Prof. Dr. Çiler Dursun: Tutucu söyleme vahşi biçimde sahip çıkıyorlar

İLEF hocalarından Prof. Dr. Çiler Dursun, basın emekçilerinin yaşadığı sıkışmayı, kadın gazetecilerin sektördeki konumunu, habercilikteki kadın temsillerini soL için değerlendirdi.

Görüşme: Eylem Altınışık

Prof.Dr. Çiler Dursun, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nde görev yapıyor. 

Dursun; AKP Türkiyesi'nde gazeteciliği, kadınların sektör içindeki durumunu, kadını hedef alan şiddetin medyada temsil edilme biçimini soL'a değerlendirdi.

Türkiye’de medyanın yaşadığı sıkışma, iktidarın baskısı, "havuz" ve "yandaş" safları artık herkesin malumu... Medyanın içinde bulunduğu durumu, gazetecilerin yaşadığı baskıları nasıl değerlendiriyorsunuz, önce bununla başlayalım isterseniz?

Şimdi bu siyasal iktidarın yaklaşık 15 yıldır bir hükmetme biçimi var. Bu hükmetme biçimi başlangıçta ki özelliğini temsili demokrasinin mevcut unsurlarını yıpratmaksızın hatta onlardan yararlanarak ortaya koydu, devam ettirdi. Ne zaman ki devlet mekanizmasının aygıtlarını ve süreçlerin kendi dinamiklerini daha fazla ele geçirir hale geldi temsili demokrasinin özelliklerinden ayrılarak daha otoriter daha totaliter herkesin söylediği faşizan bir hükmetme biçimine doğru yön tuttu. Öyle olunca medyanın o ana kadarki yapılanması yani 12 Eylül sonrasındaki ticari medyanın, patron medyasının sendikasızlaşmanın tüm açmazları onlar için birer kullanılabilir araç haline  geldi. Bütün o açmazların kendisini araçsal bir biçimde değerlendirerek ciddi bir baskı ve hâkimiyet kurdular Türkiye'de medya ve özellikle anaakım medya üzerinde. Sermayeyi yönlendirmesinden medya sermayesinin el değiştirmesine kadar çok değişik operasyonel işlemler yaptılar.

SOFİSTİKE VE İNCELİKLİ YANDAŞLIK ÇİZGİSİ TUTTURANLAR VAR

Bunlara tanıklık ettik. Sonraki aşamada da gazetecilerin üzerinde hapis cezalandırma hatta gazetecilere fiili şiddete varıncaya kadar bir dolu daha mikro süreçleri de iyice baskılamaya dönük sadece sermaye sahiplerini patronları sürecin daha makro yapılarını denetleme anlamında değil daha çalışanlarını denetlemek olarak da sektörün içerisindeki özel operasyonel işlemler yaptılar, yapmaya da devam ediyorlar. Bu tabi bizim artık bundan sonra gerçekle karşılaşmamızı zorlaştıran sonuçlar yaratan bir hâkimiyet tarzıdır. Öyle yaşıyoruz ama tabi hem maddi hem ideolojik yönden kendilerine bağımlı bir medya yarattılar. Çünkü bütünü baskılamak yerine bütünden ayırabildikleri parçayı da bu anlamda daha da ideolojikleştirdiler ve kullanışlı hale getirdiler. Oradaki gazetecilerin gazetecilik yapma biçimlerinde de bunu görüyoruz zaten. Adeta propaganda aracı gibi hiçbir eleştirel zemin kurmadan siyasal iktidarın tüm icraatları, yapıp ettikleri, hatta tutarsızlıkları ya da gözümüzün önünde beliren zayıflıklarının üzerine gitmeksizin bambaşka bir dünya çiziyorlar, başka bir gerçeklik alanı kuruyorlar. Bunun karşısındaki ana akım medya bütün bu hükmetme biçiminin altında artık iyice baskılandığı için kendi gerçeklik alanını kuramıyor. Alternatif medya ise güçlenmeye çalışıyor ama alternatif medyanın toplumun marjinalleştirmeye çalıştırılan kesimlerinin sözü olma anlamında çabalarını sürdürebilmesi için mali yönden de güçlü olması gerekiyor, daha fazla toplumla buluşan bir medya haline gelmesi gerekiyor. Herkes alternatif medyayı takip etmiyor, toplumun muhalif kesimleri büyük ölçüde takip ediyor. Toplumun sıradan insanları hala geleneksel, ana akım medyanın etkisi altında daha kolay karşılaştıkları için. Dolayısıyla da hem bu yandaş medya denilen hükümetin bütünüyle kontrolü altındaki ve onların lehine içerik üreten, hem de yine hükümetin kontrolü altında olup da yandaş gibi görünmeyen ama daha sofistike ve daha incelikli bir yandaşlık çizgisi tutturmuş olan ana akım medyada büyük ölçüde toplumsal alandaki gerçekliği ve çatışmaların rengini belirliyorlar. Alternatif medya için gerçekten çok sıkıntılı zamanlar olduğunu düşünüyorum sosyal medyada insanlar kendilerini ifade ediyorlar ama alternatif medyada tam da bu sıkıntılı süreçlerden ciddi anlamda güç kazanarak ve bir baskılanma deneyinden sağ kurtularak ve ayakta kalarak çıkacağını düşünüyorum. Ana akım medyanın bu anlamda, itibar olarak, habercilik olarak pratikleri açısından zaten alanda sektördeki bilinen gazetecilerini kaybetmiş olmasıyla ciddi yara alarak çıktığı çok açık. Yandaş medyayı da çok tartışmaya gerek yok onların çizgisi ve bu iktidar etme biçimi içindeki vizyonları çok farklı onları tartışma dışı bırakalım.

