Hekimlerden ülkeye ve mesleğe sahip çıkma çağrısı

Demokratik Katılım Grubu, İstanbul Tabip Odası’nda 27 Nisan’da yapılacak Genel Kurul ve Oda seçiminde laik, demokratik bir ülkede onurlu hekimlik için, meslek örgütüne sahip çıkmaya çağırıyor.

Neslihan Koçaslan
Demokratik Katılım Grubu (DKG), AKP hükümetinin hekimleri itibarsızlaştırdığı ve sağlık hizmetinin bütünüyle piyasaya açtığı dönemde, bu neoliberal programa karşı kararlı bir duruş sergileyen, birçok görev, işbırakma, basın açıklaması, raporlandırma, kongre ve konferanslar düzenleyen, hekimlerin haklarını korumak ve geliştirmek adına sayısız davalar açan, Gezi sürecinde hekimlerin gösterdikleri özverili ve etik tutumun kararlı hekim duruşunun onurunu taşıdıklarını vurguluyor. Tabip odası ve hekimlik adına bugüne dek yaptıklarını daha etkili, daha güçlü ve sonuç alıcı bir biçimde sürdürecekleri sözü veriyor.

Demokratik Katılım Grubu’nda İstanbul Tabip Odası başkanlığına aday olan Dr. Selçuk Erez ile yaklaşan oda seçimleri öncesinde sağlık sistemini, Türkiye’yi ve kendilerinin neler yapacağını konuştuk.

Üniversiteler dökülüyor
AKP döneminde “Sağlıkta Dönüşüm” adı altında bir dizi değişiklik yapıldı. Tabip Odası olarak bunlarla hep mücadele ettiniz. Süreci ve gelinen noktayı anlatabilir misiniz?

AKP’nin sağlığa bakışı bir tek hedefe uyuyor: Bize oy getirsin. Vatandaşa deniyor ki, “sen eskiden kuyruk bekliyordun, şimdi ne güzel randevu alıyorsun, hekimin karşısında zınk diye dikiliyorsun.” Gayet iyi. Hekimin karşısına dikiliyorsun ama gelelim işin gerçek tarafına.

Hekimlere 3-4 dakikada bir randevu veriliyor, bazen daha az. Şimdi dört dakikada ben size ne sorabilirim, adın soyadın ne. Hekim 3-4 dakikada bir hasta bakarsa hata yapar, hasta bundan çok büyük zarar görür. Hekimi sık hata yapmaya zorlamanın ana nedeni, kuyruklar oluşmasın, halk da doğru dürüst bakıldığını düşünsün, bana sempatiyle baksın.

Hekimleri ne için sıkıştırıyor? Muayenehaneleri kapatsın, üniversite hocaları muayenehane açmasın, hep benim emrimde çalışsın, onları koşturayım. Nasıl ödüllendireyim? Çok ameliyat yapman doğru dürüst ve gerekli ameliyat yapmanla eşdeğer değildir. Sen bana ne diyeceksin? Doğru dürüst ameliyat yap, randımanlı ameliyat yap diyeceksin. Yoksa “az zamanda çok iş yapılsın ben de oy kaybetmeyeyim” kıstasından bakılmaz. Sistem sadece bu açıdan düşünmeye yönelik kurulduğu için yıkılmaya mahkum. Gitseniz, görseniz en görkemli üniversiteler dökülüyor.

Karşı çıkmaya devam edeceğiz
Sistemde bahsettiğiniz sorunlar çıkınca ne gibi önlemler alındı? Siz bunun karşısına neler koydunuz?

Adamın biri diyor ki, “doğumların bir çoğu sezaryen yöntemiyle yapılıyor, biz buradan çok para kaybediyoruz, masraflı.” O zaman “sezaryen günahtır” diye buyuruyor. Sezaryen günah mıdır, kime yapılır kime yapılmaz, bunlar hükümetin tayin edeceği şeyler değil ki. Uluslararası tıp otoriteleri karar verir. Düşünün ki bir kadın var, doğum yapmaktan korkuyor, narkoz alıp doğurmak istiyor. “Hayır korkarak, bağırarak doğuracaksın” deme hakkına hiç kimse sahip değil. Bu saçmalık ilelebet devam etmez. Hiç bir şey demesen de, hiç tenkit etmesen de kendi kendine çöker ama niçin vatandaş çeksin, niçin biz çekelim?

Eleştiri götürüyorsun. Tabipler Birliği, düşünün Türkiye’de tüm hekimleri temsil eden en üst kuruluş kaç kez Sağlık Bakanlığı’na gidiyor, diyor ki, “biz bunları beğenmiyoruz, yanlış yapıyorsunuz.” Cevap ne: “Senin konuşmaya hakkın yok, seçilmiş hükümet olarak benim dediğim olur.” Nasıl dinlemezsin? Dünyanın her yerinde tabip odalarının fikrine başvurulur.

