Dr. Abuzer Meral, soL'a konuştu: Korku imparatorluğuna teslim olmayacağız!

Yalova’da oğlunun okulunda zorunlu din dersindeki müfredat dışı namaz uygulamalarına itiraz eden acil polikliniği hekimi Abuzer Meral, bir linç kampanyasının hedefi haline getirildi. İşini kaybeden Meral, hiç beklemediği ölçekte ve sistemli bir saldırıyla karşı karşıya kaldığını anlatıyor. İktidarın baskıcı ve zorba uygulamalarını “Korku imparatorluğu” olarak niteleyen Meral, bunun sürdürülebilir…

Söyleşi: Güney Akgül

Yalova özel bir hastanenin acil polikliniğinde çalışan doktor Abuzer Meral, okulda zorunlu din dersi kapsamında oğluna uygulamalı namaz kıldırılmasına karşı çıktığı için hedef gösterildi; ardından da işinden çıkarıldı. Yeni Akit’in tetikçiliği ve Sağlık Bakanlığı’nın müdahalesiyle hedef alınan Meral ile yaşadığı süreci ve değerlendirmelerini konuştuk.

Öncelikle süreci özetleyerek başlayalım. Zorunlu din dersi dayatmasına bir veli olarak karşı çıktınız, bunun üzerine doktor olarak çalıştığınız özel hastane işinize son verdi. Bir de bütün bunların üzerine hakkınızda Cumhurbaşkanlığına hakaretten soruşturma başlatıldı. Nasıl oldu?

Oğlum bulunduğum kentin pilot okullarından birinde okuyordu. Dönem başından bu yana çocukların din dersi öğretmeni tarafından müfredat dışı yönlendirmelere maruz kaldıklarına şahit olduk. Din dersi öğretmenleri bire bir olarak kız çocuklarına “örtünmeleri gerektiği”, “namaz kılmayanların cehennemde yanacakları” konusunda telkinlerde bulunuyordu. Çocuk eve geldiğinde “baba biz niye namaz kılmıyoruz, Müslüman değil miyiz” şeklinde sorular sordu. Ben de yaşamında ve geleceğinde hiç bir anlam ifade etmeyecek, ezberlemesi zor, Arapça dua ve sureleri öğrenmesi konusunda çocuğumu zorlamadım. Düşük not da alsa rahat olmasını, ezberlememesini ve “babam böyle istiyor” diye açıklamasını istedim. Fakat çocuk yine de dışlanma korkusuyla ezberlemeye çabaladı. 

Son olaydaysa, haftalar öncesinden çocukları sınıfta uygulamalı namaz dersine hazırladıklarını fark etim. Oğlum, din öğretmenlerinin, derse “seccade, başörtüsü ve etek getirmelerini” istediğini ve ertesi gün de iki öğrenciye sınıf ortasında namaz kıldırdığını söyledi. Ben de biraz araştırma yaparak bu uygulamanın müfredata dahil olmadığını, öğretmenlerin bir bölümünün uygulamalı namaz dersi yapmadığını görüp, islamcı öğretmenlerin kendi tasarruflarıyla yaptıklarına kanaat getirdikten sonra uygulamayı Başbakanlık İletişim Merkezi’ne (BİMER) şikayet ettim ve kişisel medya hesabımdan isim vermeden tepkimi gösterdim. Facebook hesabımdan paylaştığım mesajda “yarın okula gidip bunun hesabını soracağımı” ifade ettim. Okula gittiğimde öğretmenle görüşemedim. İdareyle görüştüğümde böyle bir şeyin söz konusu olamayacağını, oğlumun yanlış yönlendirdiğini söylediler. Bu durumun başka velilerce de dile getirildiğini ifade edince din öğretmeni ve Müdür’le görüşmem gerektiği söylendi.

Aynı gün okul idaresi din dersi öğretmeninin eşiyle birlikte beni arayarak “kişisel sayfamdaki yazımı kaldırmamı, kaldırmadığım takdirde kötü şeyler olacağını” söyledi. Ben de “hesabın kişisel hesabım olduğunu, isim belirtmediğimi ve tehditlere boyun eğmeyeceğimi” söyledim.

Ertesi gün çalıştığım hastanedeki başhekim, yaptığım paylaşımlardan dolayı Akit gazetesinden bir gazeteci tarafından arandıkları konusunda beni bilgilendirdi. Bundan sonraki gün Facebook hesabım didik didik edilerek kesinlikle hakaret içermeyen 5-6 sosyal medya paylaşımım tetkikçi Akit gazetesinde “İslam düşmanı ve Cumhurbaşkanına hakaret” şeklindeki haberle hedef gösterildi. Ardından sosyal medyada linçe varan bir kampanya başladı ve çok sayıda ölüm tehdidi ile hakaret içeren mesaj aldım.

