Son günlerde oldukça tartışılan Canan Karatay'ın grip aşısı ile ilgili açıklamalarını, ilaç tekelleri tarafından yürütülen lobi faaliyetlerini ve gündüz kuşağı programlarından kitapçı raflarına kadar birçok yerde karşılaştığımız sağlıklı yaşam önerilerini Bilim ve Aydınlanma Akademisi Toplum Sağlığını Koruma ve Geliştirme Bilim Alanı'ndan Doç. Dr. İlker Belek ile konuştuk.
Bilim ve Aydınlanma Akademisi çatısı altında faaliyetlerine başlayan Toplum Sağlığının Geliştirilmesi ve Korunması Bilim Alanı adına görüşlerini paylaşan Belek, akademinin ve bilim alanının amaçları hakkında da bilgiler verdi.
Geçtiğimiz günlerde Canan Karatay'ın grip aşısı ile ilgili açıklamalarına meslek örgütlerinden birçok tepki geldi. Siz bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Canan Karatay halkın sağlığını ilgilendiren konulardaki “sivri” çıkışlarıyla epey popülerleşti. Sanki popülerleştikçe de hızını alamaz, kontrolünü yitirmiş hale geldi. Daha çok popülerleşmek için tutumunu daha da “sivri”leştirdi ve çok sıradan bilimsel gerçekleri tahrif eder bir tutum takınmaya başladı. Grip aşısı konusunda söyledikleri tam buraya denk geliyor.
Grip aşısı, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından risk gruplarına önerilen bir aşı. 65 yaş üzerindeki yaşlılar, sağlık çalışanları, bağışıklık sistemi baskılanmış hastalar ve gebeler-lohusalar risk grupları arasında yer alıyorlar. Kimi ülkeler 0-5 yaş arasındaki çocukları da risk grubu olarak tanımlıyor. Bunun nedeni gribin riskli gruplarda ölümcül seyredebilmesi.
Karatay’ın “grip aşısında alüminyum var, o da Alzheimer hastalığına neden olur” şeklindeki açıklaması ise ülkemizde giderek tırmanmakta olan ve politik açıdan açık gerici hedefleri bulunan aşı karşıtlığına hizmet eden bir gelişme oldu. Nitekim açıklamayı gericiler sahiplenmekte hiç gecikmediler. Oysa Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği’nin konuyla ilgili basın bildirisinde de belirtildiği üzere grip aşısında alüminyum bulunmamaktadır.
Aşılar bulaşıcı hastalıklarla mücadelede tıbbın en önemli başarısıdır. Salgınlar, aşılar sayesinde kontrol edilmiş, kimi bulaşıcı hastalıklar ise yaygın aşılama çalışmalarıyla ortadan kaldırılmıştır. Bu konuda Küba’nın çok iyi bir örnek olduğunu biliyoruz. Küba çocuk felci, kızamık, kabakulak, difteri, boğmaca, yeni doğan tetanozu gibi hastalıkları aşılamayla yok etti ve bu konuda DSÖ tarafından da örnek gösterilmektedir.
İlaç ve aşılarla ilgili kamuoyunda oluşan şüphelerin ilaç tekellerinin yıllardır sürdürdüğü lobi faaliyetleriyle de ilişkisi yok mu? Kan şekeri ya da kolesterol için eşik değerlerinin yıllar içinde düşürülmesi ile ilaç kullanımındaki artış en iyi bilinen örneklerden. Halkın bilgilenme hakkını savunmak ve tekellere karşı toplum sağlığını korumak için neler yapılabilir?
Kapitalizm yüz yılı aşkın süredir tekelci aşamasında. Tekelci devlet kapitalizmi bütün sektörleri ele geçirmiş durumda. Sağlık da tekelci sermayenin egemenliğinde. Hem sağlık hizmetinin hem de ilaç ve tıbbi teknolojinin üretilmesinde geçerli bu durum. Eskiden sağlık hizmetini devletin üretmesi kabul görürdü. Evet, sermaye birikim derecesi düşüktü ama kabul görürdü. Sermaye birikimi arttıkça tekeller sağlıktan devletin çekilmesi gerektiği yönünde önemli basınç uyguladılar ve istediklerini de aldılar. Sağlık hizmeti alanına karşılık ilaç ve tıbbi teknoloji alanları, sağlık hizmetinin devletçe üretildiği dönemde de tekellerin elindeydi.