Buna karşı çıkmak vatandaşlık borcu, demokrasiye saygı borcu, insanlık borcu. Biz de buna karşı çıkmaya devam edeceğiz. Gene hep kâr etmek, vatandaşa bir iş yapar görünmek kıstası olduğu için para yetmiyor. Bu yaklaşıma kökten karşıyız, böyle insan hakkı olmaz, böyle insan çalıştırılmaz. İdare ettiğiniz bu sağlık sisteminde çalışan hiç kimse memnun değilse, sıkıntıdaysa, size “yeter yapma” diyorsa, bu sistem nasıl çalışır? Demek ki bir hata var diye düşünmek gerekir.

Devlete lazım diye çocuk yapılmaz
AKP’nin insanların özellikle kadınların yaşam alanlarına müdahale ettiği biliniyor. Sezaryenden bahsettiniz. Tayyip Erdoğan kürtajı yasaklamak istedi, doğum kontrol yöntemlerini kaldırmak istiyor. Kadınlara üç çocuk doğurmasını, evine kapanmasını buyuruyor. Siz bir kadın doğum uzmanı olarak bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her bakımdan konuyla ilgiliyim bir kere insan olarak konuyla ilgiliyim. Çünkü bir memlekette insan haklarının başında kadın hakları gelir. Sen memleketin yüzde 50’sinin hakkını, hukukunu çiğner, görmezden gelirsen, o memlekette demokrasi yoktur.

Bu ülkede demokrasinin güzelleşmesi için kadınların erkeklerle eşdeğer bir yaratık olduğunun kabul edilmesi lazım. Sezaryen dedik, sen hükümet olarak buna karar veremezsin, uluslararası oluşumlar bunun kıstaslarını ortaya koymuşlardır. “Üç çocuk yap.” Hiç kimse devlete rençber lazım, asker lazım diye çocuk yapmaz. Buna da karışabileceğini zannetmek, cahillikten ibarettir. Üçüncüsü ise kürtaj. Şimdi sosyoekonomik durumu elvermiyorken, sen bir insanı nasıl çocuk yapmaya sevk edersin? Bugün hiçbir otorite “madem gebe kaldın doğuracaksın” diyemez.

En büyük tehlike kendileri
Haziran Direnişi’nde sokaklarda revir kurup, tedavi yaptıkları için sağlık çalışanlarının üzerine gidildi, sürekli tehdit edildiniz, hedef gösterildiniz. Son olarak Beşiktaş’ta camide direnişçileri tedavi eden iki doktora dava açıldı, Gezi davası kapsamında yargılanıyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Şuradan başlayalım: Yolda gidiyorsun, motosikletten düşmüş bir vatandaş var, yaralanmış, kanaması var. Ne diyeceksin? “Kardeşim burada resmi muayene ruhsatı olmadığı için sen ne yaparsan yap, istersen öl, ben geçer sana baş sağlığı dilerim” mi diyeceksin? Bu insanlıkla bağdaşır mı? Bağdaşmaz. Ettiğimiz hekim yeminiyle bağdaşır mı? Bağdaşmaz. Hiçbiri.

Gezi’ye niye bu kadar şiddetle karşı çıkıyorlar? Anlamadıkları bir şey var. Zannediyorlar ki, Gezi onların karşısına dikilen en büyük tehlike. En büyük tehlike kendileri. Neden kendileri? Gezi hiç bir organizasyonun, örgütün ürünü değildi. 90’lı yıllarda doğmuş gençliğin tepkisi. 90’lı yıllarda doğan gençlik kim? Nasıl tarif edersin? Dünyadan haberi var, az çok bir yabancı dili biliyor, interneti çok güzel şekilde kullanıyor, bunlar annesinden babasından dayak yememiş çocuklar. Bunlara “sen şununla evleneceksin” diyemezsin. Annesinin babasının atadığı insanla evlenmiyor, annesinin babasının atadağı mesleği de seçmek zorunda kalmıyor.

“Ağaçları kesme, buraya bina dikme” dedikleri vakit sen bunların gözüne gaz sıkarsan, kafalarına plastik mermi atarsan, birileri düşüp ölürse, sana feci tepki gösterirler. Sen şimdi bunu böyle anlayacağına, “yok ben bunu nasıl söndürürüm” diye bakarsan olmaz.

Kafamızı kuma gömemeyiz
Tabip Odası olarak politik hareket ettiğiniz için sürekli eleştiriliyorsunuz, bunu nasıl karşılıyorsunuz?

Bu vahim, yanlış ve samimi de değil. Şimdi bakın, ben size bir şey söyleyeyim. Hekim hastayı görecek, teşhisini koyacak, reçeteyi yazacak, iş bitti. İş bununla bitmiyor. Deve kuşu olup da, kafamızı kuma sokmaya gerek yok. O hastanın eğitim durumu bunu anlamaya yeterli mi? Yetersizse eğitim sistemiyle ilgileneceksin. Hastanın yeterince parası var mı? Yoksa o senin verdiğin ilacı alamayacaksa, dediğini uygulayamayacaksa, sen memleketin ekonomisiyle de ilgilenmek zorundasın. Sağlık sistemi çalışmıyorsa o vakit ne yapacaksın? Sen memleketinin neden aksadığını düşüneceksin. Aksadığını düşündüğün vakit demokrasi yokluğu ile karşılaşacaksın. Demokrasi eksikse, bütün bunlar ancak ve ancak demokratik bir sistemle düzeliyorsa, ağzını açıp ne diyeceksin, büyük bir bağırarak, “demokrasi istiyorum” diye bağıracaksın. Bu politika değil, senin mesleğinin uzantısı.

