'Taraftar' kalabilmek ne kadar mümkün?

Türkiye ve dünyada taraftarlık kavramı artık sorgulanan kavramların başında geliyor. Taraftar kime deniyor, taraftar olmak ne yapmayı gerektiriyor soruları kafaları kurcalarken, sermaye sınıfının futbol sahalarına ve tribünlere saldırısı olanca hızı ve çeşitliliği ile devam ediyor.

İsmail Sarp Aykurt

Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, taraftarlık günümüzde başka bir anlama bağlanmak ve kültürel yönden deforme edilmek istenmektedir. Buna ilişkin bir başlangıç yapmadan, endüstriyel futbola, futbolun sancı ve dinamiklerine değinmek gerekiyor. Taraftarlık bu yönü ile okunduğunda, ilk dönemlerden bu zamana olan olumsuz dönüşümün farkına varmak basitleşmektedir. Bu bağlamda ise ilk akla gelen endüstriyel futbol ile taraftarlık arasındaki ilişki olurken, futbol alanı içerisinde yer edinen tüm aktörler de birer pazarlama nesnesi olarak ‘fiyatlandırılmaktadır’. 

İşte bu aktörler içerisinde öne çıkan en önemli unsur olan taraftarlar ise, genel bir baskılanma ve suç bilimlerine konu edilme uğraşısına direnmek durumunda kalan ‘en diri’ unsurlar olarak kodlanmakta, göze çarpmaktadır. Bu noktada taraftar kavramı ile seyircilik birbirinden ayrılmaktadır.

Futbolun, kapitalizmin en popüler sporu halini almasından ve bu ‘oyunun’ işçi sınıfının elinden tamamı ile koparılmasından sonra, yaratılan yeni nesil ‘taraftarlık’ kavramı oldukça farklı anlamlara bağlanmıştır. Bu değişiklik kısaca şu şekilde özetlenebilir. Taraftar, kulübünün en çok lisanslı ürününü tüketen, tamamı ile tüketme ile sınırlandırılmış bir seyirciden ibarettir. Bu seyirci ise, söylenileni yapan, oldukça pasif, bireysel davranan bir ‘taraftardır’. İşte kapitalizmin kodladığı ‘yeni nesil taraftar’ tam olarak budur.

TARAFTARA NEDEN SALDIRILIYOR?
Sermaye sınıfının sınırlarını çizdiği yeni taraftar profili ile tribün kültürü ile tanımlanan taraftar kimliği arasındaki fark oldukça belirgindir. Tribün kültürü, ortak hareket etme, isyan etme ve başkaldırı potansiyeli taşırken, seyircilik ise edilgenlik ve uysallık içerir, ‘müşterilik’ olarak tanımlanır. Taraftar, kamu huzur ve düzenini bozacak, bir kamu alanı oluşturabilecek ya da asgari düzeyde de olsa bir örgütlülük sağlayabilecek bir oluşum olarak görüldüğünden ‘marjinalize’ edilir ve taraftarlar suçlu, holigan, fanatik vb. terimlerle süreklileştirilmiş bir biçimde hedef gösterilir. Medyanın da yoğun bir biçimde işlediği ve yön verdiği bu durum, sistemin emrettiği şekilde yaşamaya direnen taraftarı karşısına almaktadır. Kapitalizm ve sermaye sınıfının etkisi bu denkleme mutlaka dâhil edilmeli ve futbol düzeni bu etkiden bağımsız düşünülmemelidir.

Bu bağlamda, örneğin Gezi direnişine aktif olarak katılan taraftar gruplarına olan müdahaleler, açılan davalar, tribünlerde başlatılan cadı avları ya da passolig uygulaması vb. oldukça ‘normal’ karşılanabilir. 

NEDEN PASSOLİG UYGULAMASI?
Kolektif bir kimlik olan taraftarlığa yapılan saldırılar, tribün eksenli bir işleyiş ile hareket ederken, passolig bunun için bir ‘ayrıştırma’ aracı olarak hesaplanmıştır. Bu hesabın içerisinde, ‘bireyleştirme, ehlileştirme ve müşterileştirme’ saldırının üç sacayağını oluşturmaktadır. Bu anlamda passolig hem ekonomik hem de politik bir müdahale aracı olarak tasarlanmıştır diyebiliriz.

Passolig uygulamasına başlandığından beri stadyumlarda maç izlemeye giden taraftarlardaki yoğun azalış göze çarpmaktadır.  Daha önceden yapılan bakanlık açıklamalarında da göze çarpanın bu olduğu bariz bir şekilde görülmekte, ancak başka ve suni nedenlere dayandırılarak passolig dayatması devam ettirilmek istenmektedir. Bunda amaçlanan tahakkümün devam etmesidir.

                                                      Kapasite              Ortalama (2015-16)