İlaç ve teknoloji şirketleri satışlarını artırmak için her şeyi yapıyorlar. Buna güçleri de var! Çünkü ilaç ve teknolojinin üretimi de pazarlaması da ellerinde. Dünyada ilaç piyasasının yarıdan fazlası en büyük 10 tekel tarafından kontrol ediliyor. Son yıllardaki şirket evlilikleri sermayenin merkezileşmesini daha da artırdı. Tekellerin her tür oyunu çevirebileceklerinden söz ettik: Örneğin ilaç prospektüslerinde ilacın etkilerini abartıp, çarpıtıyorlar; bilgi gizliyorlar, yanlış bilgi yayıyorlar; hekimleri etkilemek için akıl almaz paralar harcayarak tanıtım faaliyetleri yürütüyorlar; ilaç konusundaki araştırmaları finanse ederek sonuçlarını etkiliyorlar; hükümetler düzeyinde çalışarak ilaç ve teknoloji kullanımını etkileyecek politikaların şekillendirilmesini sağlıyorlar; daha çok para kazandıracak alanlarda araştırma ve yatırım yapıyorlar. Bugün bu alanlardaki Ar-Ge çalışmalarının neredeyse tamamını kontrol ediyorlar ve toplum sağlığıyla, yoksulların hastalıklarıyla da ilgilenmiyorlar.
Hâl böyleyken, tekellerin söylediği her şeyi bilimsel yöntemle sorgulayarak değerlendirmek gerekiyor. İşte bilim karşıtı faaliyetler de ayaklarını bu boşluğa basıyor: Tekellerin bilimi kendi çıkarları için çarpıtmasını bilim dışı bir bakış açısının sistemleştirilmesi için kullanıyorlar, akıl karşıtı idealist bir propaganda gerçekleştiriyorlar ve sağlık ortamını bilim dışı bir bakışla ele geçiriyorlar. “Alternatif tıp” denilen saçmalık tam burada ortaya çıkıyor.
Oysa sorun bilimde değil. Bilimin tekeller tarafından ele geçirilmiş olmasında. Yapılması gereken, tekeller bilimi çarpıtıyor diye bilime karşı çıkmak değil! Yapılması gereken bilimi tekellerin ve onlara hizmet eden gerici hükümetlerin elinden kurtarmak ve halkın çıkarlarına hizmet eder şekilde yeniden inşa edebilmek için kamulaştırmak. Yapılması gereken hem tekellerin bilim üzerindeki hâkimiyetini hem de bilim dışı gericilikleri deşifre etmek ve ortamdaki her şeyi akıl süzgecinden geçirerek, bir tür sterilizasyon faaliyeti sonrasında yeniden halka sunmak. Ama bunun ötesinde, esas olarak yapılması gereken bilimi tekeline alan sermaye sınıfına karşı sosyalizm mücadelesini geliştirmek.
Sağlıklı yaşam, özellikle de sağlıklı beslenme arayışları toplumun bir kesiminde ciddi bir kaygıya dönüşmüş durumda. Canan Karatay'ın her açıklamasının dikkatle takip ediliyor olmasının ya da kitapçıların çok satanlar kısmının beslenme konulu kitaplarla dolu olmasının sebebi bu kaygılar. Bu yaklaşımın kaynakları nedir sizce?
Sağlık insanın en temel gereksinimlerinden birisi. Herkes mutlu, sağlıklı ve yeteneklerini geliştirerek yaşamak, yaşamını da çevresindekilerle huzur içinde paylaşmak ister. Düşünün dünyada bugün sıradanlaşmış adaletsizlikler, eşitsizlikler olmasaydı, insan olarak başka ne isterdik? Ama artık işler bu kadar doğal değil. Sınıflı toplum yapısı, günümüzden yaklaşık altı bin yıl önce ortaya çıktı ve sağlıklı yaşam hakkını ulaşılması imkânsız duruma getirdi. Daha da ötesinde kapitalizm bu hakkı, piyasa koşulları içinde metalaştırdı.
Sağlık hakkına ulaşımın olanaksızlaşması, bir taraftan hayata ve yaşama dair bir duyarsızlaşmaya, bir yandan da sağlığın mistifiye edilmesi yönünde abartılı tutumlara yol açıyor. Aslında duyarsızlaşma da bir tür mistifikasyondur: “bana bir şey olmaz abi” şeklinde ayağa düşen yaklaşım mesela. Ve ilginç olan şu ki mistifikasyon da piyasalaştırıldı, bir kâr alanı olarak yeniden inşa edildi. Evet, “alternatif tıp” bilim karşıtı; ama piyasaya alternatif olmadığı açık! Zira bu alanda dünyada her yıl on milyarlarca dolar para da dönüyor.