Aynı gün çalıştığım hastanenin başhekimi “Akit gazetesinden bir gazetecinin ‘İslam’a ve cumhurbaşkanına hakaret’ ettiğim konusunda yaptığı habere ilişkin Sağlık Bakanlığı’ndan arandıklarını” söyledi ve görüşme talep etti. Görüşme neticesinde karşı karşıya kaldıkları şantaj yüzünden hastanenin ve çalışanların mağdur olamaması için benim işten ayrılmam konusunda mutabık kaldık.

Bir gün sonra emniyet müdürlüğünden aranarak ifadeye çağırıldım. Savcılıktan gelen fezlekede “hakaret” adı altında suç içeren paylaşımlarımdan sadece Cumhurbaşkanına dair yaptığım siyasi yorum içeren bir paylaşımımı önüme koydular. Suç unsuru içermediğini, düşünce ve ifade özgürlüğümü kullandığımı ifade ettim ve serbest bırakıldım. 

Okullarda “zorunlu din dersi” dayatması sürüyor. Her veli bu dayatmanın muhattabı oluyor. Siz de bununla yüzleşmek durumunda kaldınız ve laiklikten yana bir yurttaş olarak bu duruma itiraz ettiniz. Bir suça, bir haksızlığa itiraz ederken, tam tersine kendinizin suçlanacağınızı ve bedel ödeyeceğinizi tahmin etmiş miydiniz? 

Kesinlikle bunları yaşayacağımı düşünmedim. Zorunlu din derslerine başından bu yana karşı olan bir yurttaş olarak aslında çok da önemsemedik. Geçen yılki din dersi öğretmeniyle böyle bir sorun yaşamamıştık. Aksine oğlumuz insani olarak öğretmenini sevmişti. Geçen yıl da yine sure ve duaları ezberleyip ezberlememe konusunda rahat olabileceğini söylemiştim.

Fakat iyi niyetten öte laik bir eğitim sisteminde din derslerinin zorunlu olması, dayatılması kabul edilemez bir durum. Zorunlu din dersleri dayatması Alevi çocukları için ciddi bir eziklik, travma yaratıyor. Biz kimiz? Neye inanıyoruz? gibisinden kimlik ve aidiyet çatışmasına neden oluyor. Arıca zorunlu din dersleri sadece Alevi yurttaşların değil, aynı zamanda seküler Müslümanları da ilgilendiren bir sorun. Seküler Müslümanlar da bu durumdan çok rahatsız. Zorunlu din dersleriyle birlikte okulların imam hatipleştirilmesi Sünni İslam'ın dayatılması sürecinde on yıllara yayılan önemli bir adım olarak görülüyor.

Zorunlu din dersleri uygulaması bir yurttaşımızın başvurusu sonucu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) uyarınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından geçersiz sayıldı. Ancak iktidar bu karar üzerine din dersi ve ahlak bilgisi kitaplarında şark kurnazlığına başvurup göstermelik olarak Hıristiyanlık, Musevilik ve Alevilik inançlarına ilişkin göstermelik bir kaç eklemeyle "biz bütün dinleri müfredata ekledik" diyerek alınan kararı etkisizleştirmek yoluna başvurdu. Mevcut din dersi kitaplarında 3-5 sayfayla geçiştirdikleri Alevilik ve diğer inançların dışında yüzde 99 Sünni İslam bilgileri ve ibadet ritüelleriyle eğitim müfredatına devam ediyorlar. 

Nüfus cüzdanlarında "İslam" yazan Aleviler bu düzenlemeden muaf sayılmadı. Kafalarındaki Aleviliği İslam içi saymayan zihniyet, bu konuda Aleviliği "İslam içi bir mezhep" olarak tanımlayarak Alevi çocuklarını zorunlu din derslerine katılmayı zorunlu kıldı. Bu arada sosyal medya yansıyan haberlere göre, çocuklarını din derslerinden muaf tutmak isteyen laik yurttaşların çocuklarının din hanesine çok kolay bir düzenlemeyle Hıristiyan yazdırarak bu sorundan kurtulma yoluna başvurduklarını öğreniyoruz.

Siz bu yola neden başvurmadınız?

Bu yola başvurmak anlamsız. Bireysel olarak kendi çocuğumuzu o anki durumdan kurtarabiliriz. Ama milyonlarca çocuk ve aile bu sorunu yaşamaya devam edecek.

