Büyük bir yayınevinden çıkması çok kolaylaştırır.

Gerçekten de Soner bana onomastik veya isimbilim üzerinde çalışmak için geldiğinde Evliyazadeler konusunda önemli çalışmalar yapmıştı. Bana yaptığı çalışmalar hakkında bilgiler verdi, kimlerle mülakat yaptığına dair bilgiler verdi. Ben sınıf arkadaşım ve sınıfta da arkadaşım olduğu için Sevin Zorlu’yu sordum. Sonra Soner bu konudan vazgeçti ve onomastik üzerine çalıştı. Bir, ben herkese yardım ettiğim için seve seve yardım ettim. İki, bu işi bir başkasının kitap haline getirmesini de istiyordum. Kendimi koruma altına almak istiyordum. Daha önce de bahsettim, Doğan Yayınevi bana çok büyük yardımlar yapmış oldu. Hem Efendi, hem de The Dönme kitaplarından çok memnun oldum. Türkiye’nin açlığı olan bir konuda kütüphanelerimizi zenginleştirmiş oldular.

Enis Berberoğlu’na dönersek, ben Enis’i çok az tanıdım ama çok dürüst bir çocuk olarak tanıdım. Şimdi Fethullahçı diyorlar, ben de Enis’i çok eleştirdim, ama hayır, ben Fethullahçı olduğuna inanmıyorum. Daha önceki mülakatlarımızda üzerinde durduk.

Bana Enis Berberoğlu’nu Ayşegül Dora tanıttı, Ayşegül Dora Cumhuriyet gazetesinde çalışmış önemli bir gazeteciydi. İlhan Selçuk almış onu oraya, hep geliştirmiş. Enis’i Cumhuriyet gazetesinde destekleyen Ayşegül Dora’dır.

Enis Berberoğlu’nun da bugünlerde demeçleri var, “beni itirafçı yapamazsınız” diyor. Görüşlerimde yanılıyor olabilirim tabii, ama şu anda yanıldığımı hiç düşünmüyorum.

"ARTIK KUVVET KOMUTANLARINI ORDU SEÇMİYOR"

O. İ.: Yalçın Hocam, sivil üyelerin damgasını vurduğu YAŞ atamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yalçın Küçük: Yüksek Şura’ya girmeyen bir isim, oramiral de koramiral de olmayan bir isim Deniz Kuvvetleri Komutanı oldu. Kim Kara Kuvvetleri Komutanı oldu, emekli olmayı bekleyen bir isim. Yüksek Şura’ya katılanların çoğu ise aynı Şura’da emekli oluyor. Bir Genelkurmay Başkanı var, şu anda çok önemli görünmüyor; bir de Genelkurmay Başkan Yardımcısı vardı Şura üyesi, onun da pek bir rolü olmadı.

Şura’ya katılanların çoğu, hayır sivil ayağı söylemiyorum, eski dönemde devlet bakanı dediğimiz türden, görevi olmayan, yönetmeyen bakanlara benziyorlar. Artık kuvvet komutanlarını, bir şekilde, ordu seçmiyor artık. Hükümet var, Milli Savunma Bakanlığı var, bunlar var. Seçenlerin çoğunluğu ordu mensubu değil. Artık ilk defa ordu kuvvet komutanlarını seçmiyor.

Öbür taraftan, hiçbir açıklaması, şusu busu da yok, pek çok yerde, özellikle Deniz Kuvvetleri’nde oramiral olan insanlar emekliliğe sevk ediliyor. Onun ötesinde, daha önce donanma komutanlığı yapmamış bir koramiral Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na getiriliyor. Aynı şekilde, daha önceki görevinde bir bakanın altında olan bir komutan Kara Kuvvetleri Komutanı oluyor. Artık Kuvvet Komutanlarını Şura üyeleri seçmiyor, bakanların çoğunlukta olduğu bir heyet bunları belirliyor. Bu, yepyeni bir durumdur.

