Yılmaz Güney'siz 28. yıl: Filmlerle gelen Yılmaz Güney

1984 yılının 9 Eylül'ünde Paris'te sürgündeyken hayatını kaybeden Yılmaz Güney'i, ölümünün 28. yıl dönümünde filmlerini hatırlatan bir yazıyla anıyoruz.

Bir gazeteci Yılmaz Güney'e “İlk suçunuz neydi?’’ diye sorar ve Yılmaz Güney “İlk suçum yoksul olmaktı’’ diye cevap verir. Yoksulluk, Yılmaz Güney’ in filmlerini, filmlerin konu ve karakterlerinide anlamanın yoludur aslında.

İlk olarak, çocuk yaşta çalıştığı sinema salonunda gösterilen filmlerin afişlerini sırtına asıp, sokaklarda reklamını yaparak başlar Güney'in film serüveni. Lise ikinci sınıfta ise altında bisiklet, And Film'in çıkardığı filmleri, sinemadan sinemaya taşıyarak. Sonra da yönetmen Atıf Yılmaz ile tanışıp, onun asistanlığını yaparak.

Yılmaz Pütün, 1 Nisan 1937 yılında Adana’da topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biri olarak dünyaya gelir. Babası Siverekli Zaza ve annesi Vartolu Kürt'tür. İlk filmini 1966 yılında 29 yaşında çeker. Lise yıllarında bir dergide yazmış olduğu “Herkes eşit olsa buralar cennet olurdu’’ sözü, savcı tarafından komünizm propagandası sayıldığı ve 1,5 yıl hapis ve 6 ay sürgün cezası verildiği için Yılmaz Pütün değil, Yılmaz Güney adını kullanır filmlerinde.

1966 yılında “At, Avrat, Silah” ile başlayan film serüveni, 1983 yılında “Duvar” filmiyle son bulur Yılmaz Güney’ in.

104 filmde başrol oynar, 24 filmin yönetmenliğini üstlenir, 50 filmin senaryosunu yazar ve 6 filmin senaryosuna yardımcı olur.

Kendine ait filmlerinde ana tema, kanunsuzluk ve yoksulluk olmuştur Yılmaz Güney'in.

1974’te “Arkadaş” filmiyle kamera karşısına son kez çıkan Yılmaz Güney, tutuklu olduğu için kameranın arkasına geçmek zorunda kalır. Onu cezaevine atıp, üretimini durdurabileceğini zannedenler şaşkınlık içerisindedir. Çünkü 1978 çekilen “Sürü”, 1979 çekilen “Düşman”, 1982 yılında çekilen “Yol” filmlerinin senaryosunu cezaevinde yazar. Son filmi olan “Duvar”, cezaevinden firar edip yurtdışına çıktığı için Fransa’da çekilir ve filmin senaryosunu yazıp yönetmenliğini üstlenir Yılmaz Güney.

İlk yıllar
“At, Avrat, Silah”, Yılmaz Güney'in ilk sinema filmidir. Bu filmin önemli anekdotu, yıllarca bitmeyecek dostluğun yol arkadaşlığını yapan Tuncel Kurtiz’in filmde oynamasıdır.

İkinci film olan “Benim Adım Kerim’’de cinayet büroda çalışan bir komiseri canlandırır Yılmaz Güney. Onlarca filminde “kanunsuzu’’ oynayan Güney, ekran karşısına kanun adamı olarak çıkar.

1967'de Lütfi Akad'ın çektiği, Yılmaz Güney'in baş rolünü üstlendiği “Kızılırmak Karakoyun’’ filmi, çoban oğlan - bey kızı aşkı görünümün ötesinde başlı başına ağalık sistemi eleştirisidir. Ağadan borç alan köylüler, kurak geçen mevsim, toprağın ekin vermeyişi ve köylülerin borçlarını ödeyememesi filmin ana konusudur. “Kızılırmak karakoyun” filminin bir başka özelliği ise, filmde Alevi kültürünün de yansıtılmış olmasıdır.

İlk kez Kürt bir karakter sinemamızda
Türkiye de Kürt karakterlere yer veren ilk film, Yılmaz Güney’in 1968 yılında başrolünü oynadığı ve yönettiği “Seyithan / Toprağın Gelini” filmidir. Yılmaz Güney bu filmine, Ağrı isyanları liderlerinden Seyithan'ı konu alır.

Sonra gangster filmleri başlar Yılmaz Güney'in. Gençliğinde en çok kovboy filmlerini izleyen Yılmaz Güney, “Bir Çirkin Adam”, “Yedi Belalılar”, “Piyade Osman” gibi filmlerinde kabadayıdır. Kanunsuzdur. Gangsteri oynar.

1970 yılında çekmiş olduğu “Umut”filmi ise, 1970’e kadar çektiği filmlerden çok farklı bir ara deneme çalışmasıdır. Yoksulluk ve umut arasındaki çizgide gider gelir film. Açlık ve perişanlığın içinde yol arayan elin, ilk piyango biletlerine uzanmasıdır umut. Sonra atı ölen bu arabacının elinde avucunda ne varsa bir hocaya verip gömü aramasıdır.

Filmde ayrıca zengin-fakir ayrımı da işlenir. Otomobiliyle çarparak atı öldüren zengin, karakolda koltukta oturup,komiser tarafından sigarasının ateşi yakılırken, atı öldürülen Cabbar ayakta, şapkası elinde, elleri önünde kenetli beklemektedir. Adalet yoksuldan yana değildir. Ayrıca dinin yoksulluğu nasıl istismar ettiği de işlenir. Bundandır ki film, sansür kurulu tarafından yasaklanır.

“Umut” filminden sonra gangster filmleri devam eder. Taaki 1971 yılında,“Ağıt” filmini çekene kadar. Dağlardaki kaçakçıları konu alan filmde yoksulluk yine başroldedir. Filmin ana karakteri olan Çoban Ali'nin bedenine saplanan jandarma kurşununu çıkararak hayatını kurtaran doktor, “Neden?” diye sorar, “Neden dağlarda kaçakçılık yapmaktasın?” “Fukaralıktan kaçakçı olmuşuz’’ der Çoban Ali. Böylece ülkede o vakitler yoğunlaşmaya başlayan kaçakçılığın nedenini de açıklar.

'Baba' ve sonrası
1973 yılından sonra, ardı ardına politik filmleri gelir Yılmaz Güney'in. “Baba” filmi bunlardan biridir. “Zavallılar” ve “Arkadaş” filmleriyle süren politik filmleri, “Sürü”, “Düşman”, “Yol” filmleriyle devam eder ve “Duvar” filmiyle son bulur.

“Baba” filmi, peşi sıra gelecek olan politik filmlerin başlangıcıdır. Almanya’ ya çalışmak için gitmek isteyen ve geçimini sandalcılık yaparak sağlayan üç çocuklu bir babanın hikâyesini anlatır. Dişleri eksik olduğu için Almanya vizesi alamaz. Bir göz odada altı kişiyle yaşarken, ailesinin ve çocuklarının daha iyi koşullarda yaşaması için, işlemediği bir cinayeti üstlenir.

“Zavallılar” filminde de yine yoksulluk ve kimsesizlik vardır. Ne damı olan evleri, ne ocağı olan yuvaları yoktur, cezaevinde tanışan üç arkadaşın. Tahliye edilmek istemezler. Mevsim kış olduğu için birkaç ay daha fazla kalmak isterler hapiste.

Mahirlere 'yardım ve yataklık'
Yılmaz Güney’ in en büyük “rolü’’ ve “oyunculuğu’’ Mayıs 1971’de sahnelenir. İsrail başkonsolosu kaçırılmıştır ve THKPC önder kadrosu her tarafta aranmaktadır. Yılmaz Güney Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Hüseyin Cevahir ve Oktay Etimen’i arabasında gizleyerek evlerine götürürken, yolda çevirme yapan asker Yılmaz Güney'i durdurduğunu alayınca, arama yapmaz ve devam etmesini söyler. Arabayla evine getirdiği Mahir Çayan ve arkadaşlarını evinin çatı katında saklar. Akşam kapısı çalınır, evinin her tarafı kuşatılmıştır. Kapıyı çalan subay ‘’anarşistleri arıyoruz’’ der. Yılmaz Güney ise gülümseyerek parmağını yukarı doğru kaldırıp “Çatıda saklıyorum’’ der. Bu cevaba subay da güler ve Yılmaz Güney’ in bu blöfüne aldanıp, iyi akşamlar dileyerek arama yapmadan ayrılır evden.

