Ekim Devrimi'nin spora katkıları

İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insanını yitirmiş, harabeye dönüşmüş bir ülkenin ayağa kalkıp, 1945 savaş sonundan 1952’ye, 7 sene içerisinde hem bir turnuva organizasyonu örgütleyip hem de burada birincilik kazanması ‘sosyalizmsiz’ nasıl açıklanabilirdi ki başka?

İsmail Sarp Aykurt

Kapitalizmin insanların üzerine örttüğü o karanlık şalın emekçiler eliyle yırtılması idi Ekim Devrimi…

Kolektif emeğin, ‘vitrin kültürüne’ verdiği o koskocaman cevap, insanlığın ufkunu açtı, insana ait ve insan için olan hiçbir şeyin çoraklaşmasına olanak tanımadı ve Ekim, meydan okumanın en önemli tarihsel izi haline geldi.

Emekçilerin yarattığı bu eserin, bu soğuk coğrafyaya kattıklarını özetlemek bile zor iken, bunu yaşamanın verdiği hissi paylaşmanın herhangi bir sözcük ile aktarılamayacağını da not etmek gerektiği oldukça açık.

Bilimden sanata, gündelik yaşamdan spora kadar geniş bir yelpazede derinlikli ve devrimci birçok dönüşüme imza atılırken, bu gelişmelerden sporun etkilenmemesi olanaksızdı.

1917 Ekim Devrimi’nden sonra, tam bir spor seferberliği başlatılmıştı. Özellikle kadınların 30’lu ve 40’lı yıllarda spor yapması teşvik edilmiş ve kadının spor ile arasında oluşan açı ivedilikle kapanmaya başlamıştı. Kadın emeği ile sporun buluşması, sosyalizmin karakterine ikirciksiz bir biçimde uyuşmaktaydı.

Bu dönem devrimci bir göz ve merak ile izlendiğinde,  şu belirgin farkı oluşturmayı da başarmıştı.  Spor, kapitalist sisteme içkin bir kural olarak ayrımcı ve ayrıştırıcı değil, birleştirici ve ayrıcalıklı bir araçtı.

Bu bağlamda, hem aklın hem de fiziğin bütünlüklü ve eşit gelişimini kendisine hedef olarak belirleyen sosyalizm, toplumsal dönüşüm sürecinin de önemli parçalarından birini oluşturuyor ve bunun içerisine disiplin, eğitim ve eğlenceyi de yedirebiliyordu.

Bu durum, insanlığın o zamana değin tattığı en ileri gelişme idi…

“Eğitim, entelektüel gelişim, sosyal fonksiyonların yerine getirilmesi, sosyal ilişkiler ve fiziksel ve entelektüel egzersiz için harcanan boş zaman, komünist bir toplumda yaşama yeteneğine sahip yeni insanın sosyal yönünü oluşturmak için bir araç olacaktır”. (Marx)

Marx’ın dediklerinin somutlandığı bu geniş topraklarda, spor da sosyalizmin bir eğitim yöntemi, aracı haline evriliyor ve spor, ‘herkes için’ olmaya başlıyordu.

İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insanını yitirmiş, harabeye dönüşmüş bir ülkenin ayağa kalkıp, 1945 savaş sonundan 1952’ye, 7 sene içerisinde hem bir turnuva organizasyonu örgütleyip hem de burada birincilik kazanması ‘sosyalizmsiz’ nasıl açıklanabilirdi ki başka?

Evet, sosyalizm spor alanında da başarıyı getirmişti. Örnek olarak verirsek, 29 Ağustos 1952’de, kadınlar dünya voleybol şampiyonu olmuşlar, sosyalizmsiz ve sporsuz bir dünya olamayacağını teyit ettirmişlerdi.

90’lı yılların başındaki ‘geçici’ çözülüşe uzanan uzun yıllarda her alanda başarılar kazanıldı. Sovyet basketbolcular, jimnastikçiler, yüzücüler ve diğer tüm branşlardan sporcular şu ana dek kırılamayan rekorlara eriştiler. Ancak kapitalizme teşne rekabet ve rekorlar değil, sporun gerçekten birleştirici, amatör ve emekçi atmosferi önem taşıyordu Sovyetler için.

Egemen sistemin her şeyi tüketen ve kendine bağlayan ‘kültürü’nün zaten bunlarla ilgilenmeyeceği açıktı.

Sovyetler Birliği ve spor denildiğinde, her ne kadar kırılamayan rekorlar geliyorsa da akla, sadece yaptıkları ile değil, yapmadıkları ile de sembolleşmişti Ekim’in ülkesi. Boykot ettiği turnuvalar, çıkmadığı maçlar akıllardan çıkacak gibi değildi. 1974 Dünya Kupası eleme grubu maçında daha yeni kandan temizlenmiş bir stadyumda Şili ile yapılmayıp protesto edilen maç, hem yoldaşlara duyulan bağlılığı hem de sporun insani ve siyasi yönünü de göstermiş oluyordu.

Bazen bir kupadan ihraç olmak, kupayı kazanmaktan daha devrimciydi çünkü…

Bu yüzden Ekim Devrimi, bize madalyaları değil,  bir arayışı bir mücadeleyi miras bıraktı.

Bu mirasın, spor alanında da en önemli taşıyıcısı olan komünistlere ise büyük bir iş düşüyor şimdi.

Bir mücadele alanı olarak tarif ettiğimiz spor, komünistlere ve yeni Ekim’lere hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyuyor…