'Kadınları köşeye sıkıştıran, eşitsizliği ve şiddeti besleyen düzenle mücadele edilmeli'

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü yaklaşırken, Psikiyatrist Gülperi Putgül Köybaşı'yla şiddetin kadın ruh sağlığına etkilerini, şiddetle mücadelede karşılaşılan zorlukları konuştuk. Özellikle sözel, ekonomik ve psikolojik şiddetin varlığını sürdürdüğüne dikkat çeken Köybaşı, kadınları köşeye sıkıştıran bir düzenin varlığını sürdürdüğünü, bu düzenle…

Haber Merkezi

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü yaklaşırken, kadına yönelik şiddeti farklı boyutlarıyla tartışmak istiyoruz.

Şiddetin, kadın ruh sağlığı üzerine etkilerini ve şiddetle mücadelede karşılaşılan zorlukları Psikiyatrist Gülperi Putgül Köybaşı ile konuştuk...

Kadına yönelik şiddet her geçen yıl artarak devam ediyor. İstatistiklere yansıyanlardan çok daha fazlası olduğunu tahmin etmek zor değil. Kadınlar ruhsal açıdan şiddetten nasıl etkileniyor sorusuyla başlamak istiyoruz...

Şiddet örseleyici bir deneyim insan yaşamı için. Şiddetten olumsuz etkilenmemek mümkün değilse de ortaya çıkan ruhsal tepkiler kişiden kişiye değişkenlik gösterebiliyor. Depresyon, kaygı bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu gibi farklı tanılar alabiliyor kadınlar. Burada tek belirleyici olan kişiye ait özellikler değil; şiddetin türü, yoğunluğu, süresi, kişinin sosyal destek alıp alamaması, şiddet uygulayıcısının ceza alıp almaması, toplumun şiddete yaklaşımı  gibi pek çok değişken girer işin içine.

Kadın ruh sağlığını etkileyen en önemli unsurların, şiddete maruziyet ve düşük gelir düzeyi olduğu belirtilmektedir. Türkiye’de ise her iki bileşenin etkisi altında kalan kadın sayısı giderek artıyor. Dünya Sağlık Örgütü, her üç kadından birinin yaşamı boyunca fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kalacağını öngörüyor. Bu çok ciddi bir rakam.

'SÖZEL, EKONOMİK VE PSİKOLOJİK ŞİDDET YAŞAMIMIZIN BİR PARÇASI OLARAK VARLIĞINI SÜRDÜRÜYOR'

Şiddetin türü dediniz, bunu biraz daha açabilir misiniz? İlk aklımıza gelen fiziksel şiddet oluyor çoğunlukla...

Evet sıklıkla fiziksel şiddet anlaşılıyor kadına yönelik şiddet dendiğinde. Oysa kadına yönelik şiddetin kabul görmüş tanımı şöyledir: Özel yaşamında ya da toplumsal yaşamda kadınlara fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik açıdan zarar veren cinsiyete dayalı her türlü eyleme "kadına yönelik şiddet" denir. Kadını istemediği bir şeye zorlama, özgürlüğünü kısıtlama, çalışmasına engel olma da şiddettir. Ya da harcamalarına engel olma, küçük düşürme, eğitim hakkını elinden alma... Özellikle sözel, ekonomik ve psikolojik şiddet, örtük bir biçimde yaşamımızın bir parçası olarak varlığını sürdürüyor.

Kadınlar şiddetin bu yönleriyle de karşı karşıya kaldıklarının ne kadar farkındalar peki?

Özellikle eğitim seviyesi düşük ve yoksul kesimlerde çoğunlukla şiddeti kanıksama hali mevcut. Eğitimli ya da zengin bir kadın da şiddet görebiliyor elbette; ancak hem sıklık hem de baş etme mekanizmaları arasında belirgin farklılıklar mevcut.

Türkiye’de evli kadınların yüzde 30’u evlilik içinde zorla cinsel ilişkinin suç olduğunu bilmiyor örneğin. Eşinin isteklerini karşılamak "kadınlık görevi" olarak algılanıyor. Evin geçimine kadın bir işte çalışarak katkı koyuyorsa bile, kazandığını nasıl harcayacağına dair söz sahibi olamıyor. Bazen bunu talep etmesi gerektiğini bile düşünmüyor.

'KADINLARI KÖŞEYE SIKIŞTIRAN TOPLUMSAL BİR DÜZEN VAR'

Kadınlara mı yüklenmeli burada sorumluluk?