Bir de şunu görüyoruz. Bu dönemde, bundan sonra ordunun gizlileşme ihtimali çok yüksektir.

D. H.: Bu durumun kaçınılmaz sonucu anlamında mı söylüyorsunuz?

Yalçın Küçük: Tabii, Deniz Hocam. Orduda hükümete yakın olmayan subaylar emekli edilecek, milliciler ya da ulusalcılar, ne diyorlarsa onlar, emekli edilecek, böyle derlerdi eskiden. Bundan sonra böyle şeyler söylenmesi pek zordur. Ordudaki bir subayın Atatürkçü mü olduğunu, Atatürkçü olmayan bir subay mı olduğunu bir kimsenin bilme ihtimali kalkmıştır. Ordu bundan sonra gizli bir ordudur. Artık hiç kimse rengini, şeklini belli etmeyecektir.

27 Mayıs öncesi gibi olabilir, bundan böyle kimsenin kimseyi bilmeyeceğini düşünebiliriz. Biz sadece Cemal Paşa’yı tanıdık, o da küstü gitti. Şimdi bundan sonra küsme de olmaz. Kimse rengini belli etmez.

Bunun bir örneğini görüyoruz. Deniz Kuvvetleri’nin başına gelen bir koramiralin neyi temsil ettiği konusunda kimse bir fikir ileri süremedi. Kimisi, iyidir, iyidir, dedi. Bilmesi mümkün olan Nusret Amiral, “fena adam değildir,” dedi, “ama tecrübesi yoktur.” Bu türden bir sözü var. Tecrübesiz bir insanı, donanma komutanlığı yapmamış bir insanı, bu komutanlığı yapmış insanlar varken Deniz Kuvvetleri Komutanı yapabiliyorsunuz, herhangi bir gerekçeniz de yok. Öbür insanları da emekli etmiyorsunuz, “siz emekli olun” diyorsunuz. Bu tamamen bir siyasi karardır.

Aynı şekilde, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na İçişleri Bakanı’nın emri altında çalışmış bir insanı getirebiliyorsunuz. Bizde bunlar yoktur. Ordunun kendine has belli sıralaması vardır. Bugünkü yepyeni bir durumdur.

D. H.: Donanma Komutanı’nın istifasını da İbrahim Kalın açıkladı.

Yalçın Küçük: Artık bu işlerle, orduya tayinlerle Cumhurbaşkanlığı katib-i umumisi ilgileniyor, istifaları o kabul ediyor, duyuruyor. Küçültüyorlar artık. Bu arada, Cumhurbaşkanlığı katib-i umumisi diyorum ama İbrahim Kalın’ın daha önce bir devlet tecrübesini de bilmiyoruz. Onu da küçültüyorlar.

Ve biraz önce dediklerimizi şöyle bağlayabiliriz: Ordunun dokunulmazlığı kaldırılmıştır.

D. H.: Var mıydı bir dokunulmazlık? Ergenekon’dan bu yana yok.

Yalçın Küçük: Tabii, 2007’den itibaren bozulmuştur. Atılan, emekli edilen, hapse atılan, tekrar alınan, paşa olan… Bunları yaptılar. Şimdi, bir başka kuvvet komutanı, atılıyor, alınıyor, Jandarma Kuvvet Komutanı oluyor, başka ülkelere subay şikayet ediyor. Burada da bir başka durumla karşılaşıyoruz. Ordu içinde hiç kimse bundan sonra kendi görüşlerini belli etmeyecektir. Şimdi ikinci başkan olan kimse, bir kriz anında kendi görüşlerini belli etmiştir. Tayyip Erdoğan’a “Ben sizi korurum,” demiştir. Çok ilginç bir durum. Bu orgeneral şu anda Genelkurmay İkinci Başkanı olarak görev yapmaktadır.

