SÖYLEŞİ | Çocukların işlediği suçlar neden artıyor?

TÜİK verilerine göre 2018 yılında çocukların işlediği cinsel suç sayısı yüzde 233 arttı. Psikiyatrist Endam Köybaşı konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı.

Türkiye'de cinsel istismar suçuna maruz kalan çocuk sayısındaki artışın yanısıra çocuklar tarafından işlenen cinsel suçların da son yıllarda ciddi biçimde arttığı ortaya çıktı.

TÜİK verilerine göre, 2018 yılında çocukların işlediği cinsel suç sayısı yüzde 233 artışla, 5 bin 331 olarak kayıtlara geçti.

Konuyla ilgili görüşüne başvurduğumuz Psikiyatrist Endam Köybaşı soL'a bu artışın ne anlama geldiğini ve nedenlerini anlattı:

‘HER YAŞ ARALIĞINDA HER TÜRLÜ SUÇTA BİR ARTIŞ SÖZ KONUSU’

"Konunun iki boyutu var. İlki çocuklara karşı işlenen suçların artışı ve bunlar içerisinde cinsel suçların çoğunlukta olması. Erişkin cinsel hayatının yasaklandığı, normlarının zina sayıldığı, sapkınlıklarının meşru görüldüğü garip bir dönemden geçiyoruz. Karşılıklı rızaya dayanan karşıt veya aynı cinsten erişkin cinsel ilişkiler anormal, hastalıklı olarak tanımlanırken, tecavüz ya da işkence yöntemi olarak karşımıza çıkan cinsellik meşru sayılabiliyor.

Kadın cinselliğinin bastırıldığı, kadın cinsiyetin varlığının, değil iş ve sosyal hayatta, sokakta bile istenmediği, kadın kimliğinin ev işleri ve annelik gibi bir kutsallık üzerinden tarif edildiği tartışma götürmez bir gerçek. Böyle bir ortamda erişkin cinselliği çocuğa kadar uzanabilecek bir sapmaya uğrayabiliyor. Ve ne yazık ki çocuk yaşta evlilik üzerinden çocukla cinsel ilişkiyi olağan gören bir siyasi erkimiz ve onun tarikat uzantıları var. Böyle bir ortamda çocukları herhangi bir istismar suçundan koruyabilmek oldukça zor.

Diğer boyutu çocukların işlemiş olduğu suçların artması. Anlaşılabildiği kadarı ile her yaş aralığında her türlü suçta bir artış söz konusu."

‘KONUYU SADECE YANLIŞ EBEVEYN TUTUMUNA BAĞLAMAK EKSİK OLACAKTIR’

"Suç işleyenlerin sosyodemografik özellikleri elimize geçmedi, fakat geçmiş çalışmalardan hareketle genelde kentlerde yaşayan yoksul ailelerin çocukları olduğunu tahmin edebiliriz. Psikiyatride genellikle suç işlemiş çocukların, yapmış olduğu eylemin sonuçlarını kavrayıp kavrayamayacağı üzerine bir değerlendirme yapılır ardından hastalık araştırılarak olgular bir yönüyle biyolojik açıdan ele alınmış olur. Aile yapısının, ebeveyn profillerinin  ve aralarındaki ilişkinin ele alındığı değerlendirmeler işin en “sosyal” boyutu olarak karşımıza çıkar. Genelde suç işleyen çocukların aile yapısının dağınık, sevgiden ve özenden yoksun, güvensiz, tekinsiz ortamlarda büyüdükleri kayıtlara geçer.

İşi biyolojik eğilime, yanlış ebeveyn tutumlarına bağlamak her zaman bir tarafı eksik bir açıklama olacaktır. Çünkü ebeveyn tutumlarının da şekillenmiş olduğu bir toplumsal yapı söz konusu ve çocuklar sadece aileleri ile açıklanamaz.

Ebeveynleri dışında da çocukların kişilik ve davranış örüntülerinin belirleyen bir çok şey vardır. Okudukları okullardan yaşadıkları mahalle yapısına oynadığı bilgisayar oyunlarından izledikleri televizyon programlarına kadar bir çok şey onların yaşantısını ve davranışlarını belirleyebilir. Ortada çocuğun kendisine yönelmiş bir saldırganlık olmaması ya da güvenli bir aile yapısında büyümesine rağmen bu şiddet ortamında çocukların suça yönelmesi kaçınılmazdır."

