Spor ve felsefe: Ne kadar yakın?

Spor ve felsefe iç içe geçmiş ve birbirinden beslenen alanlar olmasına rağmen bu görmezden gelinmiş ve yadsınmıştır. Oysa, spor ile felsefenin ve genel olarak sosyal bilimlerin arasının açık olduğunu işaret eden hiçbir veri ya da emare yok.

İsmail Sarp Aykurt

Spor; bütünü ile kayıtsız kalınan bir disiplin ya da pratik olmasa da; eksikli oluşu giderilememiş ve diğer bilimsel kavramlar ile olan akrabalık ilişkisi çoğu yerde görmezden gelinmiştir. Varlığı pek de “kayda değer” bulunmayan bir diğer disiplin ise felsefedir. Bu verilere göre; felsefe ile sporun ilişkisi de bir yerde bu “koşutluktan” türer.

Felsefe ile spor birbiriyle “alakasız” kavramlardır. Alakasızlık temelindeki bu koşutluk; iki mecranın birbiriyle uyumsuzluğunun ve farklılığının da göstergesi olarak sunulur. İkisi de alakasız olduğu oranda koşuttur. Nesnel görüş bu perspektif ile özetlenebilir.

TÜRKİYE'DE SPOR VE FELSEFE
Ülkemizde spora olan ilgi ile buna felsefik bakış açısı geliştirmek arasında bir açı olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Hatta bunun oldukça canlı örneklerini de yaşamış bir toplum olduğumuz pekala iddia edilebilir. 1990 yılının 11 ve 12 Kasım’ında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde gerçekleşen bir sempozyum spor ile felsefeyi bir araya getirme çabasını ortaya koyuyordu.

Alman Dr. Albert Wessener ve Dr. Attila Erdemli’nin öncülük ettiği  pratik; Türkiye’de spor felsefesinin doğuşunu sağlayacak ilk adım olarak tarihe geçti. “Türk Alman Kültür Diyaloğunda Spor Ahlakı ve Spor Felsefesi’ne Yeni Yaklaşımlar Sempozyumu” adı ile düzenlenen söyleşiler; gerçekleştikten sonra ilgiye hasret kalan bir yaklaşım olarak somutlandı. Özetle; soğuk ve mesafeli kalınan bir alan olarak çürümesine çanak tutuldu.

Sonra da bilimsel olmaktan tamamı ile uzaklaşan spor ve felsefe ilişkisi; bazı antrenör, oyuncu ve yöneticilerin ağzında maç sonrası dillendirilen “filozofvari” sözlere indirgenmiş oldu. Felsefe ve spor böylece buluşmuş oldu!

İLİŞKİYİ KURMAK
Ülkemizdeki spor felsefesi tarihi kısaca budur…

Lakin; spor ile felsefe arasındaki ilişki tartışmalara yer bırakmayacak kadar donanımlı ve zengin bir birikimi içermektedir. Bu iki kavramın ülkemizde gerekli olgunluğa ulaşamamış olması bu analizi yanlışlamaya yetmez.

Nesnel duruma bakıldığında; felsefe ile uğraşanlar spora karşı aldırışşsız, spor ile ilgilenenler felsefeden bağımsız, diğerleri de ikisinin gereksiz bir laf kalabalığı olduğu sonucuna varınca; spor felsefesi de toplumsal ve akademik karşılığı olmayan anlamsız bir kavram olarak yaftalanıyor. Oysa ki; spor ile felsefe birbirine geçişkenliği mümkün kılan önemli veriler barındırıyor.

“Spor;  içinde yapıldığı toplumun belli bir andaki durumunu yansıtan, tüm çelişkileri, kötülükleri, olumlu ve olumsuz yönleriyle sergileyen bir aynadır”. (1) O halde spor; toplumbilimi başta olmak üzere siyaset, felsefe vb birçok disiplin ile karşılıklı beslenme ve etkileşim içerisindedir. Aynı zamanda spor bir insan bilimidir. Bu yalnızca morfolojik, fiziksel ya da estetik bir kaygı değildir; psikolojik ve felsefik bir konumlanışa da denk düşer.