Tıp eğitimi çok kötü
Üniversite hastanelerinin durumu çok kötü. Öğrenciler ameliyata girmeden, kadavra görmeden okuldan mezun oluyor...

300-500 binanın üstüne Tıp Fakültesi yazmakla, Tıp Fakültesi olunmuyor. Bakın Antalya Tıp Fakültesi, iyi bir tıp fakültesi. Bir buçuk sene önce buradan birincilikle mezun olmuş olan kızımızın ne söylediğini televizyonda izledik. “Hastalandığınızda bize gelmeyin, çünkü biz hiçbirşey öğrenmedik” dedi. Tıp eğitimi çok kötü. Durum bu.

Herkese şakır şakır diploma verirsen, yazık edersin. “Bu hekim açığını yüz dolara çalışan hekimlerle kapatırım” mantığı, hekim ithal etmeye başladı. Kimleri ithal ediyor? Dünyanın tıp kataloğunda tıp fakültesi olarak geçmeyen yerlerin mezunlarını. Bunu yaptığın vakit, üniversite mezununun bir şey bilip bilmediğini çok umursamadığını gösterirsin.

Demokratik Katılım Grubu adayları
Avrupa’nın en büyük tabip odası olan ve 30 bin üyesi bulunan İstanbul Tabip Odası (İTO) yönetimi için 26 Nisan Cumartesi Günü 14.00-18.00 arasında, odanın Cağaloğlu’ndaki binasında Genel Kurul toplanacak. Seçimler ise 27 Nisan Pazar günü saat 09.00-17.00 arası yapılacak. Hekimler, Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi ve Sultanahmet Ticaret Meslek Lisesi’nde oy kullanacak.

Demokratik Katılım Grubu adayları, şu isimlerden oluşuyor:

Dr. İncilay Erdoğan: Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi 2001 mezunu, Pratisyen Hekim, İTO Beyoğlu Birinci Basamak Temsilcisi
Dr. Hakan Hekimoğlu: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi 1994 yılı mezunu, Aile Hekimi
Dr. Dilek Kanmaz: İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 1987 yılı mezunu, Göğüs Hastalıkları Uzmanı
Dr. Samet Mengüç: Dicle Tıp Fakültesi 1988 yılı mezunu, Genel Cerrahi Uzmanı
Dr. Ümit Şen: İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi 1989 yılı mezunu. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı. Muayenehane Hekimi
Dr. Ozan Toraman: İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 2007 yılı mezunu. Pratisyen Hekim

Önleyici hekimlik ciddiye alınmalı
Demokratik Katılım Grubu’nun ana kriterleri nelerdir?
Sosyal tıp. Sosyal tıp ne demek? Bir çeşit önleyici tıp. Sen geliri çok düşük olan vatandaşlara, eskiden önleyici tıp uyguluyordun. Şimdi “boşver önleyiciyi sen git hastalan, sonra gel ben seni en pahalı şekilde tedavi ettireceğim” diyorsun. Bu tamamen yanlış. Biz sosyal tıp taraftarıyız. Önleyici hekimliğin ciddiye alınması ve uygulanması taraftarıyız.

İkincisi, demokrasi bizim en büyük kriterimiz. Türkiye’nin sağlık sorunu da, ormancılık sorunu da, dışişleri sorunu da gerçek demokratik bir ortamda çözülür. Ondan kafamızda duran en büyük amaç bu biz bu memlekette demokrasinin halledilmesini istiyoruz. Demokratik katılımdan maksat, demokrasinin önünü açmak demektir. Katılımcı olmak ister, “her şey ben yapacağım” iddiasında değildir.

Listemizi görmüşsünüzdür. Üç kişi var, 2000’li yıllardan sonra mezun olmuş. Türkiye’de ne yapıyorlar? Oturduğu koltuğa yapışıyor, “ben buradan kalkmayacağım” diyor. Öyle bir grup ki bu, ne yapıyor, bayrağı en gençlerimize veriyor. İki kişi 2000’li yıllarda mezun olmuş diğerleri, 80’li yılların sonuna doğru mezun olmuş.

Bir tek ben başkan olarak istatistiği inanılmaz bozuyorum. Peki, sen burada ne arıyorsun? Ben burada burnumu sokmadım, arkadaşlar istediler. Ben kolaylaştırıcı unsur olarak çalışacağım. Genç arkadaşlarla çalışmanın zevkini -eğer seçilirsem, hiç unutmayacağım şekilde tadacağım. Demokratik Katılım Grubu’nun en büyük özelliği, bayrağı en gençlere teslim etmesidir.