KADIN GAZETECİ OLARAK TUTUNMAK HEP ZORDU

Medya çalışanlarına- tüm sektörlerde karşımıza çıktığı gibi- uygulanan belli bir baskı olduğunu biliyoruz. İstenen haberin yapılamaması, hapis cezaları, kapatılan gazeteler... Bu durumu kadın özelinde ele alacak olursak, kadın emekçilerin erkek mesai arkadaşlarından daha fazla baskı altına alındıkları, daha fazla sömürüye ve patron tacizine maruz kaldıkları, gericilikle daha fazla kuşatıldıkları açık. Bu kapsamda kadın gazetecilerin yaşadığı sorunlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Kadın gazeteciler ek olarak nelerle başa çıkmak zorunda bırakılıyorlar?

Ana akım medya içerisinde özellikle kadın gazeteci olarak tutunmak öteden beri çok zordu.  Haberciliğin kendisi, medya içerisindeki uzmanlaşma, pratik alan olarak kadınlara çok kapalıydı. Kadınlara daha çok muhabir düzeyinde, o da muhabirlik yaparken eğitim, sağlık, kültür, kadın gibi belli içeriklere yönlendirildiği kadar alan açıktı. Zaman içerisinde kadın gazetecilerin özellikle TV haberciliği açısından baktığımızda daha orta ve daha orta üst düzey haber üreticiliği konumunu aldığını gördük. Fakat bu konumları almaları bile üretilen içeriklerde haberlerde kadın lehine ve kadınların ezilmişliğini, ikincileştirilmelerini ortadan kaldıracak içeriklerin üretilmesiyle sonuçlanmadı. Dünyanın hiçbir yerinde de böyle sonuçlanmıyor. Yani kadın gazetecilerin sektördeki varlığının kuvvetlenmesi üretilen içeriklerde birebir karşılığını bulmuyor. Bulması da çok mümkün değil, çünkü kadın gazeteciler eğer sektör içerisinde tutunabildilerse ve yönetici konumlarına yol alabildilerse aslında biraz oyunu erkek gazetecilerin koyduğu kurallara göre oynayabildikleri için böyle bir ilerleme kaydedebiliyorlar. O kurallara da sahip çıkıyorlar, o kurallar sonucunda kadın aleyhine olan, kadını ikincileştiren söylem güçleniyor aslında.

