'Kulübümüz işletme değil, bir kültürdür'

Fenerbahçe'nin tribün gruplarından Vamos Bien'in temsilcileri Haluk ve Celil ile, hem kendi grupları hem de taraftarların direnişe katılımı hakkında görüştük.

Cenk Alaçam - soL

Vamos Bien Fenerbahçe'nin tribün gruplarından... 2006'da kuruldu. Küfüre, ırkçılığa, sporda ticarileşmeye karşı. Vamos Bien'in temsilcileri Haluk ve Celil ile hem kendi grupları hem de Gezi Direnişi'ne taraftarların katılımı hakkında görüştük.

Grup üyeleri fotoğraflarının olmasını istemediler. Ultra Kültürünün getirdiği bir özellik olsa gerek. Zaten basınla da konuşma taraftarı olmadıklarını belirttiler ancak bu seferlik bizi kırmadılar.

Vamos Bien'in kuruluşuyla başlayalım. Nasıl bir araya geldiniz?

Haluk: 2006 senesinde, üniversiteden, sağdan soldan tanışan insanların Fenerbahçe’ye farklı bir yerden bakanların da kendilerini ifade edebilecekleri bir forum sayfası açalım demesiyle başladı. Bu bizim beklediğimizden daha fazla ilgi gördü. Biz bu kadar kişinin ilgi göstereceğini öngörmüyorduk. Kendi aramızda 40-50 kişinin konuştuğu daha sonra maça gittiği bir şey olarak düşünmüştük ama binlerce kişi geldi ve katıldı. Sonra bir tribün grubu oluşturalım nefes alabileceğimiz bir alan yaratalım diye düşündük. İşte 50-60 binlik statta küfür edilirken küfür edilmeyen bağımsız bir bölge kuralım. Irkçılığın olmadığı bir şey olsun dedik. 2006-13. 7 yılı geçti, korkunç emek harcadık bir çok insan gece gündüz emek harcadı. İnsanlar kazandığı paradan, işinden gücünden, ailesinden sevdiklerinden verdi. Grup, böyle değerlerin üzerine oturdu.

Okul tarafındaki kale arkası tribününe “Okul Açık” dediniz. 3 grup birleştiniz ve önemli işler ortaya çıktı. Bu birliktelik nasıl gelişti?

Haluk: Biz 2006-07 gibi tanıştık. Grup gibi değildik, birimiz Fenerium tribünündeydi birisi maratonda. Biz de burada, Park'ta buluşup maçlara gidiyorduk. İlk işte 2007-08 yılında birlikte kombine bilet aldık. Okul Açık'ta bulunan arkadaşlarla karşı karşıya tezahüratlar yapa yapa tanıştık.

Celil: Biz tribün olarak endüstriyel futbola karşı bir konumlanış ortaya koyduk. Orada bulunan diğer gruplar Cefakar Kanaryalılar ve UniFEB grupları da üç aşağı beş yukarı bizim gibi düşünce üreten gruplardı. Futbol kültürüne bakış anlamında biz bir birimize yakın şeyler söylüyorduk. 2009 yılında biz de kale arkasına geçtik. Biz, üç taraftar grubu olarak gittik ve okul açık tribününde yerimizi aldık. İyi de oldu. Orada çok güzel kareografiler ortaya çıktı.

Kareografi demişken. Okul Açık'ta gerçekten efsane diye adlandırılabilecek işler ortaya çıktı. Bu süreç nasıl işliyordu?

Haluk: Önemli maçlardan önce bir araya geliyorduk. Toplantı yapıyorduk, kafa kafaya veriyorduk. Maçın önemine has ne mesaj vereceğimizi düşünüyorduk ve ona göre bir mesaj veriyorduk. Anlayışımız da şuydu salt bir iş yapmayalım ortaya hem görüntü olarak hem de teknik tırnak içinde sanat yapalım diyorduk. Kareografi bir sanattı sonuçta. İçimize sinmeyen şeyleri yapmıyorduk hatta iptal ettiğimiz iki üç iş de oldu.

Celil: Mesela biz genelde dışarıya sızdırmamaya çalışıyoruz. Yani GS maçında yaptığımız bir dört günlük bir emek vardı ondan sonra bir şekilde o kareografinin içeriği dışarıya sızdı. Onu internette paylaştılar, sanal alemde duyuldu. Biz de onu hemen iptal ettik. Maça iki gün kalmıştı. Komple onu iptal ettik. Daha sonra o günde sabahlamışlardı 24 saat çalışarak başka bir kareografi yapmıştık.

