TKP MK son siyasi gelişmeleri değerlendirdi

Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi tarafından her ay hazırlanan siyasi raporun Ekim sayısında AKP'nin iç politikada alan daraltması ve özellikle Ortadoğu'da ABD'nin yol vermesi ile yaptığı hamleler ele alınıyor.

TKP MK'nın bu ayki raporu şöyle:

AKP iç politika alanını daraltırken dış politikada nereye açılıyor?

1.1 12 Haziran seçimlerinden günümüze uzanan dönemde Türkiye’de siyaset, AKP’nin inisiyatifi ve belirleyiciliği giderek daha fazla ağırlık kazanmak üzere, üç ana mecrada gelişmektedir. Bunlar, Türkiye’nin Arap dünyasına yaptığı tantanalı giriş, AKP iktidarı ile Kürt siyaseti arasında yaşanan gelgitler ve Meclis’in açılmasıyla gündemde belirli bir yer tutacağa benzeyen yeni Anayasa sürecidir.

1.2. Yaşanan gelgitlerle birlikte Kürt sorunu eksenindeki gelişmeler ve yeni anayasa tartışmaları bir yana bırakılırsa, Türkiye’de “iç siyasetin” giderek tek kutuplu hale geldiği ve tükenmeye yüz tuttuğu görülmektedir. Başka bir deyişle, bugün hâlâ istenen etkinin çok uzağında olan sınıf hareketi ve genel anlamda toplumsal muhalefet bir yana, AKP dışındaki düzen partileri büsbütün etkisizleşmiş, AKP’nin şu veya bu alandaki çıkışlarını izleyip bunlara laf yetiştirmeye çalışan izleme odaklarına dönüşmüştür.

1.3. Sonuçta, “iç politika” alanının geriye kalan iki dinamiğinden Kürt siyaseti söz konusu olduğunda, AKP karşı tarafın kimi taktik hataları nedeniyle bu alanda da el üstünlüğü sağlamıştır yeni Anayasa sürecinde iplerin AKP’nin elinde kalacağı şimdiden bellidir.

1.4. Büyük ölçüde tamamlanan bir sürecin anayasal ifadesini bulmasını eksen alan bir "iç politika" mesaisinin Türkiye'deki dengeleri değiştirmesi olanaksızdır. Bu mesaiye muhalif ya da pazarlıkçı bir tutumla dahil olmaya istekli aktörlerin polis-yargı-medya marifetiyle kuşatıldığı hesaba katıldığında Türkiye'nin yakın gelecekte muktedir bir parti ile o partinin "masada kalmaya" zorladığı parlamento muhalefeti arasındaki demokrasi oyununa sahne olacağı rahatlıkla söylenebilir. Tıpkı 12 Eylül faşist cuntası gibi yeni bir Anayasa yapmak için hiçbir meşru temeli olmayan bir iktidarın "kurucu özne" olmaya soyunduğu böyle bir evrede "iç politika" büyük ölçüde bitmiştir.

1.5. Yeni yasama döneminin başlamasıyla birlikte, tükenmekte olan iç siyaset bu kez yeni Anayasa’ya odaklanarak belirli bir “canlanma” dönemine girecektir. Ne var ki, bu “canlanmanın”, geri planda hiçbir şey değişmeden yapay ve sözde canlanma olarak kalma olasılığı daha güçlüdür. Bir kere, bugün Türkiye toplumu, cebine nasıl bir Anayasa konulursa konulsun bundan fazla etkilenmeyecek bir yoğrulmuşluk ve şekillenmişlik içindedir. Kuşkusuz, kitle örgütleri, “sivil toplum kuruluşları”, sendikalar ve başka örgütler yeni Anayasa’ya ilişkin görüşlerini dile getireceklerdir. Ancak, bu tür tartışma ve katkıların Anayasa yapıcıları tarafından dikkate alınması bir yana, bugünkü topluma yansıyan, onu hareketlendiren bir içerik ve yaygınlık kazanması mümkün görünmemektedir.

1.6. İkincisi ise, AKP’nin bugünkü konumu ve niyetleriyle ilgilidir. Ülkeyi kanun hükmündeki kararnamelerle yönetmeyi kafasına koymuş bir iktidarın üzerinde nasıl, hangi içerikte bir Anayasa’nın olacağı bir yerden sonra pek önem taşımamaktadır. Ayrıca, AKP iktidarı-Kürt siyaseti arasındaki gelgitlerin bugün geldiği nokta ve AKP’nin muhatabına “savaş ilanı” dikkate alındığında, Türkiye’yi AKP’nin istediği yere değil de başka yerlere taşıyabilecek bir Anayasa beklentisinin maddi temelinden söz etmek çok güçtür.

2.1. İç politikadaki bu tükenme ve tek kutupluluk karşısında dış politika alanında son dönemde önemli gelişmeler yaşanmıştır. Türkiye’nin bu dönemde genişçe bir coğrafyaya, Sünni Arap dünyasına gürültülü bir giriş yapması, ardındaki nedenler ve olası sonuçları açısından önem taşımaktadır.

2.2. Türkiye’yi Arap coğrafyasına yönelik böylesine hiperaktif bir politikaya taşıyan, bu arada bir yanda İran’la, diğer yanda İsrail’le olan dengeleri zorlamasına yol açan etmenler çeşitlidir. Bir kere Türkiye, bölgedeki çok yönlü ve çok taraflı gerilimler söz konusu olduğunda ABD’nin elindeki kozların pek çok durumda sınırlı kalabileceğini görmekte, İsrail’in ise ABD adına yeterince işlevsel olamayacağını hesaplayıp bu boşluğa oynamaktadır. Avrupa Birliği perspektifinin çok geri plana düşmesi, bir zamanlar gündeme gelen “Türkiye üzerinde Almanya yeddi eminliği” projesinin tutmaması ve AKP’nin Türkiye ekonomisiyle en azından belli bir süre “oynanmayacağına” olan güveni, AKP’yi bölgede “militan” dış politika için cesaretlendiren diğer etmenler arasındadır.

