Sona doğru gelirken: Yarı final egzersizleri

Dünya Kupası‘nda son yaklaşıyor. Bugün başlayacak olan çeyrek final karşılaşmaları yeni bir heyecana kapı aralayacak. Bugün 17.00’de Uruguay ile Fransa karşılaşırken, akşam saat 21:00’de Brezilya ile Belçika kozlarını paylaşacak. Yarın da Avrupa ülkelerinin ‘kapışmasını’ seyredeceğiz. Finale giden bu yolda, İngiltere İsveç ile karşılaşırken, ev sahibi Rusya ise Hırvatistan’ı ağırlayacak.

İsmail Sarp Aykurt

Dünya Kupası çeyrek final müsabakaları bugün başlıyor.

Uruguay ile Fransa Kazan’da, Kazan Arena’da karşı karşıya gelecekler. Uruguay’ın maç öncesi en önemli özelliğinin Cavani ve Suarez  gibi "maçı tek başına taşıyabilecek" tipte lider forvetlere sahip olması ve kupada şu ana kadar göstermiş oldukları savunma potansiyelleri. Bu konuda Godin ve kaleci Muslera öne çıkıyor. Özellikle Muslera’nın çıktığı 11 maçta yalnızca 1 gol yemesi bu potansiyeli açıklıyor. Uruguay’ın pek ‘bilinmeyen’ orta sahası- Nandez-Torreira-Vecino ve Bentancur- ise sırlarla dolu. Çubuğun Uruguay’a bükülmesi için kilit rol bu oyuncularda demek mümkün. Bugün Uruguay için olabilecek en kötü senaryo ise geçen maçta sakatlanan Cavani’den yoksun bir şekilde sahaya çıkılması olacak.

Diğer tarafta ise Fransa var. Turnuva öncesinde favorilerden biri olarak gösterilen Fransa genç ve dinamik bir ekip olması ile öne çıkıyor. Özellikle Mbappe, Kante ve Pogba gibi oyuncular yükselen form düzeyleriyle dikkat çekiyorlar. Son Arjantin maçında yıldızlaşan Mbappe henüz 19 yaşında olmasına rağmen rakiplerin çekindiği bir isim olmuş durumda. Ancak Fransa’nın Arjantin ağlarına 4 gol atmasının Uruguay savunmasını ne kadar "tedirgin" edeceği soru işareti. Çünkü Fransa forvet hattının Uruguay karşısında çok kolay fırsatlar bulabileceğine inanmak zor. Buna Fransız forvetler Griezmann ve Giroud’un yeterince uyumlu bir görüntü vermemesi de ilave edilebilir. Fransızların en güçlü özellikleri kanımca orta sahadaki Kante-Pogba hattı ve ileri uçta Mbappe ile savunmadaki performansı artan Pavard olacak.

Tarihte iki ülke arasında oynanan karşılaşmaların istatistiklerine geçmeden önce Griezzman, Godin ve Suarez’in karşılıklı olmasa da verdikleri bazı demeçlere eğilmek hafif "magazinel" bir içerik taşısa ilginç olabilir. Griezmann’ın "İkinci ülkem Uruguay" ve “Bu ulusu ve insanlarını seviyorum, orada birçok arkadaşım var. Harika bir maç olacak ve duygu patlaması yaşanacak” ifadesi Uruguay’ın forveti Suarez’i pek tatmin etmemişe ve biraz da kızdırmışa benziyor. Uruguaylı Godin’in kızının vaftiz babası olduğu da bilinen Griezmann’ın bu deyişine Suarez, “Kim olduğumuzu bilmiyor ya da futbolda neleri başarmamız gerektiğini. Bizim geleneklerimiz hoşuna gidiyor ve aynı dili konuşuyoruz ama farklı hissediyoruz. Antoine kendisini yarı Uruguaylı hissetiğini söylemiş. Ama o Fransız ve Uruguaylıların nasıl hissettiğini bilemez” diyerek cevap verdi. Uruguay’ın savunma oyuncusu ve Griezmann’ın takım arkadaşı Godin ise Griezmann için “Uruguay’ın geleneksel içeceği mate içmeyi biliyor ve Uruguay kültürüne de vakıf. Onun için yarı-Uruguaylı diyen bile var” ifadelerini kullanmıştı. Her ne kadar kimin "nerden ve hangi etnik kökenden olduğu" bir anlam taşımasa ve bunun ilerletici bir diyalog olmadığı kuşku götürmez bir gerçeklik olsa da Griezmann, Fransa’da doğan ancak babası Alsas kökenli olduğu için soyadı Almanca olan önemli bir futbolcu ve İspanya’da top koşturan biri için Güney Amerika kökenli futbolcular ile kaynaşılması bir o kadar da normal. Son tahlilde, yaşanan bu diyalog ise magazinel bir içerik olmaktan öteye ulaşmıyor.

Tüm bu konuşulanların haricinde, Uruguay ile Fransa tarihteki ilk karşılaşmalarını 1 Haziran 1924’te gerçekleştirdi. Paris'te oynanan olimpiyat oyunları çeyrek final maçında, Uruguay mücadeleyi 5-1 kazanmıştı. Ve ilginçtir Fransa, Uruguay ile yer aldığı 3 şampiyonada da (1966, 2002 ve 2010) grubunu 1 puan ile son sırada tamamlayarak elendi. Son olarak belirtmek gerekir ki, şuana kadar 8 kez karşılaşan bu takımlar arasında Uruguay’ın üstünlüğü göze çarpıyor. Bu maçlar sonucunda Uruguay 3 kez sahadan galibiyetle ayrılırken, Fransa yalnızca 1 galibiyet elde edebildi,  4 maç ise beraberlikle sona erdi. Bugün neler olacağını hepimiz göreceğiz. 