Kareografi denince akla tabii ki maddi konular geliyor. Yönetimden destek alıyor musunuz?

Celil: Yok bizim tamamen bağımsız. Yönetimden destek olmak için talep geliyordu ama biz hiçbir şekilde yardım istemedik. Sonuçta kulüp de PR'ını yapacağı için yardımcı olmayı teklif ediyorlardı. Biz kulüpten maddi konularda yardım istemedik. Tabi farklı konularda yardım istiyorduk. Biz sadece stadın belirli saatlerde açılmasını ve pankartların bağlanması yardım istiyorduk. Bunun dışında şimdiye kadar destek almadık.

Haluk: Markalarla ilgili de aynısı. Mesela son Beşiktaş-Galatasaray maçında Vodafone reklamı var. “Dönüşümüz muhteşem olacak” şeklinde bir reklam. Böylesi bir şeye de girmedik. Ama biz hiçbir zaman paramız yok diye yapmamazlık etmedik ve sonuna kadar zorladık. Arkadaşlarımızdan para toplamaya çalıştık. Borçlandık, hatta bu iş için bu Yoğurtçu Parkı’nda şapka açtık. Bu tamamen oradaki amatör ruhlu insanların amatör emekle ortaya koydukları bir şeydi. Öyle de yaptık kendi paramızı topladık, kartonu da kendimiz getirdik, kendi arabamızı kendimiz getirdik. Kavga ettik kendi aramızda ama kendi işimizi, kendimiz gördük.

Celil: El Comandante yazan bir pankart vardı. pankart tek parça olduğu için iki yerde de yapamamıştık. Onu da bir arkadaşımızın müdür olarak çalıştığı spor salonu vardı. İki çalışmayı orada yapmıştık.

Haluk: Orada da onunla kavga ettik. Pankartı bitirmiştik oralar boya içinde.

Celil: Temizlik malzemelerini bitirmiştik. Çayı bitirmiştik. Müdür arkadaşımız gelip hademelerin çayını bile bitirdiniz demişti.

Haluk: Bir de tabii bazı çalışmalar üç gün sürüyor dört gün sürüyor. İnsanlar gündüz işe gidiyor okula gidiyor. Akşam gelip sürekli gelmek sorun oluyor. Üniversitede sınav oluyor, iş oluyor. İnsanlar gelemiyor. E tabi haliyle işler bazı arkadaşların omzuna biniyor. Haliyle onlar isyan ediyor. sinirler de geriliyor ve “oğlum niye gelmiyorsunuz” deniliyor.

Celil: Yani bu işi zevk için yapıyorsunuz ama yoruldukça işin zevki de kalmıyor kavgalar da oluyor. Ama pankart açıldığında adam kavga ettiği kişiye sarılıyor.

Ultras kültürü dedik ve bu kültürün bir de manifestosu var. O manifestoyu kabul ediyor musunuz?

Haluk: On madde çıkış noktası olarak doğru bulduğumuz maddeler ama tabi gündeme göre değiştirilebilir. Fakat sistem o kadar işin içine işlemiş ki bunların olması mümkün görünmüyor ama yine de özlem bu, niyet bu. Futbolun parlak dönemlerine dönmesi tabii ki istiyoruz. Bizim grubumuzun da böyle bir manifestosu var ama biz de tartışıyoruz bugünü karşılıyor mu diye. Güncellenmesi gerekiyor mu diye. Fakat sezon başladıktan sonra biz de yoğun maç trafiği oraya git buraya gel yüzünden daha onları yerli yerine oturtacak doğru düzgün bir tartışma yapamadık. Ama böyle bir açığımızın olduğunun farkındayız.

Ultras hareketlerinin sokaklarda olması bir çok ülkede görülen bir şey. Polisle çok sık karşı karşıya gelen grupların büyük bir tecrübesi var polise karşı. Bu tecrübe kullanılabilir mi?

Haluk: Devrimci olmadan ben de ilk jopumu tribünde yedim. O zaman tahta joplar vardı. Bahsettiğim 82’li yıllar. GS maçı öncesi sabahlamasında.. Devrimci değildik. Üniversiteye girince aynı olduğunu gördük hatta tribünlerin daha sağlam durduğunu gördüm. Anlamakta zorluk çekiyordum. Taraftarlar bu tavrı koyuyor devrimciler niye koymuyor. Daha sonra anladım bu iş başka türlü bir iş.

