Aytek Soner Alpan yazdı: ‘Yeni Türkiye’nin kanaat teknisyenleri ya da doksozoflar

Geçtiğimiz yüzyılda düzenin tornasından geçen ancak imalat hatası olarak ortaya çıkabilen kamusal aydınların yeniden, aynı mekanizmalarla vücuda gelmesi neredeyse imkansızdır. Bu nedenle yeni kamusal aydın, iradi şekilde tamamen düzenin dışında inşa edilmelidir.

Aytek Soner Alpan

Alev Alatlı’nın edebiyat alanında “layık görüldüğü” Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü alırken yaptığı ve ölçüsüzlüğü oranında kışkırtıcı olan konuşması neticesinde aydın kavramının etrafında dönen bir tartışma ile meşgulüz. Aynı günlerde Yavuz Bingöl’ün “Tayyip fanclub”a üyeliğini açıklaması da bizi ister istemez “aydın kime denir” sorusunun yanıtını aramaya itti. Burada bu sorunun yanıtını vermemiz mümkün değil. Ancak başlangıç noktası teşkil edebilecek kimi gözlemler yapabilir ve buradan aydın sorununa dair bir çıkarımda bulunabiliriz.

Gözlem 1: Çağımız, aydın kaynaklarını kurutan, aydının yaşamasına izin vermeyen bir aydın-kırıcıdır.

Kapitalizm, yani piyasa diktatörlüğü koşullarında entelektüelin hareket alanı ve varlık koşulu giderek ortadan kalkmaktadır. Bunun üç temel sebebinden söz edilebilir:

İlk neden, entelektüel üretim sahasının tamamen piyasa koşullarına tabi olması, ürünün ve bilginin metalaşmasıdır. Geldiğimiz noktada, entelektüelin toplumsal rolünü yerine getirip getirmemesinin temel kriteri piyasada elde ettiği başarı olmuştur. Haklarındaki intihal iddialarına karşı en ufak bir tatmin edici yanıt verememiş ve kitaplarının içerikleri hakkında defaten iplikleri pazara çıkarılmış olan Elif Şafak, Orhan Pamuk gibi “romancılar”ın tedavülde kalabilmelerinin başka açıklaması yoktur. 

Aydın kaynaklarının kurumasının önemli nedenlerinden bir tanesi de kamusal tartışma alanının yok olmasıdır. Günümüzde merkezi atama yöntemiyle belirlenen piyasa ve hükümet yetkilileri dışındakilerin kamusal tartışma alanında bulunmasına izin verilmemektedir. 

Kamusal tartışma alanı bürokratize olmuş, teknokratlar tarafından işgal edilmiştir. Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi’nde “muhafızlar kurulu” olarak adlandırdığı ve kamusal tartışma alanında “görevlendirilmiş” tipolojiye denk gelen bir toplam için seçilen bu isim, hiç bu kadar gerçek olmamıştı. 

Üçüncü neden, sosyal bilimlerde yaşanan büyük erozyondur. Bilgiyi aramak değil doğruları sorgulamanın sosyal bilimlerin aslî misyonu haline gelmesi, bütünlük ve evrensellik fikirlerinin peyderpey terkedilmesi, Aydınlanma kolektivizminin sahiplenilmek şöyle dursun tümden reddedilmesi gibi “trendler” neticesinde akademya bir aydın kaynağı olmaktan kesin bir şekilde çıkmıştır. Bilgiye ulaşma konusunda ortaya çıkan kolaylık, bilimsel üretimlerin adeta “flaş haber” mantığı ile takip edilmesini ve bir güncellik/popülerlik tuzağının ortaya çıkmasını beraberinde getirmektedir. Bu mantık, “tasnif-tahlil-terkip-tenkit” dizgesini paramparça etmektedir.

Gözlem 2: Aydının yerini doksozoflar almıştır. Bu kişiler, düzenin en önemli çarklarından birisi, kanaat teknisyenleridir.  

Aydın meselesi üzerine en fazla kalem oynatan isimlerden olan ünlü Fransız sosyolog Bourdieu, 1990’ların sonunda doksozofları (doxosopher), yani “kendilerini bilge sanan kanaat teknisyenleri”ni hedef tahtasına oturtmuştu. Doksozofların basit bir düşünce sistematiği vardır ve aslında düşünce sistematikleri karmaşık toplumsal süreçleri iktidar lehine basitleştirmeye dayanır. Örneğin, doksozoflar, sorgusuzca kabul edilmesi beklenen düzenin temel dayanaklarının reddinde bir siyasî önyargı görürler. Bu temel dayanakların topluma dayatılması ise son derece doğaldır. Bu nedenle düzenin devamını sağlayan argümanları kullanarak, gündemlerin düzenin temel paradigmasının dışına çıkmadan basit karşıtlıklar içine sıkıştırılarak tartışılmasını onaylarlar. Bu tartışmaların istenilen doğrultuda ilerlemesini sağlayacak “düzen memurlarıdır” doksozoflar. 

Kanaat teknisyenliğinin temel misyonu, düzenin devamını sağlayacak argümanların toplumsal manada kabul görmesi için yeterli sıklıkta tekrarlanmasını sağlamaktır. Örneğin, AKP rejiminde, rejimin değişen ihtiyaçlarına göre temel bir düşman karşısında (“darbe” ya da “paralel yapı”) gerekli mobilizasyonu, bir acil durum hissiyatı yaratarak sağlamak doksozofların görevidir. Tüm aksi verilere karşı, tıpkı Alev Alatlı’nın konuşmasındaki gibi, iktidarın mazlumların temsilcisi olduğu yönündeki algının canlı ve kuvvetli kılınması, doksozofların iş tanımında mevcuttur. 