Bu noktaya daha sonra döneceğim, ancak Barış Hocam’ın dediği hususun da burada bir yeri var, AKP’de de yepyeni tuhaf bir durum var. Bir defa, AKP Genel Başkanı, aynı zamanda çok yetkili olan Cumhurbaşkanıdır ama aynı Cumhurbaşkanı AKP’de şunu söylüyor. “Çok önemli işler olacak. Bunlara kafası yatmayanlar çekilsin,” diyor. Ben böyle anlıyorum. Peki o nedir? Ben politikayla, devlet idaresiyle çok çok ilgiliyim. Ben bunun ne demek olduğunu anlamıyorum. Siz de anlamamışsınız. Bir başkasının da anlaması mümkün değil. Açık değildir, gizlidir, tahmin meselesidir.

Tıpkı, ordunun gizli olması gibi, burada da gizli kalan adımlar var, söylenmiyor. Tahmine dayalı mı gideceğiz devlet idaresinde? “Metal yorgunları çekilsin,” diyor. Onu da kendisi mi tespit edecek, onu bilemiyoruz. Ancak metal yorgunluğunun tarifi yok. İkincisi, anlamadığımız birtakım çok önemli işler yapılacak, bunların metal yorgunları ile yapılamayacağı söyleniyor. Nedir, anlamıyoruz. Açıkça karşı karşıya olduğumuz, Cumhurbaşkanının yetkilerinin arttırılması ve pek çok konuya girip karar verebilmesidir: Parti genel başkanlığı ile cumhurbaşkanlığı birleştirilmiş durumdadır. Bir de, çok büyük adımların atılacağı söyleniyor. Ne oldukları söylenmiyor. Biz tahmin edeceğiz. Kendisinde bu gücü görmeyenler ayrılabilecek, bu gücü görenlerse kim, nasıl hareket edecekler, kendi içlerinde mi bir araya gelecekler? Devlet idaresinde bunlar önemli sorulardır.

B. Z.: Peki, bir başka konuya geçebilir miyiz? Eski Tuğgeneral Gökhan Sönmezateş şu anda tutuklu, “ben darbeciyim, ama Fethullah Gülenci değilim” dedi. Daha önceki değerlendirmeleriniz ışığında bu tür bir açıklamayı nasıl yorumluyorsunuz?

Yalçın Küçük: Bu benim söylediklerimi açmaya yarayan bir şeydir. Ben de şu anda tutuklu olan subayların çoğunun bir harekete katıldıklarını, ancak bunların Fethullah Gülen’in peşinden gitmediklerini düşünüyorum. Neden? Ben Türk ordusunu bildiğimi sanıyorum. Türk ordusunun çoğunluğu Fethullah Gülen’e önem vermez. Belli bir eğitimi vardır. Tabii, bozulmuştur, ama her şeye rağmen Türk ordusunda subayların, paşaların kendine bir güveni, bir değer biçmesi vardır; bir seyyar vaizin arkasından gitmezler. Vardır belki bazıları. Kariyer peşinde koşanlar vardır, ama bunların söylendiği ölçüde önemli sayılara ulaştığını söyleyemeyiz.

Bakın, biraz önce ne konuştuk, Ayhan Oğan Beyefendi “yeni rejim kuruluyor” diyor. İbrahim Kalın da Cumhurbaşkanı sözcüğünün başka tanımlamalar olmadan söylenebileceğini savunuyor, bunlar daha fazla müphem durumlar yaratabilir.

Ne demek, burada bir tehlikeye işaret etmek istiyorum. Kalın’ın söylediği kolaylıklar halifeliğe kapı ve belki de bir yol açar endişesi taşıyanlar varsa, bunları hafife almamak lazım. Bunları ciddiye almak lazım.

B. Z.: Hilafet heveslerini saklamıyorlar. Abdülhamid propagandasının asıl teması buydu. Tabii sen hilafet hayalleri kurarsın, tarih karşına üçüncü bir Balkan Savaşı çıkarır. Ordu despotik, yani keyfi yönetilirse, kim nereye nasıl atandığını bilmezse, buradan bir savaş gücü çıkması mümkün mü?

