Mehdi Beşpınar mücadele arkadaşını anlattı: Katledilişinin 47. yılında Taylan Özgür üzerine...

Türkiye 68’inin unutulmaz isimlerinden Taylan Özgür, 47 yıl önce bugün siyasi bir cinayetle katledilmişti. Ölüm yıldönümünde, mücadele arkadaşı Mehdi Beşpınar ile Taylan Özgür’ü ve 68’i konuştuk.

68 kuşağının sembol isimlerinden olan Taylan Özgür'ü ve mücadelesini katledilişinin 47. yılında arkadaşı Mehdi Beşpınar'la konuştuk.

soL: Taylan Özgür’ün öldürülmesi 68 Gençlik Hareketi için bir dönüm noktası oldu belki de. Üniversiteli bir genci hedef alan bu siyasi cinayetin ardından silahlı mücadele fikri solcu gençler arasında giderek daha da fazla benimsenmeye başladı. O dönemin mücadele eden gençliği içinde yer alan biri olarak bize bu cinayetin nasıl bir etki yarattığını anlatabilir misiniz?

Mehdi Beşpınar: Taylan’ın öldürülmesi gençlik hareketinde dönüm noktası demesek de, mutlaka çok önemli bir olaydır. Çünkü polisin önceden planlayıp, yani herhangi bir eylem sırasında falan değil, bilerek işlediği bir cinayet. Etkisi tabii çok çok büyük… O dönemde değişik siyasi gruplardaki gençlerin tamamı Taylan’ı sahiplendi ve bu cinayete karşı müthiş bir birliktelik sağladı tüm üniversite.

Silahlı mücadelenin gelişmesine etkisi oldu mu? Şimdi ben başta bir şey söyleyeyim: Üniversite öğrencilerinin, üniversite hareketinin silahlanması bana ters geliyordu, yanlış geliyordu. Bu yanlışlık aman legal sınırlar içinde kalalım falan diye değil; başkalarının zorladığı bir silahlanmanın, gençliği buna zorlayanların işine yarayacağını düşünüyordum. Çok kısa bir şey anlatayım: Faşistlerle ilk yüz yüze çatışma İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ndeki öğrenci temsilciliği seçimleri sırasında yaşandı. Yeni bina-küçük amfide bir toplantı yapmıştık, 200 kişi kadar içerideydik on tane faşist dışarıdaydı sopalarıyla… Kapıya vurdular, dışarıya çıkana, -dar olduğu için kapıdan tek tek çıkabiliyorsun- sopalarla vurdular. O on kişi kaçtı ama sonuçta 200 kişilik gruptan pek çok kişiyi yaraladılar. Biz bir şeyler yapmak lazım dedik ve çok amatörce uzun sopalar aldık. Peşinden faşistlerin bıçaklı saldırıları başladı, hadi biz de bıçak alalım dedik. Peşinden silahlı saldırıları başladı… Taylan ilk öldürülen değildir, daha önce de faşistlerin işledikleri cinayetler vardır. Mehetoğlu vardır, Mehmet Büyüksevinç vardır ilk anda aklıma gelen… Taylan ilk değildir; Vedat Demircioğlu vardır.

Faşistler saldırılarını tırmandırdıkça, onlar silaha sarıldıkça bizim arkadaşlarımız da tabanca almaya başladılar. Yani bir anlamda süreci önce faşistler belirliyordu. Biz ancak ondan sonra kendimizi savunmak için birşeyler yapıyorduk. Ve silahlı okula gidip gelmeler başladığı dönemde polisin bu durumu fark etmemesi mümkün değil. Üniversitede bir sürü sivil polis vardı, bizim aramızda da çok sayıda sivil polis olduğunu sonradan öğrendik.

Ben bu nedenlerle karşıydım silaha. Bir de kitleden kopmamızı getirdi bu durum. Normalde biz bütün o üniversite kitlesine hakimdik, silahlanma artık en uç noktalarına vardığında, Dev-Genç’in son dönemleri, 1000-1500 kişiyi zor toplar hale gelmiştik. Öncesinde biz İstanbul Üniveristesi’nde 10 bin-15 bin kişiyi rahatlıkla toplardık, bütün öğrenciler katılırdı eylemlerimize...

Soruya dönecek olursak, Taylan’ın öldürülmesinin silahlanmayı artırıcı etkisi olmuştur mutlaka. Ama zaten o sürece girilmişti, silahlanma artıyordu. "Artık burada yapacak bir şey yok, başka mecralar aramak zorundayız, başka şeyler yapmalıyız." düşüncesinin gelişmesine yol açtı yaşananlar. Artık arkadaşlar yardım etmek ya da eğitim görmek amacıyla Filistin’e gitmeye başladı. 

O dönemde gençlik hareketi ne durumdaydı?

