Almanya ve Köln’ü sarsan bir hafta: ‘Kırık’ bir grev hikayesi

1973’te Federal Almanya’yı sarsan ‘Türk Grevi’nin ardından 40 yıldan uzun bir süre geçti. Almanya ve Türkiye işçi sınıfı tarihi açısından önemli bu tarihi başkaldırının anlamını, Köln ve Ford’u iyi bilen Yılmaz Karahasan’a sorduk.

Osman Çutsay - soL

Federal Almanya 1973 yılında sadece Köln’ü değil, o dönemdeki Başbakan Willy Brandt’ı da bizzat çağrı yapacak kadar sarsan bir “yasadışı greve”, özellikle sağ basına göre bir “Türk grevine” sahne olmuştu. 24 Ağustos’ta başlayıp 30 Ağustos 1973’te polisin müdahalesiyle sona eren bu “korsan grev” günlerinde, Baha Targün gibi Türkiyeli grev önderleri kadar yine Türkiyeli grev kırıcılar da rol almıştı. Almanya ise gerçekten şaşkındı. Sonunda grev kırıldı, Targün başta olmak üzere öncüler gözaltına alındı ve olay kapanmış göründü. Aradan 40 uzun yıl geçti...
Rosa Luxemburg Vakfı’nın desteğiyle “Fordlu Çalışma Arkadaşları” adlı kuruluş dün Köln’de bu olayı işleyen bir toplantı düzenledi. Toplantıda 40 yıl önceki bu olayın öncesi ve sonrası tartışıldı. Ayrıca Gernot Huber’in grev günlerinde çektiği ve bazıları ilk kez izleyici önüne çıkan fotoğraflar da sergilendi. Köln-Kalk’da bulunan “Naturfreundehaus” salonlarındaki bu serginin 2 Ekim’e kadar süreceği açıklandı.

Almanya ve Türkiye işçi sınıfı tarihi açısından önemli bu tarihi başkaldırının anlamını, 40 yıl sonra, dünyanın en büyük sektör sendikası IG Metall’ın yönetim kurulu üyeliğine kadar çıkmış Zonguldaklı bir sendikacıyla, Köln ve Ford’u iyi bilen Yılmaz Karahasan ile konuştuk.

Federal Almanya’yı 5 gün boyunca hop oturup hop kaldıran Köln’deki ünlü Ford grevi neydi? Kimilerinin hâlâ “Türk Grevi” dediği bu çok uluslu sınıf başkaldırısı, üstelik yasalara aykırı bir biçimde nasıl patlak verdi? İşçiler neden “Yetti artık!”demişti, ne olmuştu?
Ford emekçilerinin ne zaman ve nasıl bir yoğunlukla “isyan” edecekleri aslında bir zaman sorunuydu. Ford o yıllarda Almanya’da haftada 40 saat çalışılan, ücretlerin ise yüksek olduğu tek işletmeydi. Buna karşın çalışma temposu öldürücüydü. Ayrıca insanlık dışı otoriter bir hiyerarşi, baskıcı bir yönetim egemendi.

Bu arada 1973 ilkbahar aylarında, özellikle metal işkolunda, bir dizi protesto hareketi ve “kendiliğinden” grevler yaşanmıştı. Örneğin Bochum’da Opel işletmelerinde, Dortmund’da çelik işletmesi Hoesch’de, Bremen’de Klöckner fabrikalarında, çeşitli kentlerde VW fabrikalarında ve giderek tüm Almanya düzeyinde yalnız metal işkolunda 80’in üzerinde işyerinde metal emekçileri greve çıkmıştı. Bu grev eylemlerinin temel nedeni, 1973 yılı başında toplu sözleşmelerle elde edilen yüzde 8.5 oranındaki ücret artırımlarının yüzde 7.9 düzeyine ulaşan enflasyon oranı sonucu yok olması ve emekçilerin haklı olarak kaybettikleri satınalma güçlerinin ek zamlarla telafi edilmesini istemeleriydi. 1973 yılı ortalarına doğru işletmelerin kârlarında ise “patlama” söz konusuydu.

Metal İşçileri Sendikası IG Metall’in ve işçi temsilciliklerinin girişimleri, işverenleri yeniden sözleşme masalarına oturmaya zorlamıştı. Bunun sonucu ya yeniden toplu sözleşmeler imzalanarak ya da işyeri anlaşmaları kanalıyla hatırı sayılır ek zamlar elde edilebilmişti. Bu özel anlaşmalar sonucu işyerlerinde durum giderek biraz sakinleşmişti.

Ford işletmelerindeki işyeri toplantılarında da ücret sorunu önemli bir rol oynuyordu. Grev hareketinin patlamasından bir hafta önce yürütülen son işyeri toplantısında işçiler, enflasyon karşılığı olarak, saat ücretlerine 60 Pfennig zam talep etmişlerdi.

Kıvılcımı bu mu oluşturdu?
İşçilerin greve gidişlerinin asıl nedeni şuydu: İşyeri yönetimi, fabrika tatilinin bitimiyle birlikte tam üretime başlamak istiyordu. 500’e yakın işçi izinden daha dönmemiş, işyeri yönetiminin onayını da almadan kendiliğinden bir-iki hafta izinlerini uzatmışlardı. İşyerinde olanlar, henüz izinden dönmemiş olan arkadaşlarının işlerini üstleneceklerini ve tam üretime “peki” diyeceklerini açıklamışlardı. Bunun için ileri sürdükleri koşul, izinden geç dönen arkadaşlarına çıkış verilmemesiydi. İşyeri yönetimi önce bunu kabullenmiş, ama sonra sözünü tutmamıştı. Ve bu “bardağı taşıran son damla” olmuştu.

Şöyle oluyor: Grevci emekçiler Y-Halle’de “Grev-Yürüyüş Kolu” oluşturarak diğer halleler üzerinden “M Binası” dediğimiz Personel Bürosu’na doğru yürüyüşe geçiyorlar. Amaçları, diğer hallelerden de emekçilerin grev yürüyüşüne katılımını sağlamak. Gerçekten de kısa sürede bu grev yürüyüş kolu birkaç bin emekçiyi kapsıyor. Türk, Alman, İtalyan, Yunan ve diğerleri... Yani grev bu anlamda da “Türklerin Grevi” olarak değil, Ford emekçilerinin grevi olarak başlıyor ve gelişiyor. M Binası önünde toplanan emekçilerin ortak istemi, verilen çıkışların geri alınması, herkese 1 DM ücret zammı, akarbantların hızının azaltılmasıydı...

O zamanın İşçi Temsilciliği Başkanı ve bazı işçi temsilcileri, işyeri yönetimiyle işbirliği içerisinde “Biz çalışmak istiyoruz!” sloganı altında, daha çok postabaşları. ustabaşları, kısım şefleri ve hatta fabrika dışından povokatörlerin de katılımını sağlayarak grevci işçilere karşı yürüyüş örgütlediler. Bu arada burjuva basını yangına körükle gidiyor ve Ford işçilerini birbirlerine düşürme çabalarına devam ediyordu.

İşte bu provokatif karşı yürüyüş fabrika içerisinde çatışmalar yarattı. Bu çatışmalar da polisin özlemle beklediği bir neden oldu. Sert ve acımasız bir biçimde grevci işçilerin üzerine yürüyen polis, tüm grev komitesi üyelerinin yanı sıra grevde aktif rol alan ve rol oynayan birçok işçiyi tutukladı.

Yangına körükle giden, işçi sınıfının birlik ve dayanışmasını sineye çekemeyen, çeşitli grupları baştan beri birbirine karşı kışkırtmaya çalışan burjuva basını, ama özellikle de bulvar basını, polisi “vatan kurtaran arslan” gibi kutlarken, “çalışkan” Alman emekçilerini göklere çıkarıyordu. Siyasal yönetim de “rahat” nefes almaya başlamıştı.

Grev “kaybedilmişti.” Ama işçiler bilinç, özgüven ve enternasyonal dayanışma deneyimlerinde önemli kazanımlar elde ettiler. İki yıl sonra, 1975 İşçi Temsilciliği seçimlerinde, grev kırıcılığında başrolü oynayan işçi temsilciliği başkanı ve tüm taraftarları seçimi tümüyle kaybettiler.

Bu tepkinin ve kırılan grevin ne gibi sonuçları oldu?
Bu yenilgi önce doğal olarak işçilerde yoğun bir “hayal kırıklığına” neden oldu. Özellikle öfkeler işçi temsilciliğine yönelikti. IG Metall’in davranışı anlayışla karşılanıyordu. Bunun açık göstergesi, IG Metall’den istifaların yok denecek kadar az olmasıydı. Yenilgiye rağmen işçiler bu kavgadan daha da bilenen bir bilinç, artan özgüven ve safları daha da sıklaşan bir dayanışma anlayışıyla çıktılar.