Yalçın Küçük: Öyleyse Zekai ve Ümit Paşa’lardan söz edebilir miyim; Aksakallı, son ana kadar parlak bir general olarak biliniyordu ve ayrıca Suriye Cephesi'nde doğrudan savaşıyordu. Özel kuvvetlerin, tüm general rütbesiyle komutanıydı; "özel kuvvetler" ayrıca prestij getiriyordu. Bir de terfi almıştı. Başarılı sayıyorduk ve çok yeni ve üstün görevlere layık görüyorduk.

Ben de genel olarak bu değerlendirmelere katılmakla birlikte, bir ayrılığım vardı. Suriye savaşını çok başarılı bulmuyordum ve ayrıca şehit sayısını, sayımızı, "fazla" buluyordum. Bu görüşlerimle, Genelkurmay Başkanı'nın sık sık bu savaşa ara verme isteğini not ediyordum. Doğru buluyordum.

Bu arada benim bazı ilave ayrılıklarım vardır, not etmek durumundayım: Bir, yıllardır, ordumuzu, bir bilim konusu olarak izliyordum ve izliyorum... İki, ben bir gaziyim, bu ordu ile birlikte savaştım, savaş arkadaşım, en çok üsteğmenleri hep övdüm. Hem savaş becerileri ve hem de insani değerleri açısından birlikte savaşmaktan kıvanç duydum. Hâlâ buradayım.

Güzel, seksene yakın kayıp ilan ettik ve ancak kayıplarının çok büyük bir kısmı "uzman çavuş" idi, maaşlı askerdiler, kayıpları buraya bağlıyordum. Eğitimlerinden kaygılanıyordum. Bu koşullar altında böyle bir savaşı doğru bulmuyorum, yazılarımda var, bu ayrı, ancak teknik açıdan karşıda fiilen bir "gerilla" bulunuyordu. Genelkurmay başkanının ara verme isteğini buna bağlıyordum. 

Ancak bir söz var ve çok severim, it is right or wrong it is our army, doğru ya da yanlış, bizim ordumuzdur, ve yine de başarılı sayıyorduk.      

General Aksakallı'nın darbeyi önlemedeki gayretleri de her türlü methiyenin ötesinde olmuştur. Biliniyor ve tekrarlamak istemiyorum..

İki nokta var, çok açık, her subay bu tayini askerlik yaşamının sonu olarak düşünebilir. Bu, bir ve iki, komutanlık görevi, iki basamak geriye itilmiştir. General Aksakallı'nın bıraktığı görev tuğgeneral görevi sayılmıştır. Son görevi saymasını, üzülmesini ve ayrılmayı düşünmesini normal sayabiliyoruz.

Herhalde artık Şura kararı gerekli sayılmayan bir rütbeye terfi ettirilebilirdi, orgeneral yapılabilirdi ve "orgeneral Aksakallı" uygun bir göreve getirilebilirdi. Böyle uygun görülmemiştir.

Ümit Dündar ise Kenan Evren misali Manisa doğumludur ve daha önce Üçüncü Ordu komutanlığı yapmıştı ve Birinci Ordu Komutanlığı bunu izlemiştir. Darbe başladığı zaman inisiyatif almıştır ve daha sonraki açıklamalarının bir bölümü tartışmalı sayılabiliyor ve tartışmalı olmayan sözlerini buraya alıyorum: "Emir komuta zincirinde olan ve darbe girişimine katılmayan birliklerle çalışarak gereken tedbirleri aldım." Güzel, Ümit Paşa, inisiyatif almıştır ve bunları kendisinden kimse istememiş ve emir vermemiştir. İlaveten yanına İstanbul Valisi’ni de almıştır ve vali ile konuşmuştur; öyle anlıyoruz ki vali kabul etmiştir. 

Ümit Paşa, o gece televizyonlarda yayınlanan konuşmaların bir kısmını sonra tekrarlamak gereği duymamıştır. Ben de buraya almıyorum. Gelecek yıllarda gerekli olanları tarihçiler yazarlar. Ben burada bir tarihçi gibi, belki Hobbes misali, bir özet sunmakla yetinmiş durumdayım.