Ayrıca çocuk adına başvurduğumuz bu uygulama ileride psikolojik, sosyolojik sorunlara ve hak gasplarına neden olabilir. Çocuğun geleceğine saçma bir nedenden dolayı ipotek koyma riski var.

Hem Hıristiyan da değiliz. Neden ait olmadığımız başka bir inancı kimliğimize yazalım ki.

İşinizle hiç ilgisi olmayan, mesleğinizle tamamen alakasız bir konudan dolayı işinizi kaybettiniz. Bunu, AKP iktidarının bir cezalandırma, yıldırma, susturma yöntemi olduğunu düşünüyor musunuz? Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Kesinlikle öyle. Bilinçli organize bir süreç bu. 7 Haziran seçimlerinden bu yana başkanlık sürecini demokratik olmayan yollarla inşa etmek için “verin 400’ü yoksa kaos olur” dayatmasıyla, ülkenin içine atıldığı çatışmalı gerilimli sürecin bir parçası haline geldi korku imparatorluğu. 

Bu korku imparatorluğu tanımlamasını yazılarımda ve sosyal hesabımda çok kullanıyorum. Faşizmin en önemli argümanlarından biri korku imparatorluğunu inşa etmektir. Bugün bu ülkede yaşanan süreç de budur. Örneğin düşünce ve ifade özgürlüğünü kullanan insanlar gözaltına yaygın ve kasıtlı olarak alınıyor, tutuklanıyor. Bu durumu medya aracılığıyla herkes duyuyor görüyor, öğreniyor. Daha sonra bu insanların büyük çoğunluğu ya serbest bırakılıyor ya da tutuklanıp ilk duruşmada serbest kalıyor, sonrasından da berat ediyor. Ama bu süreçlerin sonunu kimse bilmiyor. İlk gözaltına alınma süreçlerinin yankısı korku imparatorluğunu besliyor.

Şu an için bir korku imparatorluğu amacına ulaşmış durumda. Sistematik şekilde insanlar gözaltına alınıyor. Sesini yükselten aydınlar, gazeteler, kamu emekçileri, Fetö ve PKK ile yakından-uzaktan ilişkili on binlerce insan tutuklanmış durumda. Bu örgütler ile ilişkisi olmayan veya yıllar öncesinde bağları olan tutuklanan, işinden olan hak mağduriyetine maruz kalan binlerce insan var. Bir kısmı görevlerine iade edilmeye başlandı. Kendi yaşadığım soruna dönersek din dersinde yapılan uygulamaya karşı olan iki veli yaşadığım saldırı karşında birlikte hareket etmekten vazgeçmiş durumda. Gerekçe; düşük bütçeli bu aileler "doktora bunu yapan bize ne yapmaz" gibi meşru bir gerekçeyle şahit olmaktan vazgeçtiler. Korku imparatorluğu ülkeyi esir almış durumda.

Laik/bilimsel düşünceyi savunan kesimlerden destek geldi mi? Gelen destek size güç, moral ve motivasyon sağladı mı?

İlk gün gelen saldırılar, sosyal medya sayfamda yaptığım açıklamalar sonucu azalmaya başladı. Hatta bir kaç tane özür geldi. Ama destek inanılmazdı. Yaşadığım şehirden, Türkiye’nin her yerinde yoğun bir destek aldım. Sadece sol, laik, seküler müslüman kesimden değil, az da olsa ahlaklı, vicdanlı, inançlı dindar müslümanlardan da ciddi ve samimi destek aldım. İlgili haberin haber altı yorumlarını okuduğunuzda bu ülkenin vicdanlı müslümanların islamofaşist bir zihniyete hadlerini bildirdiklerini göreceksiniz. Bana desteklerini sunan Haziran Hareketi’nden iki hukukçu arkadaşa vekalet verdim. Tüm yasal süreçlerimi takip edecekler. 

Olay gerçekleştikten sonra CHP ile temas ettiğinizi söylemiştiniz. Nasıl bir rol oynadı CHP, yardımcı oldu mu?

Gazete haberi çıkmadan önce uygulamalı din dersiyle ilgili ilk CHP il başkanıyla görüştüm. Ama beklediğim ilgiyi göremedim. Tetikçi gazetenin haberiyle başlayan linç ve işten atılma sonrası yerel insanların uyarılarıyla sağ olsun Yalova milletvekili Muharrem İnce aradı. CHP teşkilatında etkin bir kaç milletvekiliyle daha görüştüm. Konuyla ilgileneceklerini söylediler. 

