Suriyeli mülteciler hangi sınıftandır?

8 Kasım’da Bursa’da tekstil fabrikasındaki patlamada ölen 8 işçiden 2’si Suriyeliydi. Yaşamını yitiren Suriyelilerden biri ülkesinde tıp doktoruydu.

Eren Korkmaz

Ülkemizde iş kazalarına dair haberlerde yaşamını yitiren veya yaralanan işçiler arasında Suriyeli mültecilerin yer alması artık kanıksanır bir olgu oldu. 2011’den bu yana, ülkelerinde çıkartılan savaş nedeniyle ülkemize sığınan ve yalnızca kayıt altındaki sayının 3 milyon 200 bin kişi olduğu mülteciler bugün sanayide ve tarımda kitlesel olarak çalışıyorlar.

Sanayide çalışanların sayısının yaklaşık 650 bin olduğu tahmin ediliyor. Genellikle tekstil, metal sektörlerinde, ayrıca inşaat ve hizmet sektörlerinde ve başta pamuk ve fındık olmak üzere tarımda işçi olarak çalışan mültecilerin sınıfsal konumları, çalışma şartları ve talepleri ne yazık ki hak ettiği ilgiyi görmüyor. Ancak bir uluslararası basın kuruluşunda çocuk işçilikle ilgili bir haber çıktığında, STK veya akademisyenler rapor yayınladığında veya iş cinayeti söz konusu olduğunda mültecilerin çalışma şartları, kısa bir süreliğine, gündeme geliyor. Hatta medyada “Suriyeliler sarkıntılık yaptı, yerel halk tepki gösterdi” gibi linç haberlerinin ardında da esasında ücretini isteyen mültecilere karşı onların emeğini çalanların provakasyonu olduğu sonradan ortaya çıkabiliyor.

Bugün şayet kayıtdışı şartlarda tekstilde yüz binler çalışıyorsa; Çukurova’da pamukta-Karadeniz’de fındıkta Suriyeli tarım işçileri emek veriyorsa; inşaatlarda, hizmet sektöründe Suriyeli işçilere rastlamak mümkünse ülkemizde işçi sınıfının durumu üzerine hiçbir analiz mülteciler hesaba katılamadan yapılamaz.

Bunun iki temel sebebi var. İlk olarak çok kısa bir sürede Türkiye’deki toplumsal yaşama dahil olan 4 milyon civarında oldukça geniş bir kitleden bahsediyoruz. Bu kitle 6 yıldır aramızda ve daha yıllarca burada yaşamaya devam edecek. Suriye’de barış olsa dahi önemli bir kesimin Türkiye’de kalacağını varsaymak mümkün. Bu tespit dünya genelindeki göç eğilimleriyle benzerdir ve belki de en tanıdık örnek Almanya’ya misafir işçi olarak birkaç yıllığına giden Türkiyeli işçilerin artık Almanya toplumunun ve Alman işçi sınıfının bir parçası olmasıdır. Türkiye’de doğan 300 bine yakın bebekle, Türkiye’de eğitim gören çocuklar dahi düşünüldüğünde artık onların hayatı ve geleceği ülkemizde.

İkinci sebep ise artık Türkiye’de sanayinin göçmen emeği olmadan yapamamasıdır. Türkiye sadece göç veren veya göçmenler için transit ülke niteliğinde değildir. Türkiye’de sermayedarlar daha ucuz ve güvencesiz olan göçmen işçi emeğine ihtiyaç duyuyor. Örneğin Karadeniz’de fındığı Gürcistan’dan gelen Gürcü işçiler mi toplasın yoksa Suriyeliler mi? Yine belediyelerin taşeron firmalarında, inşaatlarda Gürcü, Ermeni veya Balkanlardan gelen işçileri bulmak gayet mümkün. Ev işlerinde, çocuk bakımında Moldova’dan Ermenistan’a ve Orta Asya ülkelerine kadar binlerce kadın pasaportları gasp edilmiş şekilde çalışmaya zorlanıyorlar. (Türkmenistan’dan, Özbekistan’dan gelen uçaklardaki yolcuların neredeyse hepsinin kadın olmasının bir sebebi budur ve internetten rahatça kayıt dışı göçmen çalışan getiren ajanslara ulaşmak da mümkün) Hatta 3. Havalimanı inşaatında Vietnamlı, Karadeniz’deki bazı madenlerde Çinli işçiler çalışıyorlar. Genel gerekçe de çok benzer: “yerliler daha fazla ücret istiyor veya yerliler bu işleri yapmayı istemiyor”.

Bu konu Bakanlarca veya önde gelen şirket temsilcilerince artık açıkça ifade ediliyor. Örneğin Ekim ayında bir bakanın Suriyeli işçiler dönmek istese dahi onları kalmaya ikna etmemiz gerektiğini söylemesinin sebebi sanayinin Suriyeli işçiler sayesinde ayakta kaldığını belirtmesidir. Veya Moda Haftasında LC Waikiki CEO’sunun Suriyeliler sayesinde makinelerimiz çalışıyor demesi de kayda değerdir. Bununla beraber Suriyeli burjuvazi de yatırımlarıyla dikkatleri çekiyor ve Suriyeli işadamları dernekleri üzerinden taleplerini savunabiliyorlar.

Bu tabloda sesi duyulmayan, taleplerini aktaramayan ve hemen herkesçe yok sayılan tek kesim ise  mülteci ve göçmen işçiler… Suriyeli mülteci işçiler başta olmak üzere Afganistan’dan, Pakistan’dan, Nijerya’dan, Senegal’den, Ermenistan’dan, Gürcistan’dan, Moldova’dan, Romanya’dan, Beyaz Rusya’dan gelip çalışan binlerce erkek, kadın, çocuk işçi… Yetersiz Türkçeleriyle, el konulan pasaportlarıyla, türlü korku ve şüpheyle ağır şartlarda çalışan emekçiler…

Ancak bu durum onların tepkisiz olduğu anlamına gelmiyor. Ekim ayında İzmir, İstanbul ve birçok şehirde ayakkabı-saya işçilerinin grevi ve mücadelesi Suriyeli işçilerle Türk ve Kürt işçilerin belki de kamuoyuna yansıyan ilk mücadelesi. Hem Suriyeli mültecilerin hem de genel olarak diğer göçmenlerin iç sosyal ağlarının oldukça kuvvetli olduğu da biliniyor. Sosyal medyayı etkin olarak kullanan mülteci ve göçmen işçiler bu iç ağlara dayanarak iş buluyor, barınma sorunlarını çözüyor ve daha iyi bir iş, daha yüksek bir ücret bulduklarında hemen yeni işe geçiyorlar. Hem Ankara’da Siteler’de hem de İstanbul’da Bağcılar’da yapılan son araştırmalar mülteci işçilerin gelirlerinin kısmen de olsa son dönemde arttığını gösteriyor. Birkaç sene öncesine kadar asgari ücretin yarısı düzeyinde ücret alan mültecilerin bugün asgari ücrete yakın ücretler aldıkları, daha kalifiye olanların ise asgari ücretin üstünde ücretler aldıkları biliniyor. Kadın ve çocuk mülteciler halen daha az almaya devam etse de iç sosyal dayanışmanın da katkısıyla mültecilerin çalışma şartlarını ve ücret düzeylerini arttırmak için adımlar attıklarını gösteriyor.

Özcesi, mülteci ve göçmen işçilere yönelik özel politikalar belirlemenin ve ortak mücadele ve örgütlenme yolları aramanın zamanı gelmedi mi?