Fakat daha sonra "devrimcilere para yardımı ve yataklık yaptığı" gerekçesiyle 2 yıl 3 ay ceza alır ve Selimiye cezaevine gönderilir. Burası Yılmaz Güney için dönüm noktası olur. Sanat hayatında ve filmlerinde önemli değişikliklere gider. Eşi Fatoş Güney’ e yazdığı bir mektupta şöyle der: “Hapis olan benim fiziğim, beynim değil. Bütün dünyada sözü edilen filmler yapacağız.’’

Dediği gibi de olur. İlan edilen afla cezaevinden çıkan Yılmaz Güney,1974'te “Arkadaş” filmini çeker.

Politik filmleri arasında en dışa vurumcu filmi “Arkadaş” filmidir Yılmaz Güney’ in. Açık bir propaganda filmidir ve yozlaşmış yaşam tarzına atıfta bulunur. Yılmaz Güney ise oynadığı “Azem” karakteriyle bu yozlaşmış yaşam tarzına alternatif olmaya çalışmaktadır.

Filmde şan ve şöhrete sahip olan üniversite yıllarından arkadaşı Cemil'in zevki sefa içinde geçen hayatında, kendini mutlu sandığı, fakat içten içe, dirhem dirhem erimesi işlenir.

Ayrıca yoksulluğuna olan kızgınlığını, zenginlerin ev camlarını kırıp, araba lastiklerini patlatarak yansıtan Halil'e siyasi bilinç taşıması ve Halil’in aldığı bu bilinci, arkadaşlarına anlatması da işlenir. Bu görüntüler, örgütlü mücadeleye çağrıdır. Ülkenin doğusuyla batısı arasındaki eşitsizliklere de değinir film.

Aynı yıl “Endişe” adlı filmini çekerken Yumurtalık ilçesindeki bir gazinoda ilçe Yargıcı Sefa Mutlu'yu öldürmekten tutuklanır ve Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlayan yargılamaların sonucu, 13 Temmuz 1976'da, 19 yıl hapis cezasına çarptırılarak, tahliyesinden 123 gün sonra yeniden cezaevine girer.

1978 çekilen “Sürü”, 1979 çekilen “Düşman”, 1982 yılında çekilen “Yol” filmlerinin senaryosunu cezaevinde yazar ve “Güney” adlı bir dergi çıkartır bu yıllarda.

Sürü filmini cezaevinde yazan Güney yönetmen Zeki Ökten’e verir çekmesi için. Eşinin sağlığı için töreleri, aşireti ve babasını karşısına almış Şivan yaşama, kışın aç kalmama umudunu koyun sürüsüne bağlamış bir aşiret ve onun ağası iki aşiret arasında devam eden töre cinayetlerinin son bulması için bedel olarak verilmiş bir kadın, ana karakterlerdir.

Duvar filmindeki isyan sahnesi:

Filmde ayrıca köylere yeni girmeye başlayan makine üretiminin şaşkınlığı ve devlet dairelerinde alınan rüşvet de işlenir.

Filmde aşiret ağasını oynayan Tuncel Kurtiz “Hamo Ağa’’ karakteriyle mükemmel bir oyunculuk çıkartır. Film, Türk sinemasının uluslararası alanda en fazla ödül sahibi filmidir.

Demeden edemeyeceğim. Yılmaz Güney’ in izlediğim filmleri arasında en çok etkilendiğim film “Düşman”dır. Kırdan kentlere göçen yoksullar, o yoksulların meyhane masalarında kurduğu zengin olma düşleri... Kent meydanlarında oluşan işçi pazarları, işçi sınıfının sendikalaşması, grevleri ve Ermeni sorunu işlenen konular arasındadır.

