Türkiye’nin değişen Suriye politikası mı, koltukta taşınan karpuzlar mı?

Ortadoğu'da işlerin ve ilişkilerin karmaşıklığı Erdoğan'ın dış politika kozları için bir çeşitlenme olanağı sağlamıyor. Rusya ve ABD tarafından topun ağzına konulmuş AKP'nin tutunma çabalarında sistematik bir zemin değişikliği aramak da hiç mantıklı değil.

Erman Çete

Özellikle Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra, yazılı olmayan bir kural olarak Türkiye dış politikasının Ortadoğu’daki seyri şuydu: 90’lı yıllarda İran ve Suriye ile kavgalı olan Türkiye, İsrail’le “stratejik müttefik” konumuna geliyor ve kendi iç meselelerinde de buna uygun bir tavır sergiliyordu. ABD’nin Irak’ı işgal etmesi ile birlikte Irak Kürdistanı’ndan korkan Türkiye ise, bu sefer İsrail’in bölgedeki düşmanları İran ve Suriye ile iyi ilişkiler geliştirmeye bakıyordu. Tek neden “Kürt düşmanlığı” olmasa da, 2000’li yıllarda bu ilişkiler beklenenden iyi gidiyor, AKP’nin 2. dönemi ile birlikte İsrail’le olan siyasi ve diplomatik ilişkiler bozuluyordu. Yani, bu iki kampla aynı anda iyi ilişkiler geliştirme şansınız, eğer Rusya gibi bir ülke değilseniz, pek mümkün değildi. Ya onlar, ya öbürü…

Peki şimdi? Bir taraftan, Erdoğan’ın “İsrail ile Türkiye’nin birbirine ihtiyacı olduğunu” söylemesi, diğer yandan, Kürtlere karşı Suriye ile temas kurulmaya başlandığı iddialarını nereye yerleştireceğiz? Türkiye’nin sınırlarını da içine alan bir Kürdistan’ın kurulmasını salık veren Suudi Arabistan ile şiir gibi ilişkiler ne olacak?

Ortada değişikliği bırakın, tutarlı bir dış politikadan ziyade, koltuğunun altında elli tane karpuz taşımaya çalışan acemi bir kabzımal var gibi görünüyor.

ÇATALLANAN SURİYE POLİTİKASI
Türkiye ile Suriye arasında Cezayir’de gizli görüşmeler yapıldığı iddiası basına sızalı epey oluyor. Buna göre, iki ülke arasındaki ilişkilerin gizli kapaklı da olsa yeniden başlamasına neden olan gelişme, Rojava’da ilan edilen federasyon ve YPG’ye ABD desteğiydi. Yeni AKP hükümetinden gelen “dostlarımızı artırıp düşmanlarımızı azaltacağız” söylemi ve Reuters’e konuşan bir Türk yetkilinin “Esad da Kürt özerkliğine karşı biz de, bu konuda ortaklaşabiliriz” demesi, Ankara’nın Suriye politikasında değişikliğe gitmeye başladığı söylentisini söylenti olmaktan çıkartmaya başladı.

War on the Rocks’ta yazan Aaron Stein’e göre, Türkiye’nin Kuzey Halep ve Menbic cebi stratejisi çöktü. Ancak yazar, Türkiye’deki Suriye politikası değişikliğinin 2015 yazında başladığını, Azez-Menbic hattının güvenli bölge ilân edilmesine yönelik tavrın da, tüm Suriye’de uçuşa yasak bölge ilân edilmesi isteğinden vazgeçilmesiyle ilgili olduğunu düşünüyor. Türkiye, kendisine Suriye’de iki tehdit belirlemişti: IŞİD ve PKK.

Dikkat çeken nokta, “tehdit” önceliğinin değiştiği iddiasına rağmen, Ankara’nın Suriye politikasında çift taraflı, çatallanmış (bifurcated) bir strateji belirlemiş olması. Çatalın bir ucunda, Türkiye’nin Kuzey Halep’te savaşı yükseltme iddiasından vazgeçmesi, ancak Şam yönetimine yönelik Güney Halep kartını devreye sokması. Halep’in güneyinde Nusra Cephesi ve müttefiklerinin, İdlib’den de yardım alarak Suriye ordusunu ve müttefiklerini geriletmeyi başarması, bu stratejinin bir ürünü. Diğer uçta ise, Kürtlerin Menbic’den Mare’ye ilerlemesinin engellenmesi yer alıyor. Türkiye bunun için sınıra YPG’nin gelmemesini sağlamaya çalışıyor. Ancak YPG’nin önünde, Menbic’den Afrin’e güney koridorundan ulaşma şansı da bulunuyor.

Stein’e göre bütün bunlar, Türkiye’nin elindeki seçenekleri azaltıyor ve Suriye’ye yaklaşımını daraltmak zorunda kalıyor. Şu anda, sınırda Ankara dostu örgütler adına, elde bir tek İdlib’de Ahrar’uş Şam ve Nusra Cephesi kalmış durumda. Esad’ı devirme politikasından vazgeçmeyen AKP’nin, bu çatallanan politika nedeniyle, El Kaide bağlantılı gruplara daha fazla yaslanmak dışında bir seçeneği bulunmuyor. Bir taraftan da, Kuzey Halep’teki gelişmelere dönük etki etme yeteneğini yitiren Türkiye, ABD planları ile uyum sağlamak zorunda kalıyor. Aynı anda ise, PKK’yi sınırdan uzak tutmak için Esad’la ortak bir nokta bulmaya çalışıyor.