OYUNU ERKEKLERİN KURALLARIYLA OYNAMAK BİR TUTUNMA STRATEJİSİ

Şimdi bütün bunları gözettikten, düşündükten sonra son yıllarda olup bitenlere baktığımızda sektör içerisinde gazetecilerin işsiz kalması, işlerinden olması, atılması,  adını sanını bilmediğimiz gazeteciymiş gibi ortaya çıkan bir takım kişilerin belli yerleri tutması gibi büyük bir sirkülasyon yaşanıyor. En kolay gözden çıkarılan kadın gazeteciler oluyor ve kadın gazetecilerin sektördeki varlığı hem sayısal hem de haber içeriklerine yayıncılık politikalarına etki açısından zayıflamış oluyor. Elbette kadın spikerler, sunucular, muhabirler var ama elde ettikleri biraz daha etkili ve habercilik anlayışına yön veren konumlarını da kaybetmiş durumdalar. Kadın  gazetecilerin sektördeki tutunma stratejileri üçlüdür; ilk olarak, oyunu erkeklerin koyduğu sektörel kurallara uyarak ilerleyebiliyorlar. Bu içlerinden biri olmak anlamına gelebiliyor. Yani erkek gazetecilerin içerisinde çalışırken onlardan biri gibi davranmakla stratejilerini geliştirebiliyorlar. İkinci olarak, daha feminist, daha eşitlikçi bir yaklaşımla kendilerini ortaya koyarak gazetecilik yapmaya çalışıyorlar ve o zaman sektörde tutunmaları çok daha zor olabiliyor ve hemen gözden çıkarılabilir hale geliyorlar. Üçüncüsü ise, tam sektörün içinde olmayıp esnek çalışma koşullarıyla dışarıdan içerik üreterek güvencesiz çalışma koşullarında devam ederek gazetecilik yapmaya çalışıyorlar. Bu üçüncü şık son yıllarda sektörde köklü, meslekten gazetecilerin dışlanması sonrasında kadın gazetecilerin en çok başvurduğu strateji haline geliyor. Parça başı haber ya da esnek çalışma koşulları ile yol almaya varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bu tabi maskülen maço söylemin büyük ölçüde medyadaki hâkimiyetini perçinliyor. Hele buna bir de siyasal iktidarın kendisinin eşitlik karşıtı muhafazakar bakış açısının hakimiyetini eklediğiniz zaman bunun karşılığı medya sektöründe de güçlü oluyor. Toplum ne kadar muhafazakârlaşıyorsa ve kadının yeri ve konumu konusunda tutuculaşıyorsa, kadını yok saymaya bağımlı konumuna itmeye eğilim gösteriyorsa, kadını bir annelik rolüyle, eş rolüyle sınırlı bir kimliğe hapsetmeye çalışıyorsa; bunun karşılığında da her sektörde olduğu gibi medya sektöründe de kadın gazetecilerin işsiz ve sektörün dışında kalması, kalmak istemiyorsa da daha çok mevcut kural ve söylemin içerisine yerleşmesi, sahip çıkmasıyla sonuçlanıyor.

Medyada kadın cinayetleri, şiddet, cinsiyet ayrımcılığı geniş bir yer kaplıyor. Üstelik bu başlıklar birçok medya kuruluşunca popüler bir içerik olarak ele alınarak sunuluyor. Bu durumu, medyanın bu başlıktaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yani yandaş medya diye tabir edilen kesim zaten bu tutuculuğu kuvvetlendirecek bir biçimde kadını kendisinin kurbanı olduğu cinayetlerden bile neredeyse sorumlu tutacak anlamlar üretiyor ve bunu topluma salıyor. Bu anlamların topluma salınması, dolaşıma girmesi demek insanların günlük konuşma diline de yerleşmesi ya da bunun üzerine düşünebilmeleri bunu paylaşmaları demek. İşte gece sokağa çıkıyorsa, mini etek giyiyorsa ya da evlilik dışı bir ilişki yaşıyorsa kadınların tecavüze, şiddete, cinayete kurban gidebilecekleri sonucunu doğuran bir neden sonuç ilişkisinin özellikle toplumun tutucu kesimlerinin zihniyetine yerleşmesi demek. Ama bundan ana akım medya da çok muaf değil aslında çok örtük ve incelikli bir biçimde onların da kadınların uğradıkları şiddeti doğru ifade ettiklerini söyleyemeyiz ki öyle de değil gerçekten. Çünkü örtük bir biçimde ve farkına varmaksızın aslında kadınların uğradıkları şiddet, tecavüz tüm bunları sanki kadının sorumluluğu, suçuymuş gibi veren ve erkeğin gücü hükmediciliği karşısında kadını zayıf konumlandıran bir anlatımla çıkıyorlar karşımıza.