Küçük bir kasaba kentinden yola çıkarak, genele yayılan toplumsal çürümeyi anlatan film, çürümeyle insani değerleri arasında kalan, geçici işlerde çalışan, çoğu işsiz kalan bir karakteri anlatır.

Ve 'Yol'... Ve 'Duvar...
“Yol” filmi başka bir önemli yapıttır. Cezaevinden izinli olarak çıkan 5 hükümlünün yaşamları, korkuları, umutları ve içlerini kemiren hesaplaşmaları işlenir. Film de sıkıyönetimin yarattığı baskıcı yönetim tarzına, kaçakçılık ve Kürt sorununa da değinilir. Filmin çekilen ham görüntüleri yurtdışına kaçırılarak, Yılmaz Güney'in de başında bulunduğu bir ekip tarafından Fransa’da kurgulanır ve bu Film 1999’a kadar Türkiye’de yasaklanır. Film büyük bir başarıya imza atarak 1982'de Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülü alır. Tanıkların söylediğine göre, Yılmaz Güney ödül töreninden ayrılırken cebinde taksiye verebilecek kadar dahi parası yoktur.

Son filmi “Duvar”dır Yılmaz Güney’ in. “İstediğim yerden, istediğim zaman kaçarım ama bu düşmanlarımın işine gelir’’ diyordu Yılmaz Güney bir röportajında. Fakat Güney dergisinde yazdığı yazılardan ötürü, tahliyesine iki yıl kala, hakkında yeni davalar açılıyor ve hakkında istenilen hapis cezasının toplamı yüz yılı geçiyordu. Tek çare kalmıştı: Firar.

Firar etmeden önce ki “Yol” filminde cezaevinden izinli olarak çıkan 5 mahkûmun hayatını senaryolaştıran Yılmaz Güney, 1981 tarihinde, bayram izniyle çıktığı Isparta Yarı Açık Cezaevi’ nden yurtdışına firar eder. Dönmeyince de 1982’de vatandaşlıktan çıkartılır.

Belki hepimizin en çok bildiği filmlerden biridir Duvar filmi. 1976'da Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'nde, çocuklara yapılan baskı, şiddet ve tecavüz olaylarını ve bu kötü koşullara karşı cezaevinde başlayan bir isyan konu edinmiştir “Duvar” filmi. Film yayınlandığı zaman filmde çocuklara uygulanan şiddet ve taciz sahneleri eleştiri almış, gerçeği yansıtmadığı, çocuklara uygulanan şiddetin abartı olduğu dinlendirilmiştir kimi çevrelerce. Fakat geçtiğimiz yıl Pozantı cezaevinde çocuk tutuklulara hem cezaevi çalışanları, hem de mahkûmlar tarafından yapılan işkence, taciz ve tecavüz olayları gün yüzüne çıkmıştır.

Filmin bir başka özelliği ve izleyenlerin aklında benliğini koruyan, Dersimli müzisyen Kadri Karagöz tarafından seslendirilen "Haydêrê" türküsüdür.

Burjuvazinin attığı tokat
Yılmaz Güney“Duvar” filminden bir yıl sonra, 9 Eylül 1984'te Paris’te mide kanserine yenik düşerek hayata veda etmiştir.

Arkadaş filminin bir sahnesinde Azem, arkadaşı Cemil’ in burjuva yaşantısı bataklığından çıkamayacağını anlayıp, yanından ayrılırken, burjuvaziyi temsil eden karakter Ahu, Azem’e bir tokat atar ve “Şimdi gidebilirsiniz” der. Âzem ise yumruğunu sıkar, gülümser ve “Bu tokadın hesabını bir gün mutlaka soracağız’’ der.

Bu da bizim Yılmaz Güney'e sözümüzdür. Burjuvazinin emekçilere attığı tokatların hesabını bir gün mutlaka soracağız.

Halil Yeni (soL)