Hukukçular ve yazarlar soL'a anlattı: Müftüye nikah yetkisi aslında ne anlama geliyor?

Meclis alt komisyonundan geçen "müftülere nikah yetkisi" adı altındaki şeriat düzenlemesine tepki yağıyor. Hukukçular, yazarlar, kadınlar ve toplumun pek çok kesimi, bu düzenlemenin "Şeriat düzenine geçişin yeni bir aşaması, çocukların küçük yaşta, denetimsiz şekilde evlendirilmesinin ve kadını köleleştirme arzusunun bir ifadesi" olduğunu savunuyor... Hukukçu ve yazarlar…

Haber Merkezi

Türkiye, yeni bir "şeriat düzenlemesi" ile karşı karşıya... Müftülere nikah kıyma yetkisinin verilmesini öngören tasarı, TBMM alt komisyonundan geçti... Toplumun çeşitli kesimlerinden bu düzenlemeye tepki yağıyor.

Hukukçular, yazarlar, kadınlar ve toplumun pek çok kesimi, bu düzenlemenin "Şeriat düzenine geçişin yeni bir aşaması, çocukların küçük yaşta, denetimsiz şekilde evlendirilmesinin ve kadını köleleştirme arzusunun bir ifadesi" olduğunu savunuyor...

Hukukçu ve yazarlar, tasarının gerçekte ne anlama geldiğini soL'a anlattı... 

ERENDİZ ATASÜ: KADINLARI KÖLELEŞTİRME ARZUSUNUN AÇIK BİR İFADESİ

Yazar, eleştirmen ve akademisyen Erendiz Atasü, "müftülere nikah yetkisi" veren yasa tasarısında ısrar edilmesinin nedeninin, İslam cumhuriyetine geçişin yeni bir basamağını inşa etmek olduğunu söyledi. 

Atasü, soL'a yaptığı değerlendirmelerde şunları kaydetti: 

Vatandaşın nikahlanma konusunda hiç bir sıkıntısı yokken, dert kazanında kaynayan bu ülkenin yöneticilerinin uğraştığı şeye bakın! Müftü nikahı konusundaki tuhaf ısrarın sebebi, Türkiye Cumhuriyetinin İslam cumhuriyetine, belki de sultanlığına, laik hukukun şeriat hukukuna dönüştürülmesinin yeni bir basamağını inşa etmekten başka bir şey olamaz! Bizi yönetenlerin her fırsatta, kadınların insan ve yurttaşlık haklarını çiğneyen sözler sarf etmeleri, böyle bir duruş benimsemeleri, durumun vehametini arttırmakta. Müftü nikahına karşı, pek haklı olarak medeni yasayı savunan ve bu savunmayı demokratik ve barışçıl biçimde gerçekleştiren kadın gruplarına emniyet güçlerinin cop, gaz ve su ile karşılık vermesi ise iktidarın biz kadınları köleleştirme arzusunun açık bir ifadesinden başka şey değildir. 

AYŞE SARISU PEHLİVAN: BU TASARIYA KARŞI ÇIKMAK HER LAİK VE CUMHURİYETÇİ HUKUKÇUNUN ÖNDE GELEN GÖREVİ 

Yargıçlar Sendikası Genel Başkanı Ayşe Sarısu Pehlivan, gelişmeleri endişeyle izlediklerini belirterek, "91 yıl önce çıkılan çağdaşlık yolundan geriye dönülme çabalarını anlaşılır bulamıyoruz" diye konuştu. 

Ayşe Sarısu Pehlivan şunları söyledi:  

Bir taraftan, Türk kadını ve Türk aile yapısının modern dünya devletleri arasında önemli bir noktaya getirilmesinin en önemli dayanağı olan Türk Medeni yasasının 91. Yılını kutlarken, diğer taraftan müftülerin nikah kıymalarının önünü açan Nüfus Hizmetleri Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Taslağının Türkiye Büyük Millet Meclisi alt komisyonundan geçtiğine dair haberleri endişe ile izliyoruz. 91 yıl önce çıkılan çağdaşlık yolundan geriye dönülme çabalarını anlaşılır bulamıyoruz. 