Neyse yani taraftar grupları kolay organize olması, kendi açılarından yakaladıkları meşruluk, özünde her birisinin sistem karşıtı duruşu. 34 hafta süren ligde, 34’ünde birden polisle karşı karşıya gelebiliyorsun. Gezi sürecinde insanlar gaza maruz kaldı ama taraftarlar dediğim gibi buna sürekli maruz kalıyor.

Gezi de en çok atılan slogan tribün sloganı. Bu bir tarafıyla iyi ama diğer tarafıyla kötü. Çünkü siyasi grupların kapsayamadığı grupları taraftar grupları kapsıyor. Siyasi grupların kendilerine sorması gerekiyor bence. Siyasetin güçlü olduğu yerlerde bunlar zayıf kalıyor ama siyasetin de zayıf olduğu yerlerde insanlar bu taraftar gruplarına sarılıyor.

Haziran Direnişi ile birlikte halk taraftar gruplarına daha farklı bir gözle bakar oldu. Bu güven neden?

Haluk: Halk da bir garip aslında. 30 Mayısa kadar taraftarların yüzüne bakmazlardı. Taraftarlar serseriydi, apolitiklerdi, alkolikti, holigandı. Geziden bir hafta 10 gün önce yaşananlar gezinin provası gibiydi. Minik çaplı bir olay bir anda toplumsal bir olay haline geliyor. Geziden 10 gün önce Beşiktaş’la yaşananlar, 12 Mayısta yaşananlar miniminal bir Geziydi. Nitelik açısından baktığımızda geziyle, bunlar arasında çok fark yok. Saatlerce çatışmalar yaşanıyor her ikisinde de. Burada şunlar da çok önemli, bu insanlar yıllardır maça gidiyorlar ve birbirlerini tanıyorlar. Bir sezonda 34 hafta var, 34 Haftada yaşananları kitaplara dökmeye kalksanız ciltler yetmez. İnsanlar birlikte anı biriktirdiği insanlarla böyle bir şeyle karşı karşıya geldikleri vakit o anda ihanet edemiyor. Yanındaki insanlar saldırıya maruz kalırken duramıyor.

İstanbul United hakkında ne düşünüyorsunuz?

Haluk: Gezi'de güzel bir yan yana geliş oldu. Takım renk ayrımı olmadan insanlar atkısını taktı, Formasını giydi, çıktı sokağa. Geziye has bir durumdu bu. Buradan kalktık Beşiktaş’a gittik grup olarak. Çarşının içine gittik. Keza Beşiktaşlılar buraya geldiler Kadıköy’e. Bir maç gününde olamayacak bir şey yaşandı.

Sosyal medya bu konuda gereğinden fazla iyimser bir hava çıkarttı ortaya. İstanbul United diye bir kavram ürettiler. Bizim için bu tribünlerde olmalı. İstanbul'un “United” olabilmesi için birbirlerinin maçlarını izleyebilmesi lazım. Daha geçen hafta Beşiktaş-Galatasaray maçında Galatasaray taraftarı yoktu. Bunun için bir direnç de gelişmedi. Örneğin ÇARŞI deplasman yasağına karşı çıksın isterdik.

Diğer taraftan gezi süreci Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş gibi takımların arasındaki ayrımlarında ne kadar yapay ayrımlar olduğunu ortaya koydu. İstanbul United bu açıdan değerlendirilebilecek bir şey. Her İstanbul takımının birinin kendine has kültürleri var, duruşları var. Bunlar ayrı şeyler. Ama hayattan gelen bir ayrım yok. United’ın gerçekleşebilmesi için başka şeylerin olması gerekiyor. Biraz romantik bir bakış.

Tribünde şiddet?

Haluk: Şiddet meselesinde geçen sene yaşanan Burak Yıldırım’ın öldürülmesi olayı, şiddet duygularını baya bir sarstı. Biz bile söylediğimiz tezahüratları gözden geçirdik. İçinde şiddet barındıran şeylerden kendimizi arındırmalıyız diye. Çünkü kanımız dondu. Aynı türübünde yer aldığımız bir insan maçtan 1 saat sonra bizim de arkadaşlarımızın indiği bir durakta bıçaklanarak öldürüldü. Çok sarsıcı bir olay bu bizim için. Kabul edilebilecek bir şey değil.

