Odatv davası skandallarla başladı

İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen 13 sanıklı Odatv davasının son duruşması skandallarla başladı. Duruşmaya katılmak ve tutuklu gazeteci Ahmet Şık'a destek olmak için davaya gelenler mahkeme salonuna alınmadı.

soL - İstanbul

İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen 13 sanıklı Odatv davasının son duruşması skandallarla başladı.

Sanıklardan tutuklu Ahmet Şık'a destek için gelenler salona alınmadı. Mahkeme heyeti, davaya katılmak için gelenleri "sanıklar gelmedi" diyerek dışarıda bekletirken, bu esnada duruşmanın başladığı öğrenildi.

Mahkeme başkanı duruşmanın başlamasının ardından, salona 20 kişiden fazla kimseyi almayacağını bildirdi.  Davaya katılmak için mahkeme salonunun önünde bekleyenler "Özgür basın susturulamaz" sloganları atarken, duruşmaya dışarıdan kimse alınmıyor. 

AHMET ŞIK: BÖYLE MÜTAALA OLMAZ

Öte yandan  Ahmet Şık'ın duruşmaya kelepçeyle getirildiği öğrenildi.  Ahmet Şık savcının mütalaasına karşı yaptığı konuşma şu şekilde:

Bugün burada olmaları gereken bazı kişiler yok. Avukatlarımdan ikisi, Bülent Utku ve Akın Atalay ile meslektaşları Mustafa Kemal Güngör. Sadece onlar da değil. Tutuklu olduğum süre boyunca hiçbir zaman yalnız bırakmayan meslektaşlarım Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Güray Öz, Turhan Günay, Hakan Kara, Musa Kart ve Önder Çelik de izleyici sıralarında değiller. Tıpkı bu davadakine benzer bir kumpasla, gazetemiz Cumhuriyet'i hedef alarak gaeteciliği yargılamaya kalkan bir soruşturma nedeniyle 108 gün önce tutuklandılar. Şimdi 'FETÖ' denilen Gülen Cemaati'nin Ordu Fatsa'daki öğretmen sorumlusu olduğu öne sürülen İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan'ın görevlendirdiği, kendisi de 'FETÖ sanığı' olan savcı Murat İnam'ın yürüttüğü soruşturmada avukatlarıma ve meslektaşlarıma yöneltilen suçşama 'FETÖ'cü olmak'. Talimatın, 'kandırıldık' diyerek Gülen Cemaati ile suç ortaklarının gizlemeye çalışan iktidardan geldiği aşikar.

Bununla kalsa iyi. Cemaat kumpasıyla sanığı haline getirildiğim ve hakkımda, diğer arkadaşlarla birlikte, beraat istenecek bir mütalaa verilerek bu davaya 'FETÖ propagandası yaptığım' iddiasıyla, bir başka soruşturmanın tutuklusu olarak getirildim. Sonlanması beklenen bu davada olduğu gibi yine gazetecilik faaliyetlerim soruşturma konusu ediliyor. Yani 'mankurtlar' denilen Cemaat'in savcı ve hakimlerininkinden farklı bir yargı teşkilatı yok. O zaman da bir takım suçlar gizli kalsın diye tutuklama terörüne maruz kalmıştım. Şimdi de öyle. Yazılmasın, konuşulmasın, duyulmasın, bilinmesin istenen gerçeklerin ne yapılırsa yapılsın, ortaya çıkacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Suriye'deki iç savaşta MİT'in ayak izlerinin bulunduğu suçlar da sahte bir tarih yazımına girişilen kanlı bir kalkışmanın, ihtiyaç duyulan kaosu sağyalacak bir kontrollü darbe olduğuna yönelik kuşkulu soruların yanıtları da elbet yazılacak. Bu kötülüğün iktidarında, her şeyden daha çok hakikate ihtiyacımız var. Çünkü, eğer anlatılırsa kötülükler son söz olmaktan çıkar. İnkar etmek olduğunu bilerek, yakın geçmişten bugüne uzanan ve maalesef devam eden kötülükleri anımsatalım.

Savcılık makamına ve mahkeme heyetine kalsa, bu dava bir önceki celse bitmiş oalcaktı. Çalakalem yazılmış, konunun ne olduğunu anlatmaktan kaçınan, ortadaki açık kumpasın faillerini gizleyen ve dahası 'olan oldu, unutun gitsin' diyen bir mütalaa yeni bir celse daha yapılmasını kaçınılmaz kıldı. Öyle bir özensizlikti ki karşımızdaki, davanın bazı sanıklarının isimlerine dahi yer vermeyi lüzumlu görmemişti. Kimi zaman gazetecilik faaliyetlerimin hedef alınması nedeniyle 'sanık' kimi zaman da mesleğimin gereği olarak çok sayıda iddianame ve mütalaa okudum. 'Böyle iddianame olmaz' dediğim, çok sayıda, hukuktan uzak metinle karşılaştım. Özellikle siyasal nitelikli davalarda, mahkumiyet isteyen iddianame ve mütalaaların süyasi niteliklerinin onlarcasını hemen kolayca saymam mümkün. Hakkımda mahkumiyet isteyen iddianame ve beraat isteyen mütalaa onlardan sadece biri.