Akşamki maç ise fantastik bir karşılaşma olacağa benziyor. Favorinin Brezilya olmasının dışında Belçika’nın kazanmasının da "olağanüstü" karşılanmaması beklentisi içinde izlenecek bu maç. Her iki takımın da önemli yıldız isimlere sahip olduğu açık. Brezilya’da son dönemlerde yeteneğinden ve takıma kattıklarından çok maruz kaldığı fauller neticesinde yerden kalkmamasıyla gündeme gelen Neymar ilginç bir istatistiğe imza atmış durumda. Şuana çıktığı 4 maçta toplam 13 dakika 50 saniyeyi yerde geçiren bir oyuncudan bahsediyoruz. Her şeyden öte Neymar, Belçika maçının kilit isimlerinden biri olacaktır, buna şüphe yok. Ancak turnuva başından beri Brezilya’da dikkat çeken en önemli ismin Neymar değil, Coutinho olduğunu söylemek gerekli. Belçika ise iddialı, genç ve dinamik bir ekiple geldi. Şu ana kadar yenilgi yüzü de görmüş değiller. Japonya onları oldukça zorlasa da 2-0’dan gelmek kolay değildi ancak bunu başardılar. Oyunu değiştirebilecek futbolcuları var ve bu maçta çokça gol izleyebilme ihtimalimiz de mevcut. Özellikle Eden Hazard, Romelu Lukaku, Kevin De Bruyne gibi özel oyuncuların bu maçta ne yapacakları merak konusu.

Yarınki maçlar ise bugünün aksine daha az konuşulan maçlar klasmanında. Avrupa takımlarının kendi aralarındaki "eleme" maçları oynarmışçasına yapacakları bu maçlar "düşük profilli" maçlar kategorisinde değerlendiriliyor. İngiltere’nin 1966’dan beri bitmek bilmeyen Dünya Kupası kazanma arzusu ile sonunda biten "penaltılarda elenme kabusu" arasında arafta sıkıştığı görülüyor. Yoksa hangi takım özellikle penaltılar için Mart ayından beri çalıştığını dillendirme gereksinimi duyar ki? Ancak bu klasmanda her takımın önü açık. En iyi futbol oynayan takım ise kanımca Hırvatistan. Rakitiç-Modriç ikilisi ve diğer yetenekli Hırvat oyuncularla iyi bir ekibe dönüşmüş olan Hırvatlar, efsane 1998 kadrosunu hafiften andırıyor. Biliç’li, Boban’lı, Suker, Vlaoviç ve Asanoviç’li kadro, Hırvatistan’ın her maçında hatırlanıyor olsa gerek. Bu efsane isimlere Prosinecki ile Boksiç’te eklenebilir. İsveç ise sanki 1958’in tekrarsını ister gibi. Uzun zamandan sonra böylesine bir noktaya gelen İsveçliler, 1958’de elde ettikleri 2.lik hala onlar için büyük bir önem arz ediyor. İtalya’da Milan forması ile yıldızlaşan ve “Gre-No-Li” lakabıyla ölümsüzleşen İsveçli üç yıldız Gunnar Gren, Gunnar Nordahl ve Nils Liedholm artık milli takımda olmasa da beklenti sürüyor. Maçlarını izlerken bazen sıkılsak da Granquist, Forsberg ve Toivonen ilgi çekici futbolcular olarak öne çıkıyor.  Kim bilir hala ve yine bir Brezilya-İsveç finali izleme ihtimalimiz canlı duruyor!

Rusya ise samimi olarak ifade edilirse bir ev sahibi takıma göre keyif vermeyen ve izlenmesi zor kategorisinde başa oynuyor. Çerişev, Jirkov, Gazinski, Golovin gibi keyif veren isimler barındırsa da Rusya’yı izlemek izleyenleri pek tatmin etmiyor gibi. Ancak Rusya’nın buraya kadar gelmesi ve bunu İspanya’yı eleyerek yapması Ruslar için olağanüstü demek mümkün. Her ne kadar kendilerinden 1992’de Danirmarka’nın tatilden gelip yaptığı gibi kupayı alması ya da Yunanistan’ın Avrupa Şampiyonası’nda gerçekleştirdiği büyük başarıyı tekrarlaması beklenmese de Rusya dirençli bir takım görüntüsü veriyor. Kapitalist rejim bir antipatiklik mi yaratıyor bilinmez ama Hırvatistan karşısında gerçekten işleri kolay olmayacak. Ayrıca Rusya’yı tutmak için kendimizi zorlamaya da gerek yok. Sonuçta Rusya o, Sovyetler Birliği değil… Ve Sovyetler’in başardıklarını bir piyasacı ülke olarak Rusya asla başaramayacak…

Dünya Kupası sona yaklaşıyor. Ve bu son her geçen gün yaklaştığında bir şey daha akıllara geliyor. Tekrar bu organizasyonu iyisiyle kötüsüyle seyredebilmek için bir 4 sene daha sabretmek, beklemek gerekiyor. Göze çarpan en önemli ayrıntılar az ya da çok bu kadarla sınırlı kalsa da, Mehmet Topal’ın dediği şey aklımdan çıkmıyor: “Bazı maçları izledikten sonra orada olamadığımız için çok üzüldüm. Eğer Dünya Kupası'na gitseydik bazı ülkelerden daha iyi performans çıkarabileceğimizi düşünüyorum. Kısmet değilmiş”.

Ve son olarak, bence bu ülkenin emekçileri bir spor ülkesinde yaşamayı hak ediyor. Her defasında yinelenen “kısmet değilmiş” söyleminden çıkabilmek içinse eşitlikçi ve herkes için olan, başka bir düzenin kurulabileceğine dair olan inancı sımsıkı tutmak gerekiyor…