Yeni sezonda Şeref Bey Vodafone’a karşı

Beşiktaş’ın etkin tribün gruplarından olan ve bir de dergi çıkaran Halkın Takımı’ndan Hakan Kirezci, Beşiktaş İnönü Stadı’nın isim haklarının Vodafone’a satılmasıyla ilgili bir yazı kaleme aldı.

Beşiktaş’ın mabedi İnönü yıkıldı. Belki gerekiyordu, belki de başka hesaplar var, onu bilemeyiz ama bir gerçek var ki milyonlarca anı artık bir moloz yığınının altında şimdi. Çok romantik bir bakış açısı gibi gelebilir bazılarına. Günümüzün gerçekleriyle de, bilimle de, şunla da, bunla da uyuşmayabilir meseleye böyle bakmak ama bir taraftarın takımına olan sevdası da aynı şekilde değil midir? Hangi bilim, hangi teknik açıklar futbol ve taraftar ilişkisini? Siz yıkın, biz ağlar ağlar susarız demekten gayrısı gelmez elimizden. Yenisi olur oraya da gideriz. Yok şimdi şuradayız derler oraya da koşarız. Saf bir sevgi, saf bir tutku bizimkisi.

İşte sömürülmeye en elverişli doneleri böylece veriverdik birikinti sermaye gruplarına. Tek tek pek ekonomik ya da sosyal bir değer ifade etmeyen bizler, milyonları bulunca iki potansiyel güç taşırız devrimci ve zengin edici güç. Karşımızdakiler ise buna karşı tandem oynamak durumundalar. Bir yandan bu birliktelikten doğan ve kendilerine yönelebilecek devrimci güç potansiyelini birlikteliği zehirleyerek sulandırmak, öte yandan da bu inceltilmiş birlikteliğin getirdiği ekonomik gücü kendi taraflarına kanalize edebilmek. Bunun yolu önce suyun başını tutmaktır ki tutulmuş, kulüpler büyük sermaye sahiplerinin kontrolüne alınmıştır. Sonrası bu iktidar odaklarını bağlayıcı kontratlarla kulüplerin geleceğinin vesayetini de ele geçirmektir ki o da geçirilmiştir. Sonrası artık süregelen anlaşmalarla takım-taraftar ilişkisini yemlikleri gibi kullanmaktan ibaret.

Saf futbol sevgisi kayboldu
Toplum mühendisliğinin önemli köşe taşlarından biri de futbol taraftarının yeni kurallarla yeniden inşaa edilmesidir. Doğası gereği bağlılık, sevgi, tutku, adalet, hak-hukuk gibi para etmeyen değerlere sahip olan saf futbol taraftarının bu değerlerle bağını kopararak yerine endüstriyel sermaye ahlakının yükselen değerlerini monte etmek, yeniden inşa edilmeye çalışılan taraftar profilinin teknik projesidir diyebiliriz. Artık tribünlerdeki “yensen de yenilsen de taraftarın hep seninle” diyen, gördüğü mücadele hırsı ve verilen emeği “böyle oynayın canımızı alın” diye haykırarak ödüllendiren taraftarın yerine “delirt bizi, çıldırt bizi başkan” diye yırtınan, takımına değil yıldız(!) oyuncuya tapan, “para bende hak da benim” diye burnunu diken, kendi takımının formasını taşıyan oyuncuya kötü gününde rast gelirse aşağılamaktan, kovmaktan çekinmeyen rakibinin ezilmesinden haz duyan yükselen bir taraftar profili sızmakta ve ele geçirmekte tribünleri. Kadim değerlere sahip herhangi bir taraftara göre kutsal olan takımının ve stadının adı, forması, arması yükselen değerlerin yarattığı modern taraftara göre satılabilecek boş alanlardan ibarettir artık. Otobüsle antrenmanlara gelip A takıma yükselen yetenekli genç bir oyuncuyu sahaya çıkarken görünce gözleri dolan eski tip taraftarın yerine “biz büyük takımız, bize yıldız oyuncudan başkası yaramaz” diyerek satılabilecek her değerini satmaya cevaz veren yeni tip taraftar profili, işte bu yeni ahlakın ve mühendisliğin ürünü olarak gelip çöreklenmiştir üzerimize.