Mütalaa hakkımda beraat istese de siyasallığını ortadan kaldırmıyor. Mütalaa göstermiyor, anlatmıyor, açıklamıyor. Sadece susuyor. Beraat istiyor ama gizliyor. Gülen Cemaati'nin adını anmayan, suç ortağı AKP'yi anlatmayan, Fethullah Gülen ve Recep Tayyip Erdoğan'ın rollerini gizleyen bir mütala. Bu mütalaa, bu haliyle, tıpkı iddianamenin kendisi gibi gerçeklere karşı işlenmiş bir suç oluyor. Böyle mütalaa olmaz. Soruşturmanın başlamasından bugüne kadar dosyada birçok şey oldu. Birçok gelişme yaşandı. Yargının bu acınası haline rağmen hukukun üstünlüğüne olan inançlarnın yitirmemiş avukatlarım, bu davanın hukukla kurulabilecek tek bağı oldular. Temel hak ve özgürlüklerin ne olduğunu, önemini, durumunu anlattılar. Düşünce ve ifade hürriyetinin, basın özgürlüğünün dokunulmaz olduğunu izah ettiler. Gazeteciliğin yargılanamayacağını, gazeteciliğin suç olmadığını sabırla anlattılar. Düşünce ve ifade hürriyetini hedef alanlara, basın özgürlüğünü yok etmeye çalışanlara, gazeteciliği yargılamaya kalkışanlara suçlarının ısrarla anlatılmasından vazgeçilmedi. Vazgeçilmemesi de halen gerekiyor.

Devlet, içi boş bir kavram değil. Geçmişten bugüne dek yasama, yürütme, yargı erkinden oluşan mekanizmayı ele geçirenler; Özgürlük, eşitlik, barış, adalet ve insanca bir yaşam isteklerinin karşısına kan ve vahşetle çıkıp çarklarını yıllarca işlettiler. Böylesine kanlı bir geçmişe sahip olan devletin, tartışmasız bir itaat şartıyla ve sorgulamadan düzenin kirine ve kinine sahip kitleler yaratma çabasındaki bir siyasal iktidarın ve suç ortaklığnı yapan medyanın tekelindeki 'hayali hakikatin' üzerimize nasıl boca edildiğine işaret edip tarihe emanet edilmesi gerekiyor. Bu yüzden 'hadi unutalım' diyen bir mütalaaya karşılık 'hadi hatırlayalım' diyoruz."

SONER YALÇIN: UĞUR MUMCU, MUSA ANTER GİBİ...

Soner Yalçın mütalaaya karşı konuşmasına başladı.

Yalçın şunları söyledi: 

Uğur Mumcu gibi… Musa Anter gibi… Hrant Dink gibi… Büyük gazeteciler her zaman en yürekli olanlardır. Gerçeği bulma ve yazma konusunda katı ve acımasız oldum; kimseye taviz vermedim; eğilmedim.

İLK ARA

Ahmet Şık ve Soner Yalçın'ın mütalaaya karşı konuşmalarını bitirmelerinin ardından mahkeme 5 dakikalık ara verdi.

ARA SONRASI İLK KONUŞMA BARIŞ PEHLİVAN'DAN 

Barış Pehlivan mütalaaya karşı şunları söyledi:

Bildiğim; bu davanın 12 numaralı sanığı, bugün artık bir ölü. Bakınız, bu davada “FETÖ’ye dokundu” diye yanan gazeteci Ahmet Şık, şimdi ise FETÖ’den hapiste yatırılmaktadır. Bu mudur FETÖ ile mücadele? Bu davanın sanıklarının yazdıkları dün dikkate alınsaydı, bugün Türkiye bu kadar sorunla boğuşmazdı.  Son sözüm: Neyse ki, Rab’den ve milletten af ya da özür dileyecek bir habere imza atmadım.

BARIŞ TERKOĞLU: SİZE NE ANLATAYIM?

Barış Terkoğlu da mütalaaya karşı son sözlerini söyledi. Terkoğlu, AKP'li eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın 15 temmuz darbe girişimi sonrasında "Silahlı terör örgütünün Fethullahçı olduğunu o gece öğrendim, bana ahmak diyebilirsiniz" şeklinde açıklamasını ve AKP'lilerin "kandırıldık" açıklamalarını hatırlattı ve şöyle dedi:

“Size ne anlatayım? Çok afedersiniz, kendisi için kullandığı ifadeyi tekrar ettiğim için özür diliyorum, beni Bülent Arınç kadar ‘ahmak’ olmadığım için mi cezalandıracaksınız? Ya da devletin tepesinde ‘kandırılmaya bıkmamış’lardan olmadığım için mi suçlayacaksınız?”