Siz “Türk grevi” kavramına 40 yıl sonra da karşı çıkıyorsunuz ve sonunda kırılmış da olsa bu grevin olumlu rolüne dikkat çekiyorsunuz..
Evet, hangi biçimde örgütlenmiş olursa olsun bir grevin, katılımcıların çoğunluğunun milli kökeninden hareketle isimlendirilmesi yanlıştır. Bu anlamda “Ford Grevi” Türklerin grevi değil Ford emekçilerinin grevidir. Ve bu grev yenilgiyle sonuçlanmış gibi görünse de, tüm sendikal ve siyasal savaşımlarda elde edilen deneyimler gibi bir deneyim kazanımı ve bu anlamda da sendikal ve sınıfsal bilinçlenmeye katkıda bulunmuş olan bir grevdir.Solun ve sendikaların rolü

Grev sürecinde ne gibi talepler dile getirildi ve bunlar nasıl tartışıldı?
Bilinen bir gerçektir: Her sosyal hareket genellikle kendi liderlerini yaratır. Ford’da da bu böyle oldu. Ayrıca örneğin KPD, KPD/ML, Kızıl Ford Emekçileri Gazetesi, İşçi Kavgası gibi çeşitli bazı siyasal sekter gruplar Ford emekçilerinin grevini kendi siyasal amaçları yönünde kullanmaya çalıştılar. Onlar için Ford emekçilerinin bu grevi Federal Almanya düzeyinde “devrim ateşinin alevlenmesi” idi ve kullanmak istediler. Emekçilerin seçtiği “Grev Komitesi”de etkin olmaya başladılar.

Grev Komitesi’nin ileri sürdüğü istemler, şöyleydi: 500 emekçiye verilen çıkışların geri alınması, herkese 1 DM zam, herkes için 6 hafta ücretli izin, grev günlerinin ödenmesi, grevci işçilerin hiçbir biçimde cezalandırılmaması, meslek öğreniminde bulunanlara bir defalığına net 600 DM ödenmesi.
Grev Komitesi, İşçi Temsilciliği’nin bu istemleri üstlenmesini ve işyeri yönetimi ile derhal görüşmelere başlamasını istiyor. İşçi Temsilciliği bunu, grevin yasadışı olduğu ve İşyeri Teşkilat Yasası’nın İşçi Temsilçiliğinin elini kolunu bağladığı gerekçesiyle grevi destekleyemeyeceğini ve Grev Komitesi’nin iler sürdüğü istemleri üstlenemeyeceğini açıklıyor. Bunun üzerine Grev Komitesi ile İşçi Temsilciliği arasındaki ilişki ve bağlar tamamen kopuyor. Ancak İşçi Temsilciliği ile işletme yönetimi arasında görüşmeler buna rağmen devam ediyor.

“Kendiliğinden” grevlerin sendikalar tarafından resmen desteklenmesi yürürlükteki hukuk kuralları kapsamında olanak dışıdır. Böyle bir durumda, işverenler grev eylemleri nedeniyle söz konusu olan tüm maddi kayıplarını sendikalardan “tazminat” olarak isteyebilmektedirler ve bu ilgili sendikanın maddi açıdan “sonu” anlamına gelir. Çünkü hiçbir sendika, maddi açıdan ne denli güçlü olursa olsun, işverenlerin bu maddi kayıplarını karşılayabilecek güçte değildir. Ancak bu, sendikaların “kendiliğinden” grevlere seyirci kaldığı ya da kalmak zorunda olduğu anlamına da gelmez. Nitekim IG Metall, Ford’da da seyirci kalmamış ve Ford işçilerinin haklı istemlerini üstlenmişti.

Yilmaz Karahasan kimdir?
1938’de sendikacı bir ailenin ikinci oğlu olarak Zonguldak/Kilimli’de dünyaya geldi. 1957’de Tophane Sanat Enstitüsü Elektrik Bölümü’nü bitirdi. İlk kez 1958’de gittiği Almanya’da kendi mesleğinde iki yıl çalıştı. Türkiye’ye döndü ve askerliğini yedek subay olarak 1962’de bitirdi. Aynı yıl tekrar Almanya’ya gelerek çalışma hayatına atıldı. Önce Ford fabrikasında elektrikçi ve tercüman olarak çalıştıktan sonra 1964-1968’de Köln’de sosyal danışman (Türk Danış) olarak görev yaptı. 1968-1992 yılları arasında IG Metall Sendikası merkezinde sorumluluklar aldı. 1992-1995’te de IG Metall Merkez Yönetim Kurulu’nda görev yaptı. 2001’de emekliye ayrıldı. Yılmaz Karahasan, 1963’den bu yana SPD üyesi. Kendisini “sol sosyal demokrat” olarak tanımlayan deneyimli sendikacı, Türkiye’deki askeri darbeler döneminde siyasal baskılara maruz kaldı, hakkında tutuklama kararları çıkarıldı. Özellikle 1980-1993 arasında Türkiye’ye bu nedenle gelemedi.