 

Çocuk tecavüzlerin arttığı, çocuk gelinlerin ve çocuk annelerin ülkenin en acı gerçekler arasında yer aldığı günümüzde, Avrupa'da kiliselerin nikah kıyma yetkisi olduğunu söylemek ve ülkemizde yaşanabilecekleri görmezden gelmek kabul edilebilir değildir.

 

Buna karşı çıkmak da, her çağdaş, laik, Atatürk Cumhuriyeti hukukçusunun önde gelen görevidir.

LEYLA KÖKSAL: HEM HUKUKÇU HEM KADIN OLARAK BU TASARIYA YÜKSEK SESLE İTİRAZ EDİYORUM

Kapatılan YARSAV'ın genel sekreteri, yargıç Leyla Köksal, müftülere nikah yetkisi verilmesi tasarısının, "din temeli devletin son rötuşları" olduğunu belirterek, "Bu düzenleme açıkça istismardır ve bu istismar toplumda gittikçe artan ayrışma katmanlarına yeni bir katman ekleyecektir" dedi. 

Leyla Köksal'ın değerlendirmeleri şöyle: 

Ölümlerden ölüm beğenen kadınlar cenneti -aslında 'cehennemi' demeliyim- ülkemde bir hukukçu ve bir kadın olarak tasarıya yüksek sesle itiraz etmek istiyorum.

 

Önce hukukçu olarak Anayasa’nın 10 uncu maddesini hatırlatmak isterim. “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun  önünde eşittir.”

 

Müftü kimdir? Müftü, Diyanet İşleri Başkanlığı taşra teşkilatı yapılanması içinde yer alan “Toplumu İslam dini hakkında aydınlatan, din hizmetlerini düzenleyen ve denetleyen kişi.” Diyanet İşleri Başkanlığı Yönergesi’nin 90'ıncı maddesinde müftünün görevleri sıralanırken ilk sırada, “İslâm dininin itikat, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işlerini yürütmek” sayılmıştır. Bu durumda müslüman olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için getirilmiş, laiklik ilkesinin biraz daha, belki de en çok içini boşaltan yasal düzenlemelere bir yenisi daha eklenecek, din temelli devlete doğru bir büyük adım daha atılmış olacaktır.

 

Yine Anayasamızın din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen 24/son maddesi, “Kimse devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” diyor.

 

Bu düzenleme açıkça istismardır ve bu istismar toplumda gittikçe artan ayrışma katmanlarına yeni bir katman ekleyecektir. Müftü huzurunda evlenenler-evlenmeyenler ayrımı, yeni bir ötekileştirme ve yeni bir mahalle baskısı yaratacaktır. Kadınların halkalarına bir yenisi daha eklenecek, köleliği bir kez daha tescillenmiş olacaktır. Artık kocaya itaatin buyrukları, dayak yemenin sevapları nikah masasında öğütlenecek, erkekler yüreklendirilecektir.

 

Ve bu düzenleme, Anayasamızın 174. maddesi ile güvence altına alınan, amacı  toplumu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma olan devrim yasalarını da değiştirmekte, geriye gidişimize hız kazandırmaktadır.

 

Hukukun artık "ben yaptım oldu" gibi bir şey olduğu bu süreçte hukukçu olarak söylediklerimin bir değerinin olmadığını biliyorum. Bir kadın olarak söylediklerimin, yasa tasarısını hazırlayanlar ve meclisten geçirmeye çalışanlar ve destekleyenler için  bir anlam ifade etmediğini de hemen eklemeliyim. Ama ben hukuku önemsiyor, bir kadın olarak her koşulda konuşmam gerektiğine inanıyorum.

