Sezaryene karşı çıkan Erdoğan yalnız değil

Sezaryen doğum oranlarına dair görüş ve endişelerini açıklayan Emine Erdoğan, modern dünyanın kadınları doğal doğum deneyiminden uzaklaştırdığını iddia ediyor. Erdoğan’ın gerici kimliği, yönteme dair tavrını da belirliyor, dinsel kurallarla uyum barındırıyor. Peki Erdoğan, sezaryen doğuma mı modernizme mi düşman?

Neslihan Şen

Emine Erdoğan geçtiğimiz günlerde Zekai Tahir Burak Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde “Sezaryen Oranlarının Azaltılmasında Etkili Yöntemler” konulu bir sempozyumda konuştu. Sezaryen doğum oranlarına dair görüş ve endişelerini açıklayan Erdoğan, modern dünyanın kadınları doğal doğum deneyiminden uzaklaştırdığını iddia ediyor. Peşine doğum tecrübesinin kadınlara büyük bir bilgelik kazandırdığını, yaratılış mucizesine tanıklık fırsatı sunduğunu ekliyor.

Peki Emine Erdoğan sezaryen doğuma mı modernizme mi düşman?

Evrimin bir sonucu olarak, türün devamına dair kadının payına doğum da düşüyor. Cinsiyetler arası bu biyolojik işbölümü, tarih boyunca kadının doğurganlığına dair pek çok tartışmayı beraberinde getirmiştir. Sınıflı toplumlar, bu işbölümünün sonucunun kadının toplumsal rolünde önemli bir unsura dönüştüğü dönem olarak tanımlanabilir. Kadının üremeye dair rolü, toplumsal işgücündeki eşitsiz konumunu pekiştirmiş, kadın emeğinin ucuz ve uysal karakterinin oluşmasında etkili olmuştur. Çocuk ve yaşlı bakımı ile ev içi emeğinin bu toplumsal rol ve emek karakterine etkisi göz ardı edilemez. Ancak kadının doğurganlığı, konunun fiziksel boyutu sebebi ile güçlü bir tahakkümü olanaklı kılıyor. Her tür gericiliğin beslenebileceği bir alanın maddi koşullarını dayatıyor.

DİNSELLİKTEN KAÇARKEN GERİCİLİĞE HAPSOLMAK

Doğum şekline dair tartışmayı bu tarihsel çerçeveye yerleştirmek faydalı olacaktır. Buradan bakıldığında, Emine Erdoğan’ın gerici kimliği, yönteme dair tavrını belirlemektedir. Erdoğan’ın doğum yöntemi tercihi, dinsel kurallarla uyum barındırmaktadır. Emine Erdoğan için önemli olan kadının doğumunun, acılı-acısız, konforlu-konforsuz olması değil, kadının toplumsal rolünü belirleyen ve yeniden üreten bir ideolojik biçimle tanımlanıyor olmasıdır.

Erdoğan’ın konuşmasında referans verdiği Avrupalı doğum uzmanı Michel Odent, doğum şeklinin ve ortamının medeniyeti şekillendirdiğini söylüyor. Oysa Odent’in medeniyeti, doğum biçimine dair tartışmaları belirliyor. Dinsel kurallarla belirlenecek bir doğum süreci, toplumda kadının, çocuğun ve ailenin rolüne ilişkin bir sonucu beraberinde getiriyor. Dinsel referanslarla doğum biçimini tartışmanın amacı tam da bu rolü belirlemek ve pekiştirmektir.

Şüphesiz doğum biçimi tartışmalarına dair dinsel referansları olmayan başka bir çok kaynak da gösterilebilir. Tıp alanına referansla yapılan tartışmaların yanısıra özgürlükçü ve kadın merkezli olduğu iddia edilen önermeler mevcut. Dinin kutsandığı bir alan olmayan ancak doğuran kadının kutsandığı bir mecraya terfi eden bu önermeler, doğum biçimini tıbbın bir meselesi olmaktan çıkarıp, metafizik bir zemine çekiyor. Doğum sırasında yaşanan haz, doğuran kadının canlıya hayat verme gücü, doğaya teslim olma ve benzeri tanımlamalarla doğurganlık kutsanıyor. Bunu anneliğin yüceliği, eşsizliğinin kutsanması, adanmışlığın mutlak olması gerektiği dayatması takip ediyor. Dinselliğin belirleyemediği bir toplumsal kesim, doğum ve hatta annelik ve çocuk yetiştirme tartışmaları ile doğrudan dinsel referansları olmayan gericilik biçimi tarafından teslim alınabiliyor.

Erdoğan’ın yaptığı sezaryen tartışması, yalnızca bir doğum biçimi tartışması olarak ele alınabilir mi? Biçimi ve sonuçları itibariyle toplumsal yaşantıyı dinsel kurallarla belirlemeye dönük bu duruşa yalnızca tıbben cephe alınabilir mi? Doğuran kadını, doğumu ve anneliği kutsallaştıran yaklaşımın, kadının özgürleşmesinin önünde dinsel gericilik kadar engel oluşturduğunu göz ardı edebilir miyiz?

Kadının hangi koşullarda doğum yapacağına dair verilecek karar, gericiliği reddetmeden tıbbın meselesi haline gelebilir mi?

KADININ DOĞUM YAPMASI YARADILIŞA MI YARADANA MI TANIKLIK?

Kadının doğurganlığının doğal bir evrimsel süreç olarak kavranmadığı koşullarda gericiliğin kuşatması kırılamayacaktır. Kadının doğum ile birlikte yaradılışa tanıklık ettiği iddiası ile tanrısal bir güce eriştiği söylemi arasında bir paralellik vardır. Şayet tanrıyı yeryüzüne indiren aydınlanma fikri, onu, doğuran kadının vücuduna hapsetmediyse, iki bakışı da herşeyden önce kadına kutsal bir kimliği dayatmakla mahkum etmek gerekir. Dayatılan bu kutsal kimlik herşeyden önce kadının özgürlüğünü zincirlemektedir. Doğurganlığın kutsanması kadının ayağındaki prangadır.

Kadının doğurganlığının dinsel ya da din dışı referanslarla yüceltilmesi kadının toplumsal rolünü mutlaklaştırmaktadır, gericiliktir. Doğuran kadının üzerinde doğrudan, doğurganlığı olmayan veya bunu tercih etmeyen kadın üzerinde ise dolaylı olarak baskı kurmakta olan bir gericilik. Doğuma ve anneliğe dair özgürce karar vermekten, tıbba ve bilime güvenmekten mi söz ediyoruz? Piyasa koşullarının belirlediği ve gericiliğin hükmettiği koşullarda hangi özgürlükten bahsediyoruz?