“Beşiktaş Şeref Bey Stadyumu” ismi bazılarımız için 15-20 şampiyonluğa bedel bir gurur kaynağı iken vesayet altındaki yeni tip taraftarın gözü herhangi bir markanın gelip mabedinin tepesine formasının sırtına, göğsüne konmasında değil onun vereceği parayla sahaya çıkan bir nevi sirk soytarısında ve ışıltılı teneke kupalardadır. Sende yoksa, olana gitmeye de hazırdır çoğu.
Ülker’in zamanında Beşiktaş Basketbol takımıyla yaptığı ana sponsorluk anlaşmasının imza töreninde şunları duydu kulaklarımız: Beşiktaş Kulübü’nün, verdiğimiz bu destekle (parayla yani) markamızı ve adımızı layıkıyla temsil edebileceğini umuyoruz(!). Yani reklamını senin üzerinden yapmak için yalvar yakar olması gerekenlerin küstahlığı öyle boyutlara gelebilmiştir ki sıkı bir global krizde nalları dikmesi pek muhtemel olan bir bisküvi-gazoz firması, geçmişten geleceğe taşıdığı arkasındaki milyonlarca sevdanın ayakta tuttuğu ve ilelebed tutacağı da muhakkak olan asırlık bir kulübe üç beş kuruş attı diye böyle konuşabilme cesaretini kendinde görebiliyor ve kimse de çıkıp “efendi sen ne diyorsun” deyip önüne atamıyor parasını. Çok mu Türk filmi trüğü oldu? E, o filmler hangi duyguların ürünüdür sanıyordunuz ki? Acı veren, bu küstahlığı besleyenlerin kendimizden başkası olmadığı gerçeğidir yoksa söker atardık.

Şeref Bey'in yerini alıyorlar
Şimdi futbolla ilişkisi ürettiği cihazlar ve sunduğu hizmetlerle tribünlerden fotoğraf ve video çekebilmekten ve de yakınlarımızı arayıp tribün sesi dinletebilmekten öte bir işe yaramayan bir GSM firması, kurucumuz Şeref Beyimizin yerini alıyor. Nasıl alıyor? Parasıyla elbet. Ne yapılacak o parayla? Başkanı dinleyelim de öğrenelim bakalım.
“Vodafone gibi global ve değerli bir markanın isminin stadyumumuza çok yakışacağına ve bu anlaşmanın Beşiktaş’a olduğu kadar, Türk futboluna değer katacağına inanıyoruz.”
Vodafone belki globaldir ama Şeref adı evrenseldir bizim için. Stadımıza yakışacak değerli ismin Şeref Bey mi yoksa Vodafone mu olduğunun takdirini de biz yapmayalım burada.
Peki, parayı verip düdük çalmaya hazırlanan bu beyler ne demiş ona bakalım:
“Vodafone Türkiye olarak, global gücümüz ve teknolojimizi kullanarak, İnönü Stadyumu’na, İstanbul’a ve Türk sporuna değer katacağımıza inanıyoruz.”
Bu yazıyı okuyanların belki de çoğunluğuna göre bizler hayalci, romantik, aklı bir karış havada divaneleriz. Karşımıza konulacak itirazlar da aşağı yukarı bellidir.
-Stadı nasıl yapacak peki kulüp?
-Büyük takımız diyorsak rakiplerimizle aramızda gitgide açılan farkı sıradan oyuncularla nasıl kapayacağız?
-Tribünlerinde rahat rahat oturacağımız bir stat bizim hakkımız değil mi?
Benzeri argümanların bir süre sonra bizden çıkıp şunlara doğru yöneleceğini öngörebilir miyiz?
-Ama bu koltuklar çok sert, neden minder yok?
-Tuvaletlerin muslukları neden otomatik değil?
-Büfelerdeki sandviç çeşitleri çok az, pizza falan yapılamaz mı?
-Kıçımız üşüyor, nerede alttan ısıtma?
-Her önüne geleni stada alıyorlar çok gürültü oluyor, hanım yanda dizisini seyredemiyor.
-Çocukları nerede oyalayacağız kardeşim?
En sonunda varılacak nokta şu olabilir mi?
-Maç bitti mi kim kazandı?
-Ya sahi kiminle oynadık bugün?
-Biz kimiz yahu?
Sonuç:

“Çıldırt bizi Başkan, çıkart hepimizi baştan” diye diye vardığımız bu nokta ve daha varacağımız yerlerin sorumlusu, işte bu maçta kıçı üşüyenler olacaktır.

Bize gelince illa ki bakkal amcanın ödünç verdiği topu Pazar malı ucuz formalarıyla tepen Şeref Bey’in, Hakkı Baba’nın kara çocuklarının ter döktüğü patlıcan tarlalarının kenarında, taşlara dizilmiş bağırıyor olacağız muhtemelen.