2.3. Almanya'nın dış politikasında, ekonomik ilişkilerini de içine alan önemli değişikliklerin yaşandığı, Avrupa Birliği'nin kararsızlığa ve ciddi iç sıkıntılara mahkum olduğu bir dönemde, Türkiye on yıllardır veri aldığı Vaşington-Bonn ekseninden çıkarak ABD'yi tek referans olarak gören bir başka dış politika pratiğine yönelmiştir. Almanya Türkiye açısından önemini korusa da, son yıllarda Alman devleti ile AKP iktidarı arasındaki gerilimler, her iki ülkenin de daha önce taşıdıkları "yük"ten kurtulduklarının işareti olarak görülmelidir. Osmanlı'nın son perdesi oynanırken bu coğrafyaya etkili bir giriş yaptıktan sonra her zaman Türkiye'de ağırlıklı bir güç olmayı beceren emperyalist Almanya'nın İkinci Cumhuriyet'ten hoşnutsuzluğunu (Deniz Feneri meselesinde olduğu gibi) "iç politika"yı derinden etkileyebilecek pratiklere taşıyıp taşımayacağı zaman içinde görülecektir ve yakından takip edilmelidir.

2.4. İlginç bir başka nokta ise, AKP dış politikasının, bölgede oluşum halindeki ve oluşacak yeni rejimler için bir tür “koçluk” misyonu üstlenmesi, bu rejimler için kendince belirli sınırlar çizmesidir. Erdoğan’ın Arap ülkelerine yaptığı ziyaretlerde işlediği “laiklik” teması iki amaca yöneliktir. Bunlardan birincisi, bölgede ABD’yi rahatsız edebilecek radikal İslamcı akımlar karşısında gerektiğinde bir set olabileceğini göstermektir. İkincisi ise, AKP dış politikasının bölgede hassas dengelere oturan, ittifaklı-koalisyonlu, dolayısıyla manipüle edebileceği, hem tutkal hem de hami olabileceği, rejimler istemesiyle ilgilidir. Daha açık bir deyişle AKP, örneğin hem Hamas’lı hem Abbas’lı bir Filistin’in, laikliğe alan tanıyan bir İslamcılıkla, İslamcılığa hoşgörülü bakan bir laikliğin karakterize ettiği rejimlerin daha fazla işine geleceğini, İslamcılarla liberaller ve laikler arasında hassaslaşan rejimlerle daha kolay oynayabileceğini düşünmektedir. AKP’nin dış politikadaki cevvalliğinin temelinde bu olgular, değerlendirmeler ve hesaplar yatmaktadır.

2.5. Ancak, bütün bunlar ortadayken, üzerinde durulması gereken önemli bir başka başlık daha vardır. AKP dış politikasının, bölgenin ABD’den sonraki küçük efendisi olma, hegemonik-lider konumuyla bölgede kalıcı istikrar sağlama, bu istikrarı yeni dengeler üzerine kurma ve sonuçta ülkedeki kendi durumunu bir de bu işleviyle sağlama alma gibi niyetleri olabilir. Ne var ki, bu niyetlerin ABD’nin bölgeye ilişkin projeksiyonuyla tam tamına ve sonuna kadar örtüştüğünü söylemek mümkün değildir. ABD’nin Türkiye’ye, İran’ı bir “tehdit” olmaktan tamamen çıkaracak, radikal İslam’ı her öbeğiyle yumuşatıp ehlileştirecek, bölgedeki her aktöre sözünü dinletecek, Kürt sorununu bölge ölçeğinde çözecek, bu arada Arap/Filistin-İsrail gerilimini bir daha geri gelmemecesine ortadan kaldıracak bir güç, etki ve misyon biçmesi düşünülemez. Beyaz Saray yönetimi, pazarlık masasına eli kuvvetli oturan aktörlere tahammülsüzlüğünü hiç gizlemediği bir dönemde dikkafalılığını Amerikan himayesine borçlu bir ülkenin "dokunulmazlık" kazanmasına izin vermeyecektir. Zaten Türkiye ekonomik ve siyasal açıdan fazlasıyla "duyarlı" bir ülke olmayı sürdürmektedir.

2.6. Bu durumda ABD’nin istediği, bölgenin sonunda kendisi açısından dikensiz gül bahçesi haline gelmesinin mutlak ön koşulu olan radikal alt üst oluşların, sancılı değişim süreçlerinin, yıkılacak rejimlerin ve kuşkusuz bunlara eşlik edecek çatışma ve savaşların tetikçiliğini yapacak bir aktördür. ABD’ Türkiye’de bir Gavrilo Pirincip görmektedir ve Türkiye’nin tutumu “gerekirse öyle de olurum” noktasındadır. Türkiye, istikrardan çok kendi müdahalesine (ki bu her zaman doğrudan askeri operasyonlar anlamına gelmeyebilir) zemin oluşturacak kaotik konjonktürleri tercih edebilen ABD yönetiminin provokatörlüğüne soyunmuştur. İran, Suriye ve hatta Azerbaycan yönetimlerinin son aylarda Türkiye'ye verdikleri tepkilerin, AKP iktidarının üstlendiği bu misyonu geç de olsa fark ettiklerinin kanıtı olarak görülebilir.

Türkiye Komünist Partisi
Merkez Komite