Her tür basın yayın ortamında sağlık konularının ağırlıklı yer kaplaması, en temel bilgilerin bile bu ortamlarda birbirinden epey farklı şekillerde ele alınıyor olması, yani istismarın en önemli reklam faaliyeti olarak inşa edilmesi ve daha da önemlisi sağlıklı olmanın hayatın temel felsefesi olarak idealizasyonu bu zemin üzerinde gerçekleşiyor. Ben buna “sağlıklı yaşam ideolojisi” diyorum.
Az önce söylediğim gibi aslında sağlıklı yaşamak herkesin, hiçbir ayrım gözetmeksizin, en temel haklarından birisi. Burada görülmesi gereken gerçek ise, içinde yaşadığımız sınıflı toplumun sağlığı bir hak olmaktan çıkaran yapısına son verilmeksizin bunun olanaklı olamayacak olması. Sağlık, sınıflı toplum yapısı içinde bozulur, toplumun sınıfsal yapısı sağlığı bozar ve bu yapı değiştirilmedikçe; yani eşitsizliklerin, yoksulluğun, açlığın, barınma sorunlarının, beslenme bozukluklarının, işsizliğin, aşırı-uzun-esnek çalışmanın, düşük ücretin, sigortasızlığın ve daha birçok riskin nedeni olan kapitalist üretim ilişkileri yok edilmedikçe; toplumsal gelirin eşit-adil paylaşımını sağlayacak sosyalist bir değişim gerçekleştirilmedikçe; bireylerin sağlıklarının korunması, geliştirilmesi, hastalık durumunda ihtiyaç olan sağlık hizmetine ulaşılabilmesi olanaksızdır. İşte sağlıklı yaşam ideolojisi, bütün bunları görmezden gelen, bütün bunların üzerini örtmek üzere çalışan düzen içi bir faaliyettir.
Büyük ilaç ve gıda tekelleri ile toplumun büyük bir kısmı için maddi olarak karşılanması mümkün olmayan beslenme önerileri arasında kalan emekçilerin sağlık hakkı nasıl savunulabilir?
Bir önceki soruda da değindiğim gibi sağlık hakkı için sınıflı toplum yapısının ortadan kaldırılması gerekir. Bunun ilk aşaması eşitlikçi, sosyalist toplumun kurulmasıdır. Sosyalist değişim, yoksulluk ve yoksunlukların yok edilmesi için şart. Ama yalnızca bu kadar değil.
Sağlık, yaşamın amatörleştirilmesini, çok yönlüleştirilmesini de gerektirir ve işin bu boyutu yalnızca yoksulluk ve yoksunlukların, yani kapitalizmin ortadan kaldırılmasıyla ulaşılabilecek bir gelişme değildir. Burada daha fazlası gerekir: Hayat boyu hep aynı işe, çalışma koşullarına maruz kalmak, pek çok işin, o iş ne derecede teknolojileştirilmiş olursa olsun, insanlık dışı, insanın yaratıcılığını engelleyen karakteri nedeniyle sağlığı bozan bir faktör olarak sosyalist dönüşüm sonrasında da varlığını sürdürecek.
Bütün bunlar bize sağlığın hep gelişecek bir yaşam mücadelesi olduğunu ve kesinlikle toplumsal mücadeleler bağlamına yerleştiğini gösteriyor.
Bilim ve Aydınlanma Akademisi Ekim ayında yola çıktı. Akademi bünyesinde oluşturulan Toplum Sağlığının Geliştirilmesi ve Korunması Bilim Alanı ne gibi çalışmalar planlamakta? Bilgi verebilir misiniz?
BAA sözünü ettiğim bütünlüğü yakalamak, kapitalizmin böldüğü bilim ortamını bütünleştirmek, bilimdeki ve bilim insanındaki yabancılaşmayı ortadan kaldırabilmek, bilimi emekçi sınıflara taşıyabilmek, yani bilimi “halklaştırabilmek” kaygılarıyla yola çıkıyor. Akademinin bir bileşeni olarak Toplum Sağlığının Geliştirilmesi ve Korunması Bilim Alanı da bunu kendi faaliyet alanı içinde gerçekleştirmeye çalışacak.
Amacımız halkın sağlığını bozan sınıfsal faktörleri saptamak, ortaya çıkarmak, görünür kılmak, bu bilgiyi sınıfa taşımak ve bu faktörlerin ortadan kaldırılması için gereken toplumsal mücadelenin örgütlenmesine kendi alanından katkı koyabilmek. Bu hedefler kapsamında, ilaç ve gıda tekellerinin kendi çıkarları doğrultusunda bilgiyi nasıl çarpıttıklarıyla ilgili bir rapor hazırlığı gündemimizde. Hazırlıklarımız tamamlandığında raporu kamuoyuyla paylaşacağız.