KADIN CİNAYETLERİNİN HABERLEŞTİRİLME BİÇİMİ KADINLARI SİNDİRMEYE DÖNÜK

Hâlbuki kadına yönelik şiddet politik bir konu, kadın cinayetleri, tecavüzleri iki kişi arasında yaşanmış mahrem veya magazinel bir konu değil. Bunu toplumun kadınların özgürleşme ve kendi yaşam alanlarının daraltılmasına verdiği tepkiyi bir biçimde yutma, o tepkiyi ortadan kaldırmaya kadınları sessizleştirmeye, sindirmeye dönük karşılık vermesi olarak görmek gerekiyor. Yani şunu söylemeye çalışıyorum toplumsalın bir bakış açısı var kadına yönelik. Tutuculuk derece derece farklılık gösterebilir İslamcı kesimlerde daha yüksektir ama daha farklı politik kesimlerde de kadına yönelik böyle bir bakış açısı var. Kadını irrasyonel güçsüz bağımlı bir figür olarak görülmesi ve tasvir edilmesiyle ilgili. Biz tabi özellikle sosyal medyadaki paylaşımlardan görüyoruz, en çok kendisini kadın lehine eşitlikçiymiş gibi sunan birçok toplumun farklı kesiminden insanlar çok kolaylıkla cinsiyetçi bir dilin içerisine yerleşebiliyorlar. Bir kadın cinayetini yerdiği noktada bile öyle bir küfür kullanıyor ki bu küfür cinsiyetçiliği yeniden üretiyor. Dolayısıyla bu dilin içerisinde olmak demek o anlamları üretiyor olmak demek, o anlamlarla bağlantılı pratiklerin üretilmesine de yol açmak demek. Yani kendisinin bizatihi cinayet işlemesine, tecavüz etmesine gerek yok. Ama bunun belli bir nedene bağlı olarak gerçekleştiğini, gerçekleşeceğini ifade ettiği noktada zaten bu anlam normalleşiyor ve bizim günlük dünyamızda yer almış oluyor. Yer bulması demek birçok erkek için bunun makul ve olabilir bir sonuç yaratması demek. Tecavüz veya şiddetin belli nedenlere dayalı olarak gerçekleşmesini makul görmek anlamına geliyor. Ana akım medyada bu farkına varmaksızın maalesef yapılıyor bunun için yandaş medya kadar belki de ondan daha çok ana akım medyanın ürettiği dil de kadınların karşılaştığı şiddetten sorumlu. Fakat asıl sorumlu olan topluma yön veren siyasi, bilim sanat spor alanlarında ki daha güçlü figürlerin söyledikleri yapıp ettikleri ve kadını ifade etme biçimleri. Dolayısıyla onların herhangi bir biçimde medyaya yansıyan kadınla ilgili söylemleri eğer kadını ezen, dışlayan kadın üzerine söylemsel şiddet uygulayan söylemlerse, kadın mitinglerde yuhalatılıyorsa ya da dokuz yaşında ki kız çocuklarının cinsel bir obje olarak ifade edilmesine yol açıyorsa -din adamlarının söylemlerinden de tabi burada söz etmek gerekiyor- bunun dalga dalga sonuçlarının kadın üzerinde fiili şiddet olarak karşımıza çıkması kaçınılmaz. Yukarıdan aşağıya doğruda çok güçlü bir biçimde beslenen bir süreçten bahsediyoruz ve buna karşı çok uyanık olması gerekiyor alternatif medyanın. Habercilik dili açısından dikkatli özenli ve kadının yanında olan politik tutumu ana akım medyanın da üretmesi gerekiyor.

Siyasi iktidarın kadına bakışı ve medya sahipliğindeki etkisi düşünüldüğünde, iktidarın bakış açısı yapılan yayıncılığa nasıl bir etkide bulunuyor, bu konuda bir tür olağanlaştırma faaliyeti yürütüldüğü söylenebilir mi?