Bu düzen sınırları içerisinde durup entelektüel kimliğini korumak isteyen birinin önünde tek bir çıkış yolu vardır: Negatif entelektüellik. 

Doksozof, bir “negatif entelektüel”dir. Negatif entelektüel, inanç ve önceliklerini devlete göre hizalayan, düşünce sistematiğinin merkezinde iktidarın çıkarlarına hizmet yer alan ve attığı her adımda iktidara yakınlaşmayı gözeten bir “aydın”dır. Negatif entelektüelin muhalefet etme, isyan etme, direnç gösterme ve karşı çıkma yetenekleri tümden ortadan kalkmıştır. Medya tarafından orkestrasyonu yapılan büyük manipülatif operasyonlarda başrol almaktan gocunmazlar. Mazlumlarla zalimleri, maktullerle katilleri toplumsal algıda birbiri yerine geçirme işi onlardan sorulur. Bu anlamda düzenin sembolik kolluk kuvveti pozisyonundadırlar. Bu pozisyon, aynı zamanda toplumun kompleks yapısını kurulan argümanlarla düzlemek biçiminde de kendini gösterir. Örneğin, “Gezi bir Alevi ayaklanmasıdır” argümanı tam olarak sembolik polisliktir.

Bunların kendi entelektüel statülerine dair kibirli iddiaları, burnu büyük solipsizmleri, örneğin basit bir iş başvurusu dilekçesi olan bir  ödül konuşmasını George Orwell’den, Daniel Defoe’dan alıntılarla çeşnilendirme yeteneklerine dayanır. Negatif entelektüellik misyonu, iktidara getirilen itirazların ve karşı çıkışların temelinde yer alan argümanların absürde indirgenmesi, iktidarın yüceltilmesi doğrultusunda devreye giren yamyamlıkta kendisini iyice belli eder. İktidara karşı çıkan kitlelerin taleplerini bir komplonun parçası olarak görmek, daha önemlisi böyle göstermek ve iktidarın tüm suçlarını temize çekmek, sembolik kolluk kuvvetliği misyonunun başarıyla yerine getirildiğinin göstergesidir. 

Çıkarım: İhtiyacımız olan, kamusal kolektif aydının inşasıdır. 

Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler’in son cildinde “Aydın kaynakları kuruyor. Yeni aydın kaynakları bulmalıyız” diyordu. Doğru mudur? Bu soruyu şöyle de sorabiliriz: Bugün, “suçluyorum” diye bağıran bir Zola çıkabilir mi? Çıkarsa “müesses nizam”da ne ölçüde bir yıkım yaratabilir? 

İHTİYAÇ KAMUSAL AYDIN
Haziran sonrasında da gördüğümüz üzere, mevcut düzen sınırları dışına çıkan, hakim paradigmanın dışında kendisini ifade edebilen, itiraz ve isyan kabiliyetini yitirmemiş tekil ve örgütsüz aydınlar, ancak kitlelerin takipçisi olabilmekte, onların önüne geçememektedirler. Üstelik bu aydınların önemlice bir bölümü karşı tarafa dair toplumda zaten yerleşiklik kazanmış olan görüş ve inanışları beslemekten öte bir entelektüel katkı da sunamamaktadır. Bu anlamıyla, Francois Burgat’nın terimiyle, günümüzün örgütsüz muhalif aydınlarının önemlice bir bölümü façade entelektüellerdir, yani sadece ön cepheleri entelektüel gibi görünmekte, görünen cephenin arkası başka bir gerçekliğe tekabül etmektedir. 

Oysa toplumsal mücadelelerde kamusal aydına olan ihtiyaç sürmektedir. Toplumsal sorunlarda taraf olmaktan, pozisyon almaktan çekinmeyen, kendi çıkarının olmadığı yahut bireysel çıkarının aksine olan durumlarda bile öncelikle toplumsal faydayı gözetebilen, bu doğrultuda bir mücadeleyi örgütleyebilme kabiliyetine sahip, bir toplumsal kesime toplumun içerisinden seslenebilen bir aydın tipine ihtiyacımız son derece gerçektir. 

O halde yeni aydın kaynağı neresi olacaktır? Biraz spekülatif bulunabileceğini bilerek şunu söylemek mümkün: Geçtiğimiz yüzyılda düzenin tornasından geçen ancak imalat hatası olarak ortaya çıkabilen kamusal aydınların yeniden, aynı mekanizmalarla vücuda gelmesi neredeyse imkansızdır. Bu nedenle yeni kamusal aydın, iradi şekilde tamamen düzenin dışında inşa edilmelidir. Düzenin aydın-kırıcı karakteri karşısında bireysel aydın çıkışlarının etkisinin hiçe yakınsaması durumu, kamusal aydının aynı zamanda bir kolektif aydın olması gerektiği sonucunu beraberinde getirmektedir. Günümüzün kamusal aydını ancak bir hareket şeklinde organize edilebilirse, bir kolektif aydın şeklinde inşa edilirse bu kimliğe kavuşabilecektir. 

Bu gözlemleri ve çıkarımı, önümüzdeki günlerde alevlenmesi muhtemel bir tartışmaya giriş notları olarak okumak gerekiyor. 
 

* Bu makale soL dergisinin 13-19 Aralık 2014 tarihli 19. sayısında yayınlanmıştır.