Taraftarlara yapılan operasyonu nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP'ye yakın olan isimler alındı ve torba bir operasyon olma ihtimali korkutuyor.

Haluk: Sus sus, ağzından yel alsın.

Celil: Aziz Yıldırım da savcılarla yakındı, tarzları bu.

Haluk: Bilemiyoruz. Şuan çok taze biz de izliyoruz. Sıçrar mı?Sıçramaz mı? Şuandaki ilk intiba bir bilet olayı gibi gözüküyor ama bu daha bügün oldu .Sabaha ne olur kim bilir. Sen ne zaman yayınlayacaksın bunu.

Celil: Bizden birini alırlarsa röportaj daha iyi olur (Gülüşmeler)

Haluk: Niyet nedir bilmiyoruz. Klasik yönelim böyle başlar. Bir dalga gider,bir dalga daha gider.Yaşın yanında kuru yanar. Kurunun yanında yaş da yanar bir bakmışız herkes yanmış. Şu an bir şey söylemek için çok erken.

Kongre süreci var Fenerbahçe'de, bir adayı desteklemek gibi bir şey var mı aklınızda?

Haluk: Biz daha Aziz Yıldırımın da ne karşısında olduk ne yanında olduk. Her başkana da aynı mesafedeyiz, aynı mesafede olmamız da gerekiyor. Bağımsız bir grup olarak doğrudan bir şey geliştirmeyi, bir bağ kurmayı doğru bulmuyoruz. Sonuçta o kulüp başkanı biz taraftarız. 3 Temmuz süreci farklı bir durum. Orada biz Aziz Yıldırım'ın kişiliğine ya da kendisine sahip çıkmadık. Biz Fenerbahçe kulübüne gelen bir saldırı şeklinde değerlendirdik, kulübe sahip çıktık, armaya sahip çıktık. O yüzden şu anda, kongrede kimin başkan olacağı konuları umurumuzda değil.

Şunu da biliyoruz ki, hangi kulüp olursa olsun, buralara gelecek başkanların hepsi, endüstriyel futbolun gerektirdiği şeyleri yapmak için geliyorlar. O yüzden doğası gereği zaten, her gelen başkanla bağımsız grupların arasında bir karşı karşıya gelme durumu oluyor. Çünkü her gelen başkan kulübün menfaatleri adı altında, kulübün gelirlerini arttırmaya çalışacak. Kulübün gelirleri artarken, kulübü bir ticari işletme olarak görecek. Bağımsız taraftar gruplarının hiçbirisi kulübü bir ticarethane olarak görmüyor, kulübü bir spor kulübü olarak görüyor. Kulübü bir kültür, tarih olarak görüyor. Ama diğerleri için tarih satılabilir bir şey.

Aykut kocaman için ne düşünüyorsunuz?

Haluk: Aykut Kocaman'ı çok seviyoruz, takımın başına geçtiği zaman da çok mutlu olduk. Fenerbahçe'nin değerleriyle özdeşleştirdiğimiz bir insandı. Gitmesi ve o şekilde gidiyor olması, bizi çok üzdü, kırdı. Çünkü bizim anladığımız anlamda Fenerbahçe sevdasını yaşayan ve yaşatabilen bir insandı. Kaldı ki 3 Temmuz sürecinde teknik direktörlük değil, bu takıma ruhani bir liderlik yaptı. Bu süreçte kulüp bir direnç geliştirebildiyse, bunun en büyük nedenlerinde bir tanesi Aykut Kocaman. Onun o süreçte sahaya çıkarttığı takım sahada o direnci göstermeseydi, sanmıyoruz ki o kadar uzun bir yıla yayılan bir direniş gelişsin. Kulüpler camialar, hele Fenerbahçe gibi köklü kulüpler, yüzlü yıllarla ifade edilen camialar bir takım değerler üstüne yükseliyor. Aykut Kocaman'ın anlamı kendi değerimiz olmasında yatıyor. Sonuçta bu formayı giyen herkese saygı duyuyoruz ama, Aykut Kocaman'ın yeri o anlamda, o tarihten gelmiş olması, o tarihte oturduğu nokta, kendini Fenerbahçeli ifade ediş biçimi tarihin yapı taşlardan bir tanesi. Kulüpler takımlar, camialar ancak efsaneleriyle büyüyor. Aykut Kocaman da bu kulübün efsanelerinden bir tanesi.