Türkiye’de gençlik kesiminde iki örgüt vardı. FKF vardı, Türkiye’de bütün fakültelerde örgütlü, üyeleri olan daha kurumsal bir örgüt, TİP’in gençlik kolları gibi çalışırdı. Bir de 1968’de Devrimci Öğrenci Birliği vardı. İstanbul Üniversitesi’nde kurulmuştur, doğrudan öğrenciler kurmuştur. Öğrencilerin kendilerinin karar aldığı, FKF’deki "’aman şunu yaparsak faşizm gelir, bunu yapmayın!" kısıtlamalarına "yeter!"  diyerek kurduğu bir örgüttü. FKF’nin o pasif tutumuna karşı DÖB kurulmuştur. Başlangıçta daha zayıftı.

DÖB’ün ilk çıkışı AISEC olayıdır. AISEC toplantısı Türkiye’de yapılıyordu, dışarıdan gelenler vardı. Toplantıyı başbakan Süleyman Demirel açacaktı. Biz bunu protesto etmek istedik. 50-60 kişiydik. Demirel gelmedi, bakanı geldi… Bayağı olay olmuştu, gazetelerde yazılar çıkmıştı. Bizi topladılar o gün. Birkaç ay içeride yattık. Türkiye’de öğrencilerin geniş çapta basında yer bulan ve bu kadar geniş çapta ilk hapse girmeleridir benim hatırladığım kadarıyla. Ondan önce de ODTÜ’de Bağımsızlık Yürüyüşü’nde tutuklanmıştı arkadaşlar. Cezaevinden çıktığımızda bizi büyük bir kalabalık karşılamıştı, sempati toplamıştık.

Aynı sene peşinden 68 işgali geldi. Fransa’da olaylar başladı. Ardından DTCF’de olaylar başladı. Biz de sınıfları dolaştık, forumlar yaptık…

Öğrencilerin günlük problemleriyle de uğraştık, sınavlar, harçlar… Hareketin kitleselleşmesi önemliydi. Taylan yapı olarak bize, DÖB’e yakındı. 67’de TİP içindeki bölünme belirginleşmişti. MDD olayı çıkmıştı. O zaman “Dar Cephe” ve “Geniş Cephe” olarak adlandırılıyordu taraflar. “Dar Cephe”ciler, daha sonra “sosyalist devrimci” olarak anıldılar.

Bize Taylan Özgür’ü nasıl tanıdığınızı biraz anlatabilir misiniz?

Taylan’la ben ODTÜ’den arkadaştım, ODTÜ’deki en iyi dostlarımdan biriydi. Ben ODTÜ’de Öğrenci Birliği Genel Sekreter Yardımcısıydım.

ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü üyelerini belli bölgelere gönderip oralarda durumun ne olduğu, neler yapılabileceği üzerine belli gruplar halinde yurdun değişik yerlerine göndermiştik.

Taylan Antalya bölgesindeydi. Oradakiler Elmalı’da gölün tamamen kurutulduğunu, kurutulan yere hiçbir hakkı olmamasına rağmen ağaların el koyduğunu, bir şey ektirmediklerini söylerler ve orada köylüler bunun mücadelesini verirken Taylan da bunu duyar ve oraya gider. Taylan’ın adının duyulmasını sağlayan bu olaydır ve orada köylünün belli haklar kazanmasını sağlayan en önemli kişidir Taylan. Olayı hemen bize de bildirdi, yeni arkadaşlar gönderdik.

Şimdi ODTÜ’nün o zamanki öğrenci birliğinin, Sosyalist Fikir Kulübünün yöntemleri çok güzeldi. Örneğin, Bafa Gölü sonradan CHP’den milletvekili olmuş bir feodal ağanındı! 1950 öncesinden başlayarak CHP’den milletvekilliği yapmış bir adam bütün Bafa Gölü’nün sahibi görüyordu kendini. Gölün kenarındaki balıkçılıkla geçinen işçiler, balıkları tutup ona teslim eder, kendi yiyeceklerini bile kısıtlı alabilirlerdi... O olaya ODTÜ’den iki otobüs arkadaş, ben de gitmiştim, müdahale edildi. Balıkçılarla balığa çıkıldı, balıklar yendi, bir kısmını “götürün satın biz buradayken” dendi ve balıkçılar o gölün nimetlerinden yararlanmaya başladılar. Bafa’da baya güçlü bir sol hareket oluştu. Bunun gibi Artvin’e giden yoldaşlarımız vardı. Amasya Sığova’da araştırma yapan, sonradan sosyoloji profesörü olan arkadaşımız vardır, Bahattin Akşit… Tokat, Taşova’da ciddi bir sosyolojik araştırma çıkarttı. Hala sosyolojide önemli kitaplardan biridir.

Taylan ile bizim dostluğumuzun pekişme dönemlerinden biri de Komer’i protesto eylemleridir. Komer’in arabasının yakılmasında ODTÜ’de, Taylan en önde gelenlerden biridir. Ondan sonra kaçaklık döneminde de onu ben sakladım. Sonra İstanbul’da sıkıştık, kayınpederimin evine saklandık Karamürsel’de 10 gün kadar. Bu olay bizim dostluğumuzu daha da pekiştirdi.