BİR MÜCADELE ARACI OLARAK FELSEFE
Felsefe de bu arayışın bir çıktısıdır. “Felsefe bir arayıştır; özel bir bilgiye ulaşma çabasıdır; bir temellendirmedir. Onda “Şey’in ‘Özü’ aranır, ona ulaşılmaya çabalanır ve bütün bunlarla bildiğimiz bilgilerin üstünde bir bilgi ortaya konulur”. (2)

Spor ile felsefe; karşılıklı bir ilişki alışverişini temsil ederken; sınıfsal bir perspektifin de bunun nirengi noktası olduğunun altını çizmemiz yakıcı bir önem taşıyor. Marksist temel-üst yapı ilişkilerine göre yorumladığımızda; toplumsal gelişiminin belirli bir aşamasındaki ekonomik nesnelliği veri alan temel; bunlara tekabül eden de bir üstyapı bulunduğuna göre; sportif, politik, felsefi, hukuki ya da sanatsal vb. gibi bir çok kurum da düzenin temsiliyetine soyunacaktır.

Bu bağlamda; spor ve felsefe de kapitalist düzen içerisindeki dönüşüm ve müdahalelerden bağımsız kalamaz. Böylelikle de; felsefe sorgular, eleştirir, dönüştürür konumundan uzaklaştırılır; spor ise birleştirici, amatör ve insani formundan ayrıştırılır.

Bu durumda şu rahatlıkla ifade edilebilir. Felsefe de spor ile birlikte, mücadelenin dolayımsız bir aracı ve müttefiki pozisyonundadır. Spor felsefesi de yalnızca bir akademik disiplin ya da kürsü tartışması değil; toplumsal bir arayışın cisimleşmiş halidir.

İNTERDSİPLİNER BİR ALAN: SPOR
Spor; sınırsız bir eylem alanı olarak görülmelidir ve bu alan; periferisindeki diğer nosyonlar ile beslenmediği takdirde sadece bir beden faaliyeti haline indirgenir.

Bu vesile ile de; toplumsal karşılığı bulunmayan, araştırılmayan ve salt bir beden egzersizi haline çevrilen spor; felsefe, sosyoloji, siyaset bilimi ve psikoloji vb gibi bilim dallarından uzaklaşarak yozlaşır.

Kapitalist ideolojinin etkisi altında bırakılan spor; sosyalleştirici, bütünleştirici ve dürüst temelini kaybeder. Yerine ikame edilen para ve bu paranın giriş çıkışından sorumlu tekelci iktisadi kuruluşlardır. Günümüz toplumu ve spor camiası buna etraflıca bir örnek oluşturur.

Sosyalist toplumlardaki spor anlayışı ile mukayese edildiğinde oldukça geri olduğu teslim edilecek olan bu spor paradigması; tüm sosyal bilimleri iğdiş etmekle birlikte departmanlaşmayı dayatmış; kavramları amorf hale getirmede de başarı göstermiştir.

SOSYALİST ÜLKELER
Bir bilim olarak spora, ilişkilerine, eleştirel ve sorgulayıcı yaklaşımına ve bir toplumsal rekreasyon aracı olarak tasarlanmasına en yakın pozisyonu kuşkusuz ki sosyalist ülkeler alabilmiştir. Bunun en değerli örneklerinden birisi de sosyalist ülkelerde yürütülen Spartakiade (3) örgütlenmeleridir. Bunlar; mental ve fiziksel gelişimin, barışçı ve dürüst bir ortamda ilerletilmesi amacını güden ve bilimsel/ideolojik yönü de güçlü organizasyonlardı.

Bağlamak gerekir ise; spor; beden ve mental faaliyetleri örgütlemesi ile psikoloji ve rekreasyon bilimlerine; içerdiği düşünsel, sorgulayıcı ve araştırmacı kimliği ile de beşeri bilimlere yaklaşan bir fenomendir. Birini eksik bırakmak; gediğin kapitalist kurumlar ile dolgu edilmesi anlamına geleceği için; eleştirel ve sorgulayıcı spor teorik ve pratik anlamda önemli bir çalışma alanı oluşturur ve bunu sportif faaliyetler ile kompoze eder.

Böyle bir eylem alanında bırakılacak boşluk ise; yeni bir toplum inşa etme sürecinde mücadelenin de eksik bırakılması anlamına gelecektir.