Halk medyayı basını kendisinden ayrı bir aktör olarak görüyor. Hâlbuki basın ve medya toplumsal iletişimin dolayımlayıcı ortamıdır. Yani senin toplum olarak neyi ne kadar konuşabildiğinin, düşünebildiğinin, ifade edebildiğinin sınırları basın özgürlüğünün ve ifade özgürlüğünün gerçek ortamları olan medyanın ve basının özgürlüğüyle çizilir. Sınırlar daraltılıyorsa eğer siyasal iktidar tarafından sadece basın özgürlüğü daraltılmıyor toplumun ifade ve düşünce özgürlüğünün alanı kısıtlanmış oluyor. Toplum bunun henüz ayrımında değil. Bu sadece basını ve medya sektörünün kendi meselesiymiş gibi görülüyor. Buna karşı çıkan eylemler protestolar zeminlere ulaşmıyor ve sıradan yaşantısını sürdürmeye devam eden insanlar buna hiçbir biçimde destek olmuyorlar. Kendileriyle ilgili bir mücadele verildiğinin düşünme ve ifade alanıyla ilgili bir mücadele verildiğinin ayırtında değiller.

BAZI KADINLAR TUTUCU SÖYLEME VAHŞİ BİÇİMDE SAHİP ÇIKIYORLAR

En dikkat çeken şeylerden birisi ise bir kadına yönelik şiddet, tecavüz, cinayet gibi ve olaylarda muhafazakâr saflardaki kadınların yine kadınları suçlu konumuna itmesi değil mi?

Şimdi şöyle bakmak lazım toplumun kendi yaşam alanı içerisinde kadınlar arasında böyle bir ötekileştirme kendisini başka kadınlardan ayırarak kendi kimliğini kurarken kendisine eğer "daha muhafazakâr, tutucu, ahlaklı" tanımlamaları içerisinde bir kimlik kurmak istiyorsa kendine bir öteki yaratacaktır. Öteki de âşık olan kendi mesleğini yapmaya çalışan özgür ve bağımsız bir biçimde bir erkeğe bağımlı olmadan kendine bir yaşam alanı kurmaya çalışan kadınlar oluyor. Kadının kadına yönelik bu şekilde söylemsel şiddeti erkeğin bu ayrımları sürdürmesi içinde bir zemin yaratmış oluyor ve bazı kadınların "öteki" kadınları, işaretleyerek kendisini ondan ayırarak evlenilecek kadın ve eğlenilecek kadın ayrımı içerisinden konumlandırması kadar vahim bir şey olamaz. Burada kadının kendi kadınlık kimliğinin ne olduğuyla ilgili çok ciddi bir farkındalık içinde olması gerekiyor. Başka kadınlara yönelik bir takım atıflarla onların marjinalleştirilmesiyle kadınların çoğu kimliğini kuruyorsa burada da büyük bir problem var demektir. Bu kadınların tutuculuk söylemi içerisinde iyice mevzilenmiş olduğu anlamına gelir ve kadınlar tutucu söyleme erkekler kadar belki onlardan daha güçlü ve maalesef onlardan daha vahşi bir biçimde sahip çıkıyorlar. Eğer tutuculaşmış, tutucu söylemin üreticisi olmuş kadınlar bir gün "hiçbir erkek bir kadına şiddet uygulayamaz o kadın ne yapıyorsa yapsın o kadının duyguları hareketleri ne olursa olsun bununla ilgili öldürülmek, tecavüze uğramak gibi hiçbir insanlık dışı eylemin nesnesi kılınamaz" diyebilirse o zaman gerçekten bir şeyler değişecek belki toplumda. Onun için en üzücü ve vahim olan şeylerden birisi de kadının kadını ötekileştirmesidir. Kadınlar kendi aralarında bu ayrımın içine mevzilendikleri zaman farkına varmaksızın kendi yaşam alanlarını da darıltmış oluyorlar. Bir kadının akşam saat sekizden dokuzdan sonra sokağa çıkamayacak olmasını kabullendikten sonra bunu normal görüp rasyonalize etmesini ya da giyim kuşamıyla kendi kişiliğinin değerlendirilmesini kabul etmesini anlamak mümkün değil. Bu erkek düşünme kalıbının içerisinde kalarak dünyayı bakan bir kadına nasıl erişilebilir bilemiyorum ve yaşama tarzındaki, düşünce tarzındaki problem üzerine çok uğraşılması ve çalışılması gerektiğini düşünüyorum.