Bir yandan, ABD’nin Türkiye ile PKK’yi yeniden masaya oturttuğuna ilişkin haberler de geliyor. Lübnan’dan yayın yapan Es Sefir gazetesi, Menbic operasyonundan önce İncirlik Üssü’nde ABD-Türkiye-PKK görüşmesi yapıldığını iddia ediyor. Buna göre Ankara, ABD’nin kendisine verdiği sürede Menbic’i “ılımlılarla” temizleyemediği için, ABD planına boyun eğdi, Menbic’in Arapların ağırlıkta olduğu bir güçle temizlenmesine razı oldu. Pazarlığın öte yanında ise, PKK’den çatışmaları durdurması, Öcalan’ın ev hapsine çıkartılması gibi talepler yer alıyordu. Bir başka habere göre, başını Suudi Arabistan’ın çektiği Körfez ülkeleri, Esad’lı geçiş konusunda, İran nüfuzunun ortadan kaldırılması şartıyla esnekleşmeye başlıyordu. Ancak Rusya ve İran, ABD’nin kendilerini oyaladığını düşünerek Suriye sahasına daha büyük bir yığınak yapmaya başlıyorlardı.

Bu konuda, “büyük resmi” gören bir not daha: İran ve Rusya’nın, ABD’nin kendilerini oyaladığını düşündüklerini söylemiştik. Huffington Post’ta Alastair Crooke’un yazdığı makaleye göre, Rusya, ABD’nin Suriye’de kendisini oyalarken, bir yandan Polonya ve Romanya’ya konuşlandırdığı füze kalkanı projesinden, bir yandan da sınırlarındaki tatbikatlardan dolayı şüpheye düşmüş durumda. İran’la ilgili ise daha büyük bir sorun var. Sözde, İran’a yönelik yaptırımlar kalktı, ancak Crooke’a konuşan Avrupa’daki banka yetkililerinin söylediğine göre, ABD Hazine Bakanlığı yetkilileri bankaları ziyaret etti ve İran’ı mali sisteme entegre etme ve ticaret işbirliğinin kesinlikle söz konusu olmadığını bildirdi. ABD’nin bu uyarısını dikkate almayan bankalara ise, yüklü meblağlarda para cezası kesildiği biliniyor. Bu nedenle, İranlı liderler de kendilerini aldatılmış hissediyor. Suriye’de ise “Halep’i bitirelim” sesleri yükseliyor. Görünen o ki, ABD ve müttefikleri ile Rusya ve müttefikleri arasındaki adı konmamış savaş, bu yaz Suriye’de yükselecek - eğer ABD, ateşkese rağmen cihatçılara silah vermeyi kesip Rusya ile gerçek bir uzlaşma arayışına girmezse...

TÜRKİYE’NİN TEK GERÇEK POLİTİKASI
Tekrar olacak: Türkiye bütün bunlara hangi araçlarla yanıt üretecek? Buradan türetilen anlık reflekslerin bir “dış politika” sayılması mümkün mü? Anlaşılan o ki, o sınır, AKP istese de istemese de IŞİD’e kapatılacak ve Ankara’nın elinde buna dair pek enstrüman yok. Esad ile Kürtlere karşı anlaşma olsa bile, sınırı ve Halep kuzeyini Suriye ordusuna mı bırakacaklar?

Dolayısıyla, Türkiye’nin Suriye politikasını değiştirmesi, yalnızca “Esad’la anlaşıyor” anlamına gelmeyebilir, gelmiyor da. Bunun bir benzeri, Türkiye’nin bölgede ABD planları ile uyumsuzluğundan dem vurup AKP politikasına pozitif anlamlar yüklemeye gayret eden “Tayyipçi ulusalcılar”da da görülüyor. Obama yönetiminin, bölgedeki kadim müttefikleri ile (İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye) sorunlar yaşadığı, bunun zaman zaman orta çaplı gerilimlere de yol açtığı biliniyor. Selman’ın kral olmasıyla birlikte Suudi Arabistan’ın yaşadığı “uyumsuzluk”un Suriye ve bölge halklarına fayda getirmediği, bilakis bölgesel bir savaş tehlikesini artırdığı ise açık.

Dahası, Müslüman Kardeşler baharının çöküşüyle birlikte, Erdoğan’ın bunu kabul etmeye başlarken, bölgedeki gerici kuvvetlerin katarına dizilmesi, eşyanın tabiatıyla da uyumlu. Suudi Arabistan, bir yandan Körfez odaklı Ortadoğu ittifak mimarisinin korunması için ABD’ye göz dikerken, bir taraftan da Washington’un alan boşaltarak İran’ın önünü açtığını ve bu nedenle kendi göbeğini keseceğini ilân ediyor. Netanyahu İsraili de, merkezinde İsrail’in durmadığı, İsrail’in tek caydırıcı güç olmaktan çıktığı bir Ortadoğu’yu asla kabul etmeyeceğini vurguluyor. Bölgenin en gerici bu iki gücünün ABD planları ile uyumsuzluklarını birbirlerine yaslanarak aşmaya çalışmaları karşısında, hem ABD hem de Rusya tarafından topun ağzına konan AKP’nin “uyumsuzluğu” bu gerici kuvvetlerle ittifak yaparak yumuşatmaya çalışması “gerçekçi” bir strateji.

İlle de Türk dış politikasının “zemin değiştirdiği” iddia edilecekse, buraya bakılsa iyi olur.


* Boyun Eğme'nin 38. sayısında yayımlanmıştır.