Aslında fotoğrafları vardı. Birikimcilerin başını çektiği bir ansiklopedi çalışması sırasında benden rica ettiler. Benden o resimleri aldılar getireceğiz diye, kaybettiklerini söylediler. Taylan’ın o dönemde kaçaklıktan resimleri vardı. Bütün fotoğraflarım gitti.

Peki Taylan Özgür genel olarak gençlik hareketi içinde, bütün bu bahsettiğiniz kampanyalarda nerede duruyordu?

Hepimiz öyleydik, bir görev verildi mi gönüllü giderdik. Dersleri çok iyi değildi o nedenle… Ama benim gibi okuldan da atılmadı, onu idare edebiliyordu. Bir görev oldu mu, hemen “ben giderim” derdi. Örneğin, öldürüldüğü zaman İstanbul’a gelme sebepleri İstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği’nin kongresiydi. O kongrede bizlere destek olmak için geldiler ODTÜ’den. 30-40 kişi kadar bir toplulukla birlikte geldi.

Taylan Özgür’ün öldürüldüğü olay nasıl gerçekleşti?

Bir gün önce üniversitede gereksiz yere bir takım olaylar oldu. Ertesi gün meydanda polis bunları bahane edip müdahalede bulundu ve içlerinden bir tanesi de hedef gözeterek Taylan’ı sırtından vurdu. Taylan öldükten sonra çok kişi etkilendi, yani ilişkide olduğumuz kesim de etkilendi. Taylan’ın ölmesi hiç beklenmedik bir zamanda oldu.

Peki Taylan Özgür’ün öldürülmesinin ardından ortaya çıkan öfke daha fazla nereye, hangi odağa yöneliyordu?

O zaman bütün öfkeler siyasi iktidara yöneliyordu. Çünkü faşistler, ülkü ocakları… onların kimin adamı olduğu belli. O dönemin başbakanı Demirel’in ‘’Bana sağcılar adam öldürtüyor, dedirtemezsiniz.’’ lafı… E öldürtüyordu, sen öldürtüyordun, senin maşandı onlar… Sonradan maalesef o dönem solda olan birtakım arkadaşlarımız Demirel’i de aklamaya çalıştılar.

Nasıl bir bahaneyle yaptılar bunu? Ve kim yaptı?

Yakın zamanlarda ‘’Demirel iyiymiş meğer’’ lafları edilmeye başlandı. 68’liler Birliği Vakfı, Demirel’den para istemeye gitti cumhurbaşkanıyken. “İyi, tarafsız bir cumhurbaşkanı…” dediler. Demirel de bunları odasında kabul edip, yanlarında Bayındır Holding’in başkanını arayıp, “Bak iyi çocuklardır, sana gönderiyorum, biraz maddi yardım yap…’’ diyerek dalgasını geçmiş. Yani ihtiyacın olabilir ama patrondan ricacı olacağına git işçiden bir lira topla..

Peki bu suikasta geri dönersek, doğru tepki verilebildi mi sizce?

O günün koşullarında yapılabilecek her şey yapıldı, doğrudan siyasi iktidar suçlandı, siyasi iktidar öldürtüyordu zaten. Resmi polis, devletin memuru bunu yaptı, olayı görenlerin bazıları şahitlikten vazgeçti. Liberalleşti o arkadaşlar sonra. O konuda Taylan’ın kız kardeşi Hale’nin bir sürü yazdıkları, açıklamaları vardır, onlara bakabilirsiniz.

AKP’nin canını çok sıkan ve sürekli baskı altında tutmaya çalıştığı kurumlardan biri de üniversiteler. Aslında ülkede OHAL ilan edilmeden de üniversitelerde adı konulmamış bir OHAL hüküm sürüyordu. Tarihe baktığımızda sermaye sınıfının üniversiteleri ve öğrencileri sürekli bir tehdit olarak algıladığını ve baskılamaya çalıştığını görüyoruz. Sizce bunun sebebi nedir?

Üniversite öğrencisi toplumun en hareketli tabakasıdır. Hele soru sormaya, memleket üzerine düşünmeye başlamışsa düzenin sahipleri için önemli bir tehdit haline gelebilir. Gençliğinden kaynaklı olarak toplumun baskılarına karşı cesur davranabilen, ikna olduğu zaman mücadelesini hayatının merkezine koybilen "gözü kara" bir kesimdir gençlik.

Bütün dünyada sol, devrimci hareketler önce üniversitelerde başlıyor. Ama elbette yanlışlar da yapılabiliyor. Mesela üniversite gençliği kendisini siyasi parti zannetmeye, sınıf partisinin yerine koymaya başladı mı batırıyor. Türkiye'de geçmişte böyle oldu. Dev-Genç kendisini siyasi parti yerine koydu ve bitirdi. Öğrenci hareketleri, öğrenci mücadelesi önemlidir ama işçi sınıfı sürecin başını çekmeden devrimci dönüşümler mümkün değildir. Öğrenciler ancak sınıf için, o sınıfın öğretileri uyarına birtakım hizmetlerde bulunabilir ama esas olan sınıftır.