3 Temmuz için neler söyleyebilirsiniz? Yıllar boyu şike vardı ancak o sene özelinde Fenerbahçe yapmış mıdır?

Yapmış mıdır yapmamış mıdır hakikaten bilmiyoruz ama şu bir gerçek ki Türkiye'deki futbol sistemi kokuşmuş bir sistem, yani neresinden tutarsanız elinizde kalıyor. Bütün bu kokuşmuşluğun, bütün bu aksayan yapının ceremesi Fenerbahçe'nin üzerine yıkılmaya çalışıldı. Bizim gördüğümüz bu. Biz Fenerbahçe'nin şike yapmasını istemeyiz tabii ki. Ama şunu biliyoruz ki bu sistem hasır gibi örülmüş, herkes birbirine bağlı, biri diğerinden bağımsız değil, biri diğerinden ak değil. Bu kadar iç içe geçmiş bir sistemde, bütün bunların tek sorumlusu Fenerbahçe mi? Sanki Fenerbahçe üstünden bu sistem bir şekilde aklanmaya çalışıldı. Fenerbahçe günah keçisi seçildi. Sadece Süper Ligiyle değil, İkinci ligiyle bilmem nesiyle, sadece kulüplerle de değil, kulüpler dışında kalan spor insanlarıyla, basınıyla medya ilişkileriyle, hatta politikacılarıyla komple bir sistemi sorgulamak gerekiyor. Sistemi masaya yatırmak gerekiyor. Bunun içerisine Fenerbahçe'yi de oturtmak gerekiyor. Yoksa biz hiçbir şeye bulaşmadığımızı iddia etmiyoruz. Ama tek sorumlu Fenerbahçe değil, fakat böyle bir algı var.

Dava olarak baktığınız zaman, Tükiye'de yargı sistemi sorunlu bir sistem. Bize göre güvenilirliğini zaten kaybetmiş bir sistem. Sadece Fenerbahçe davasında değil, Ergenekon'da da, Devrimci Karargah'ta da, Balyoz'da da var KCK'de de var. Bütün dava süreçleri yerli yerine oturtulamamış. Neresinden tutarsanız elinizde kalan dava süreçleri. Hepsi aslında farklı şeylere hizmet eden davalar. 3 Temmuz süreci de buna benziyor. Bizim açımızdan böyle. Yani yargı sürecinin güvenilirliğinin sarsıldığı ve sorgulandığı bir ortamda çok da inandırıcı gelmiyor. İki yıldır Fenerbahçelilerin buna karşı bir duruşları var. Fenerbahçeliler bu 3 Temmuz sürecinden sistemi sorgular hale geldiler. Zaten Gezi'ye de yoğun bir Fenerbahçeli katılımının en önemli nedenlerinden biri de buydu. Burdan bütünsel bir sistem sorgulaması çıktı.

Peki Fenerbahçe'yi ele geçirme operasyonu size inandırıcı geliyor mu?

Fenerbahçe'yi ele geçirme, sonuçta bir yorum, bizler yorumluyoruz. Yoksa Fenerbahçe'yi ele geçirme planı var mı onu bilmiyoruz, görmedik. Sadece yorumlama biçimimiz bu. Ama doğru olabilir. Fenerbahçe'nin başkanlık sistemini değiştirerek daha yandaş bir başkan oluşturarak. Bugün hükümete baktığınız zaman, hükümetin yönelimi kendi medyasını, kendi aydınını oluşturmak yönünde. Hatta kendi, Chomsky'sini oluşturmaya kadar gittiler. Kendi yargısını oluşturmak, Kendi Çarşı'sını oluşturmak, kendi tribününü oluşturmak, kendi takımını oluşturmak yönünde. O yüzden kendi Fenerbahçe başkanını seçtirme gibi bir yönelimi de olabilir. Bu mantıksız gelmiyor. Fenerbahçe zaten o kanallarını kendi içerisinde kuruyordu. Mesela Topbaş'ın oğlu var. 3 Temmuz'dan önce de yönetimde AKP'liler vardı. Aziz yıldırım cezaevinden çıktı yine AKP'liler var. Ama tabi operasyona baktığımızda tonla tutarsızlık var ortada, yani hani hazırlanmış, yerli yerine oturtulmuş bir operasyon gibi gözükmüyor. O tutarsızlıklar kendisini bir şekilde açık ediyordu.