Kesinlikle hayır. Burada toplumun kadına biçtiği rollerin önemi göz ardı edilirse, kadınların bireysel yetersizliklerine bile indirgenebilir mesele. Halbuki kadınları köşeye sıkıştıran toplumsal bir düzen var ortada. Çocuk yaşta cinsel kimliğinden utandırılan, cinsel obje haline getirilen, adet görmesiyle birlikte “kadın” olarak kodlanan bir kız çocuğu zaten şiddetle beraber büyümeye mahkum ediliyor. Evden çıkmayan, okumayan, düşünmeyen, “karnından sıpa, sırtından sopa eksik edilmeyen”, kendi bedeni hakkında bile söz sahibi olmayan kadınlar istiyorlar. Daha geçen günlerde bir üniversitede profesör unvanı olan biri çıkıp seçimlerde kadınlara oy vermeyeceğini açıkladı. Çünkü kadın için en büyük başarı annelik ve ev kadınlığıydı ona göre.  Ülkenin en yetkin eğitim kurumlarından böyle sesler yükselebiliyorsa, şiddet için uygun zemin zaten var demektir. Bir sonraki adımda varılan sonuç; “evinde oturmayan kadın başına gelenleri hak ediyor” olacaktır, oluyor da.

Peki yardım almak için başvuran şiddet mağduru bir kadın karşınıza geldiğinde süreç nasıl işliyor?

Özellikle fiziksel ve cinsel şiddet mağdurları için süreç elbette daha yıkıcı ilerliyor. Dayak yemiş, cinsel tacize ya da tecavüze uğramış bir kadının konuşması da kolay olmuyor. Pek çok cinsel şiddet mağduru kadın utandığı için, kendisine kimsenin inanmayacağını düşündüğü için, korktuğu için susuyor. Bakın medyaya da taşınmış olan Şule Çet davasında, gencecik bir kadının önce cinsel şiddete maruz kaldığı ardından öldürüldüğü iddiası var. Hala birileri “o saatte orada işi neymiş” diyebiliyor, öldükten sonra bile. Yaşarken bununla baş etmek hiç kolay değil.

Öte yandan adli süreç de çok yıpratıcı. Her aşamada travmanın tekrar tekrar yaşanması demek oluyor bazen. Pek çok şiddet mağduru kadın, adli süreci başlatmak istemiyor. Başlarına daha büyük belaların açılmasından endişe duyuyorlar, haksız sayılmazlar. Önemli bir kısmı ise maddi nedenlerle, çocuklarının geleceğinden endişe duyduğu için geri dönüyor şiddete uğradığı eve. Devletin kendisini koruyacağına inanmıyor kadınlar. Şiddet davalarında tanık olduğumuz iyi hal indirimleri, uzaklaştırma almasına rağmen öldürülen kadınlar, tecavüzcüsü ile evlendirilmek istenen kız çocukları gibi örnekler kadınları umutsuzluğa sürüklüyor. Öte yandan iktidarın kadını aşağılayan, ikinci sınıf gören söylemlerine sık sık maruz kalıyoruz. Bu söylemlerin her biri kadına yönelik şiddettir. Ayrıca toplumsal algıyı etkileyerek şiddetin meşrulaşmasına da neden olmaktadır.

'ŞİDDETİ YARATAN KOŞULLARLA MÜCADELE ETMELİ' 

Tüm bu can sıkıcı tabloya rağmen yapılabilecek şeyler yok mu?

Elbette var. Bu nedenle bugüne dek kazanılmış olan haklar çok değerli. Tedavi sürecinden adli sürece; tüm aşamalarda kadının yalnız olmadığını hissetmesi, suçluların ceza alacağını bilmesi iyileşme sürecinde çok etkili. Bunlar için verilen mücadeleler de bu nedenle anlamlı. Öte yandan bir hekim, aynı zamanda her an şiddetle karşı karşıya kalabilecek olan bir kadın olarak şunu görüyorum ben tabloya baktığımda; tüm bu gericiliği ve eşitsizliği besleyen bir toplumsal düzen var. Biz iyileştirmek için çabalıyoruz, var olan düzen hasta ediyor. Bir kısır döngü içinde hep birlikte tükeniyoruz. Bu nedenle kadına şiddete karşı mücadele dediğimizde, şiddeti yaratan koşullarla mücadeleyi en başa yazmak gerekiyor diye düşünüyorum. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma günü vesilesiyle, dünden bugüne yaşamları pahasına direnmiş olan tüm kadınları saygıyla selamlıyorum.