Avrupa Basketbol Şampiyonası'nın ardından

Turnuvaların gündem belirleyenleri ise değişmiş değil. 5-6 takımın direksiyonda olduğu, diğerlerinin meze edildiği bir turnuva daha yaşandı. İspanya, Sırbistan, Litvanya ve Fransa gibi kalburüstü takımlar dışındaki ülkeler canhıraş bir çaba gösterseler de nefes ve enerjileri üst sıralar için olanak tanımadı.

İsmail Sarp Aykurt

Bir şampiyona daha geride kaldı. Türkiye adına kazanımların neler olduğu konusuna gelmeden önce, mevcut durumun pek parlak olmadığını da teslim etmek gerekli.

Gruplarda alınan 3 galibiyete rağmen 4. olarak çıkmayı başaran Türkiye, kimsenin karşılaşmak istemediği Fransa ile oynayarak turnuvaya nokta koydu. Kaybettiğimiz her maçta fark yeme ritüelimiz ise başımıza bela olmaya devam ediyor.

Olimpiyatlara katılma konusunu ‘başka bahara’ bırakma alışkanlığımızın sürdüğünü yeniden teyit etmiş olmanın kimseye keyif vermediğine emin olsam da, 58 yıl sonra alınan İtalya galibiyeti herşeyi unutturmuşa benziyor.

İşin aslı övünecek şeyler bulma konusunda üstümüze yok. Ancak eksikliklerimiz de göze batmayı sürdürüyor. Rotasyon ve kenar (bench) sorunlarımız, saha dışında bırakılamayan eski gündemlerimiz, saha içine taşan yepyeni problemlerimiz , duygusal hastalıklarımız, ‘oluruna bırakma ve şansa bağlama ritüelleri’, kişisel husumetlerimiz, oyuncu yetiştirme eksikliklerimiz, istikrarsız beklentilerimiz vb. aslonanın önüne geçmeye devam ediyor. Ancak Yugoslav ekolünün mirasçılarından Sırbistan’ın benchten gelen oyuncularının bir maçta yaptığı 50 sayılık katkıyı ya da 35’lik İspanyol Gasol’un 40 sayi 11 ribaundluk bir “ekstra” performans ile double double yapmasi bence bize bir şeyleri işaret ediyor olmalı.

Turnuvadan adımıza çıkarabileceğimiz en önemli sonuç ise, genç jenerasyonların deneyim kazanmaları ve yeni roller üstlenebilecekleri bir seviye için umut vermeleri oldu denilebilir. Bunun haricinde ise, bu seviyede bir basketbol için jenerasyon basketbolunun yetmeyecek oluşu yasalaşmış oldu.

Turnuvaların gündem belirleyenleri ise değişmiş değil. 5-6 takımın direksiyonda olduğu, diğerlerinin meze edildiği bir turnuva daha yaşandı. İspanya, Sırbistan, Litvanya ve Fransa gibi kalburüstü takımlar dışındaki ülkeler canhıraş bir çaba gösterseler de nefes ve enerjileri üst sıralar için olanak tanımadı.

Göze çarpan en önemli unsurlar ise ekol takımların başarılı olmaya devam etmesi. Hızlı basketbol oynamaya teşne bir takım olan İspanyollar, turnuva boyunca ıslıklanarak ‘motive edilseler’ de bir ekol olduklarını ispatladılar.

Litvanya ve Sırbistan ise Sovyet ve Yugoslav ekollerinin en önemli mirasçıları durumundalar. Yarı finalde iki sosyalist basketbol ekol mirasçısının yer alması da önem taşıyor. Rusya ve Hırvatistan ise bu turnuvada pek varlık gösterdi diyemiyoruz.

Ancak, komünizm hayaleti dolaşmaya devam ediyor Avrupa semalarında...

Basketbol ve genel olarak spor alanı da bundan ayrıksı kodlanamaz kesinlikle. 14’ü şampiyonluk toplam 21 madalya alan bir Sovyet takımı ile, 8’i altın olmak üzere toplamda 17 madalya kazanmış bir Yugoslavya’yi dışarıda tutamazsınız çünkü...

Hele ki daha yüksek bir başarı grafiği henüz görülmemişken...

Bu alanda sosyalizm hala zirvede... Bunca sene “mola” almasına rağmen..

Bir Avrupa Sampiyonası daha sonlanırken, model ve ekol ülke olamamanın  verdiği sıkışmayı yaşıyoruz, ‘şampiyona yenilmekten’ hâlâ haz alıyoruz.

Artık sıra, yaşamaktan, basketbol oynamaktan ve seyretmekten keyif alacağımız bir ülke ve takım yaratmakta, şampiyonalar organize etmekte...

Yeniden bir Sovyetler Birliği-Yugoslavya finali neden olmasın ki?

Sosyalist Türkiye buna neden izleyici kalsın?