 

Kadın cinayetleri orta yerde dururken, çocuk gelinler gerçeği ile yüzleşmekten kaçarken, çocuk ölümlerini görmezden gelirken, -diğer toplumsal sorun ve çöküşlere değinmeyeceğim bile- müftülere resmi nikah yetkisi verilmesinin arkasında başka nedenler aramak gerekiyor. Bu yetki, tüm bu sorunları çözmeyeceği gibi çözümsüzlüğü tetikleyecektir. Sanki nikah memurlukları ve muhtarlıklar önünde uzun kuyruklar oluşmuş, evlenmek isteyen yığınlar toplumda kaos yaratmış gibi, üstelik değişiklik tasarısına iki satır gerekçe bile eklenmeden, orta yerden çıkarılan bu yasa değişikliği tasarısına yalnız kadınlar değil, erkeklerin de karşı çıkması gerekir. Önce küçük küçük hamlelerle başlayan, daha sonra gizleme gereği bile duymadan başta eğitim politikaları ile hızla içine çekilmeye çalışıldığımız din temelli devletin son rötuşlarıdır bu hareketler.

 

Biraz da kara mizah... Şunları merak ediyorum: Müftünün ilk görevi İslam dininin itikat, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işlerini yürütmek ise, kadınların tanıklığı kabul edilecek mi? Adı resmi nikah olsa bile dini nikah kuralları da uygulanacak mı? Üç kere aldım kabul ettim mi diyeceğiz? Kadınlar erkeklere vekalet vererek mi evlenecekler? Tesettür gelinlik mi giyilecek? Müftü kendi resmi kıyafeti ile mi nikah kıyacak?

MÜJDE TOZBEY ERDEN: BU YOL AŞAMA AŞAMA ÖRÜLDÜ

Hukukçu Müjde Tozbey Erden, müftülere nikah yetkisi verilmesini öngören yolun aşama aşama örüldüğünü hatırlatarak, "Tasarı yasalaşırsa toplumumuzda erken yaşta evlilikler yasal ve hukuka uygun hale getirilecektir. Bu durum küçük kız çocuklarının, denetime kapalı bir şekilde imamların kıydığı nikah ile satılması ve devlet eliyle cinsel istismara uğratılması anlamına geliyor" dedi. 

Müjde Tozbey Erden şöyle konuştu: 

Müftülere nikah yetkisi vermenin birçok olumsuz toplumsal etkisi olacaktır. Bunlardan birincisi din adamlarının yüceltilmeleri, yani dinin ve gericiliğin daha da meşru zeminlere, kanun veya yasalar ile toplumsal sac ayaklarına sahip olması demek. İkincisi ise resmi nikah yaşı olan 16 yaşından küçük çocukların evlendirilmesinin önünün açılmasıdır.

 

Şöyle ki, şu anki kanunlara göre resmi nikah olmadan taraflar evlenmiş olarak kabul edilmemektedir. Resmi nikahı olmayan kimse dini nikah da yapamıyor. Resmi nikah yapabilmek için ise en erken -hakim kararı ile- çocuğun 16 yaşını doldurmuş olması gerekiyor. Ayrıca 16 yaşından küçük çocukların evlendirilmeleri yasaklandığı gibi, çocukların anne-babaları, evlendirilen kişi ve evliliğe aracı olanlar dahi cezalandırılıyordu. Ancak 2015 yılında verilen bir Anayasa Mahkemesi kararı gereği dini nikahın veya resmi nikahın özel bir tercih olduğu, insanların ister dini ister resmi nikah kıyma konusunda özgür oldukları belirtilmiştir. Bu karar üzerine dini nikah maalesef yasalaştığı gibi, küçük yaşta evliliklerin de önü açılmış oldu. 

 

Diğer taraftan 2016 yılında yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararı ile öncesinde 15 yaşını doldurmamış çocuklara yönelik her cinsel eylem cinsel istismar sayılırken, şimdi 15 yaş sınırı 12 yaşa indirilerek, çocukların kendi isteğiyle ve onayıyla cinsel ilişkiye girebileceği ve bu durumun cinsel istismar olarak görülemeyeceği kararı alınmıştır. 

 

Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde imamlara nikah yetkisi verilmesi aşama aşama örülen bir yol aslında... Artık toplumumuzda erken yaşta evlilikler yasal ve hukuka uygun hale getirilecektir. Bu durum küçük kız çocuklarının, denetime kapalı bir şekilde imamların kıydığı nikah ile satılması ve devlet eliyle cinsel istismara uğratılması anlamına geliyor.

KADİR SEV: GELECEKTE AYNI YETKİYİ İMAMLARA DA VERECEKLER 

Sayıştay eski denetçisi ve soL yazarı Kadir Sev, müftülere nikah yetkisi verilmesinin "dinsel duyarlılıkla" ilgisinin olmadığını, asıl amacın yaşamın her alanını dinseL referanslarla tanımlamak olduğunu belirterek, "Bu durumda aynı gerekçelerle aynı yetkiyi imamlara da verecekler" dedi. 

Kadir Sev'in değerlendirmeleri şöyle: 

Müftülere nikah kıyma yetkisi verilmesi, masum bir istek değil. Bu gerçeği en çok AKP’liler biliyor. Zaten tasarıyı doğru dürüst savunamıyorlar. "Nikah memurluklarında yığılmayı önleyeceğiz, dini duyarlıkları gözetiyoruz, kimseyi zorlamıyoruz" gibi saçma gerekçelerle işi savuşturmaya çalışıyorlar. Bir de zorlasalardı bari!

 

Süleyman Soylu dün tasarıyı savunmak amacıyla şöyle bir söz etmiş: “Dini nikahın resmileşmesi ya da yeni bir nikah söz konusu değil.” Bu tasarı ne öyleyse? İsteyen, şimdiye değin olduğu gibi bir de imam nikahı kıydırır, engel mi var? İl ve ilçelerde birer müftü var. Bir kişi eklenince yığılma önlenecekse, işin asıl sahibi olan İçişleri Bakanlığının bir memurunu daha yetkilendirirsiniz olur biter. Neden müftü diye dayatıyorsunuz? Demek ki gelecekte aynı gerekçeyi öne sürerek imamlara da yetki verecekler.

 

Dinsel duyarlığa yanıt vereceklermiş! Bu işin dinsel duyarlılıkla ne ilgisi var? Müftüler ruhban sınıfı mı, onlar da devletin atadığı bir memur.

 

Yaşamın her alanını dinsel referanslarla tanımlıyorlar. İmamlar hastanelerde, cezaevlerinde, okullarda, kısacası her yerde resmi görevler üslenmeye başladı. Laik bir ülkede kamu kurumlarıyla camiler arasında olması gereken sınır kalktı. Derslerin bir bölümü camilerde, Kuran kurslarının bir bölümü de okullarda yapılıyor. Üniversitelerin Kuran okunarak açıldığına tanık oluyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Aile Bakanlığına kullandırılan ödeneklere bakarsanız içiniz acır. Ülkenin zaten kısıtlı olan kaynaklarını, karanlığa boğulsun diye harcıyorlar. Harcadıkları paradan geçtik, çocuklarımızın geleceklerini karartıyorlar.

 

İçki içmeyi, açık giysilerle sokağa çıkmayı, polisiye bir olaymış gibi anlatıyorlar. Tecavüzcüler yargı kararlarıyla aklanıyor, kimsenin sesi çıkamıyor. Müftülere nikah yetkisi tanınması Ülkenin dincileştirilmesi amacıyla atılmış büyük bir adım olarak önem taşıyor. Yasalaşırsa, toplumdaki ayrışmalar daha da sertleşecek. Daha evlilik kurumu kurulmadan aileler arasına nifak sokacak tohumlar atılmaya çalışılıyor. "Zorlama yok" lafına da karnımız tok: İnsanların üzerinde oluşturacağı "Çevre ne der" kaygısından daha büyük bir zorlama olabilir mi?