Güzel Ümit Paşa, tedbirleri, birinci ordu komutanı Ümit Dündar olarak değil, kendisini genelkurmay komutan vekili tayin ederek ve karargahın muhtemelen doğru bulmasıyla genelkurmay başkanı olarak önlemlerini almıştır. Çünkü mevcut genelkurmay başkanı tutsak ya da başka bir nedenle hareketsiz haldedir.

Hükümet, Ümit Dündar'a, genelkurmay ikinci başkanı görevini vermiş ve orada tutmuştur. Bu görev, daha önceki üçüncü ve birinci ordu komutanlığını yapmış bir paşaya hafif kalmaktadır.

Ve son olarak şunu ekleyelim, General Aksakallı'nın Gelibolu Kolordu Komutanlığından ve Ümit Paşa'nın, ikinci başkanlıktan emekli olmaları ihtimali yüksektir. 

O.İ.: Yalçın Hocam, sizin eklemek istediğiniz bir şey  var mı?

Yalçın Küçük: Madem öyle, başladığımızla bitirelim. 15 Temmuz şehitleriyle, biriyle, Hasan Tahsin arasında, bir şekilde Kurtuluş Savaşı’nın simgelerinden biriyle paralellik kuruyorlar. Cumhuriyet tarihinin bir paraleli olarak söylüyorlar. Biz bu ikisi arasında bir paralellik kurmanın çok zor olduğunu, ölçü meselesi olduğunu söylüyoruz. Bir tanesi, koskoca Kurtuluş Savaşı, kaç tane ordu var, kaç tane cephe var; bunlar birbirinden farklı, bunları mukayese etmek mümkün değil. Bir de mukayese ederken doğruya yaslanmak lazım. Bir defa Hasan Tahsin’in ne yaptığını bilmiyoruz. Hasan Tahsin ayrıca bir kurtuluşçu değil. Benim kitaplarında ayrıntılarıyla var. Böyle bir adamın ilk kurşunu atmadığını söylüyorum. Benim yazılarımda, ilk kurşunun Dörtyol’da, Hatay’da atıldığı var. Hasan Tahsin’in böyle bir şey yaptığının bilinmediğini de çıkardım. Ahmet Emin Yalman sadece bunu söyledi, onu da 1924’te söyledi, arada kaç yıl var? Ve ilaveten, Hasan Tahsin’in mezarı İstanbul’da, Bülbülderesi’ndedir. Orası Sabetayistler için kutsal bir yerdir. Tabii, buna da saygı gösteriyoruz; onlar da bizim adamımız. Dolayısıyla benzetme, hem çapı açısından, hem de gerçek açısından doğru değil.

Bunlar tarih yazımıdır. Ben tarihçi değilim ama görev düşüyor üstüme, çalışıyorum. Şevket Süreyya Aydemir var, tarih yazdığı için tarihçidir. Tayyip Bey’in öyle bir lafı var, cumhuriyetin kurucuları Kut’ül Amara’yı yazmadılar demişti. Nerede Kut’ül Amara? Dar anlamda bizim Kurtuluş Savaşı’mızın içine girmez. Biz sınır çizdik, biz burayı kurtaracağız dedik. Kut’ül Amara bunun dışındadır. Ama onun ötesinde, işte önünüzdeki kitap Okan Hocam, Gizli Tarih, bu kitapta var. Kim yazmış? Ben yazdım. Ben yazdımsa Cumhuriyet yazmıştır. Cumhuriyetin acısını, sevincini duyan insanlar yazmıştır. Biz yazdık. Ne demek yazılmamış? Biz Cumhuriyetiz.

Şevket Süreyya Cumhuriyetin heyecanını hep duydu. Duydu ve yazdı. Ben duyuyorum. Biz yazdık. Cumhuriyeti biz yazarız.