Yalova CHP teşkilatından bireysel destekler dışında, kurumsal destek alamadım. Yalova’daki 12 STK’nın destek amaçlı yaptıkları basın toplantısı sırasında kurumsal olarak imzaları vardı ama ertesi gün yerel basında yer alan haberdeki bildiri altındaki imzaları yoktu.

CHP’nin genel başkanlarından başlamak üzere enteresan ezik, kırılgan ve kimseye yaranamayacak bir duruşu var. Örneğin Sayın Kılıçdaroğlu’nun geçen aylarda kendisine sabah akşam küfür eden tetikçi Yeni Akit gazetesine “geçmiş olsun” ziyaretinde bulunması çok anlamsız bence.

Yalova özelinde Alevilerin oyları bu konjonktürde “çantada keklik” görüldüğünden içinde “namaz” gibi hassas bir konuda kendilerince müslümanları “ürkütmemek” için Yalova kamuoyunda taraf görünmek istemediler.

CHP,genel merkeziyle olsun yerelleriyle olsun siyasal İslam’a karşı daha tutarlı ve cesur davranmalıdır diye düşünüyorum.

Sizin yaşadığınıza benzer haksızlıkların sistematik bir hal aldığını görüyoruz. Kimi veliler kendilerini engelleyip bu durumla mücadele etmiyor; kimileriyse sizin yaşadığınız kötülükler zincirine maruz bırakılıp sindirilmeye çalışılıyor. Türkiye’nin dört bir yanında aynı sorunla uğraşan velilere söylemek istedikleriniz var mı?

Yaratılan korku imparatorluğu atmosferinde örgütsüz, ekmeğinin derdinde ve gündelik yaşamını idame ettirme kaygısı yaşayan insanlardan çok fazla şeyler beklemek haksızlık olur. Bu durumu ben de yaşıyorum. Dört çocuğum var, mesleğim var, sorumluluklarım var. Ama vicdanen ve politik bir bilinç gereği gelecekte çocuklarımın yaşayacağı bu ülkeye karşı da sorumluluklarım var. Dünyada hiç bir korku imparatorluğu sonsuza dek sürmemiştir. İyimser bir bakışla konjonktürel olarak bazen akışına bırakmak, gereksiz yere hedef olmamak, korunmak ve akıllıca davranmak gerekebiliyor; kendi iç çelişkileri, ekonomik göstergeler bu korku imparatorluğunun dağılacağı işaretlerini içeriyor. Bu konjonktürde yıllarca sürecek bir fiili faşizm de söz konusu tabi ki. Bu noktada korku imparatorluğuna karşı mücadele eden insanlar meşru zeminlerini kaybetmeden, gereksiz bedeller ödemeden süreci takip etmeli, yaratılmak istenen bu kaos ve korku ortamından rahatsız olan ve nefret eden kesimleri birleştirmeye çalışmalıdır. 

Bu ülkenin çağdaş, laik, ilerici insanları için bugün en önemli sorun yaşam tarzlarını tehdit eden siyasal İsĺam’a karşı duruşu örgütlemek olmalıdır. İnsanlar için kızlarının, eşlerinin sokakta özgürce dolaşamayacağı korkusu, aç kalmak korkusundan daha önemli bir hale geliyor. Bu anlamda laiklik mücadelesi en önemli mücadele alanı olmalıdır. Laiklik artık bu ülkede ekmek kadar, su kadar önemlidir.

Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?

Evet ben kendimi özgürlükçü, çoğulcu, çevreci bir doğa dostu olarak tanımlıyorum sosyal medya hesaplarımda. Aslında siyaseti sevmiyorum. Çok yönlü biriyim benim için yaşam sadece siyasetten ibaret değil. Sporu, doğayı, dağları seviyorum. Gülerek ifade edeyim; ülkenin Gezi’den bu yana içinde olduğu durum beni de siyasi aktivist ve ekonomist yaptı. Ülke öyle bir karanlığın ve gerilimin içinde ki, herkes siyasetçi ve ekonomist olmuş durumda. 

Bence bu ülke karar vermeli. Bu ülkede birçok etnik ve dinsel aidiyet, birçok yaşam tarzı var. Türkler Kürtleri, Sünniler Alevileri, İslamcılar laikleri asla yok edemeyecek. Aynı şey tersi için de geçerli. Biri diğerini inkâr ettiği sürece, hakkını gasp ettiği sürece bu ülkede kan ve gözyaşı bitmeyecektir. Tüm bu kesimler ve yaşam tarzları, eşit yurttaşlık temelinde düşünce, ifade ve inanç özgürlüğüyle her türlü diğer hukuk ve hakları güvence altına alınmış, çağdaş, laik, demokratik bir hukuk devletinde bir arada yaşayabilir. Teşekkür ederim...