'GENÇ NESLİN ‘KİNDAR’ OLMASI, RESMİ İDEOLOJİ HALİNE GETİRİLMİŞ, İSTENEN BİR DURUMDUR'

"Örneğin genç nesilin 'kindar' olması neredeyse resmi ideoloji haline getirilmiş, istenen bir durumdur. Söz konusu çocuklar veya gençlerse kinin ya da öfkenin nesnesi her zaman 'beklenen' olmayabilir. Ve bu grupta sıklıkla suç yakınındakine, tanıdığına yönelir. Diğer yandan çocuklar gözleyip taklit ederek büyürler. Şiddetin bu kadar ön plana çıktığı ve dizginlenmek bir yana çözüm olarak linç etmek, işlediği suç davranışını kendisine uygulamak, idam istemek gibi farklı şiddet yöntemlerinin sunulduğu bir dönemde çocukların kendisini yaratıcı sanata ve ya bilimsel bir uğraşa adamasını beklemek çok gerçekçi olmayacaktır. Bu arada bu dönemde çocuğun ya da gencin bilim, sanat, spor gibi toplumsal açıdan da yarar sağlayan şeylere kendini vermesi varsa dürtüsel yanlarını bastırma, enerjisini kendisi ve diğerleri için doğru bir biçimde kullanmasına yardımcı olacaktır. Fakat özellikle satın alma gücü düşük olan kesim için bu başlıklardan yaralanabilmek neredeyse imkansız. Spor yapacak kamusal alanlar neredeyse yok, okulda seçebildikleri dersler dinsel alanın farklı içeriklerinden müştekil, mahelledeki sosyalleşebilecekleri alanlar cami avlusu ile sınırlı. Diğer yandan uyuşturucu kullanımının çocuk yaşlara düşerek yaygınlaşması ve buna yönelik etkili bir mücadele geliştirilememiş olması da yine söz konuş kesimi suça yönlendiren unsurlardan birisi olarak sayılabilir."

‘KONUNUN PSİKOLOJİK BOYUTU DA TOPLUMSALDIR’

"Ve yine ülkemizde erişkin kesim için şöyle bir durum var: Suçun artması bir yana artık bazı şiddet ve cinayet türleri neredeyse normal sayılmakta. Kadın cinayetlerinin, çocuk tecavüzlerinin örtbas edildiği, yapanın yanına kâr kaldığı günlerden geçiyoruz. Neredeyse her gün yaşanan iş cinayetleri sıradan bir kaza ve kader olarak sunulmakta, artık haber bile olamamakta. İnsan eliyle oluşturulmuş, güçlünün zayıfa uyguladığı ve cezasız kaldığı bir şiddet ortamı mevcut. Buradan huzurlu sakin bir neslin yetişmesini beklememek gerek.

Yine iktidar tarafından belli bir ideolojik yapılanmanın argümanlarını sağlamak için kaynak aktarılan dizi ve sinema filmleri 'içerideki düşman, bizi bitirmeye çalışan komşu' gibi temalarla bezenmiş ve bunlara yönelik şiddeti teşhir eden özelliklere sahip. Bu dizilerde her türlü silahla her türlü ölümün gösterildiği ancak çıplak bedenlerin buzlanması defalarca mizah konusu oldu. Diğer yandan yine bu yapımlarda aşırı kıskançlık ve bu nedenle sergilenen öfke patlamaları ve uygulanan şiddet bir çeşit sevgi dili olarak sunulmakta. Bunun da çocukların gelişiminde olumsuz etkilerin ötesinde suça teşvik eden taraflarını görmek gerek.

Son olarak bu durumu istatistiki bir hata olarak görmek ya da bilimsel cevap bulunması gerektiği yönünde akla uydurmalarla biyolojik açıklamalar getirmeye çalışmak ya da yanlış ebeveyn tutumlarına bağlamak, sorunu çözmek yerine önemsizleştirmeye hizmet edecektir. Olayın psikolojik boyutu da oldukça görünür bir biçimde toplumsaldır."