Sosyalistlerin Meclisi toplandı

Dün üçüncü kez toplanan Sosyalistlerin Meclisi’nin gündeminde, anayasa tartışmalarından Kürt sorununa ve sosyalist siyasetin önündeki olanaklara kadar bir dizi gündem vardı. Tartışma bölümünün ardından, Meclis’in bundan sonra yapacaklarına dair kararlar alındı.

Sosyalistlerin Meclisi üçüncü toplantısını Ankara Um:Ag salonunda gerçekleştirdi. “Türkiye’de İç Siyaset” ve “Sosyalistlerin Meclisi Nasıl Üretecek?” başlıklı iki oturumun yapıldığı toplantıda ilk sözü İstanbul Barosu avukatlarından Abdurrahman Bayramoğlu aldı.

Anayasa kavramının tarihsel gelişiminden söz eden Bayramoğlu, bir toplum sözleşmesi olarak anayasaların krallarla burjuvazi arasındaki bir sözleşmeyi ima ettiğini söyledrken, günümüzde yapılan anayasaların sözleşme şeklinde olmadığını vurguladı.

Türkiye’deki anayasalar
Türkiye’deki anayasaların belirli bir karaktere sahip olduğunu, ancak 1982 Anayasası ile birlikte bunun tersine çevrildiğini belirten Bayramoğlu, Abdülhamit döneminde bile “hak elde etme” girişiminin olmasına rağmen, 1982 ile birlikte hakların sınırlandığı bir anayasa hazırlandığının altını çizdi. Kenan Evren’in “Haklar fazla geldi” sözünü hatırlatan Bayramoğlu, güçler ayrılığının törpülenerek geriye doğru bir gidişin yaşandığını söyledi.

Kuvvetler ayrılığı ilkesinin sınıf karakteri taşıdığını belirten Abdurrahman Bayramoğlu, parlamenter demokrasilerde fiili bir ayrımdan çok şekli bir ayrım olduğunu vurguladı.

Uluslararası hukukun bağlayıcılığı
Türkiye’de uluslararası hukukun ulusal hukuka üstünlüğünün 1961 Anayasası ile tanındığını söyleyen Bayramoğlu, uluslararası sözleşmelerin yalnızca insan haklarından ibaret olmadığını, sermaye lehine sözleşmeleri de içerdiğini vurguladı.

11 Eylül saldırılarının ardından “güvenlik mi, özgürlük mü” sorusunun sorulmaya başlandığının ve güvenliğin galebe çaldığının altını çizen Bayramoğlu, bu şartlarda bağımsızlığı sürdürmenin mümkün olmadığını, laiklik ilkesinin toplumun gündeminden çıkartılarak, başta ABD olmak üzere daha dindar ve itaatkar toplumlar yaratılmak istendiğini söyledi.

Demokratik meşruiyet ilkesinin Türkiye gibi toplumlarda zor sağlanacağını düşündüğünü söyleyen Bayramoğlu, bu sürecin giderek daha fazla diktatörleşen bir yapıya neden olacağını belirtti.

AKP’nin anayasası
AKP’nin bir din devleti kurmak konusunda büyük bir azim içinde olmadığını savunan Bayramoğlu, uluslararası sürecin buna engel olduğunu belirtti. 1. Cumhuriyet’in bir ara rejim olduğuna dikkat çeken Abdurrahman Bayramoğlu, toplumu dönüştüremeyen ve sonucuna varamayan bu dönemin gelişmeler neticesinde kapandığını söyledi.

AKP’nin bir “Ergun Özbudun Anayasası” dahi yapamayacağını savunan Bayramoğlu, liberal bir serbestliğe dahi tahammül edilemeyeceğini, bir tür “zor” döneminden geçildiğini belirtti. AKP anayasasının sünni İslam ideolojisine ters düşmeyen, uluslararası hukuku da riske etmeyen bir belge olacağını söyleyen Avukat Bayramoğlu, bu süreçte AKP’nin kimi yandaşlarını da yiyeceğini, ancak yeni anayasada işçiye herhangi bir yer olmayacağını belirtti.

Cihaner: ‘AKP’nin davaları bir bütünün parçalarıdır’
Adına ne denirse densin, Türkiye’nin iddianameler ve davalar yoluyla dönüşüme uğratıldığını söyleyerek sözlerine başlayan İlhan Cihaner, cemaatin, bazı sermaye gruplarının ve hükümetin bu davaları açıktan destek verdiğini belirtti. Başbakan Erdoğan’ın, davalar hakkında “uygun savcı aradık” sözlerine de atıf yapan Cihaner, “Bu davalara ‘AKP davaları’ denmesi yanlış değildir” dedi.

Burjuva hukukuna sosyalist eleştiriyi anlatmak yerine, konuya burjuva hukukunun içinden bakacağını söyleyen İlhan Cihaner, davalardaki hukuksuzluk ve tutarsızlıkları tartışmanın tuzak olduğunu, çünkü bir iddia çürütülünce başka bir iddianın hemen ortaya sürüldüğünü belirtti ve resmin bütününe bakılması gerektiğini söyledi.

‘Solun süreci analizdeki hatalarını anlayamadım’
Türkiye sosyalist hareketinin AKP davalarını analiz etmekte yetersiz kaldığını savunan Cihaner, geçmişteki Donanma Davaları gibi davaların içinin boş olduğunun anlaşılmasına rağmen, bugün Ergenekon ve Balyoz davalarını eleştirirken KCK ve Devrimci Karargah davaları için aynı şeyin yapılmamasının veya tersinden Hopa ve KCK’ye karşı çıkanların Oda Tv’yi görmezden gelmelerini anlayamadığını söyleyen Cihaner, “Herkesin her davayı eleştirmesi şart değil, ancak görülmesi gereken bütün muhalefetin parçalanarak ayrı bir torbaya konması karşısında, muhalefetin durumunu, operasyonu yürütenler iyi değerlendirdi” dedi.

AKP davalarındaki sorular
AKP davalarına karşı belirli sorular sorulabileceğini söyleyen İlhan Cihaner, bunları şöyle sıraladı:

“Emperyalizmin güdümünden çıkmayan, Osmanlıcı hayalleri olan bir parti söylendiği gibi anti-militarist olabilir mi? Anti-semitist, aydınlanma düşmanı ve ırkçı kökeninden herhangi bir zihinsel kopuş gerçekleştirememiş, seçimlerde Alevi düşmanlığını körükleyen ve Meclis’te BDP’yi Zerdüştlük ile ‘suçlayan’ bir parti, Maraş, Sivas ve Dink cinayeti gibi olayları aydınlatabilir mi? Ergenekon’da hukuksuz davranan bir parti, KCK’de tersini yapabilir mi? TMK, TCK, CMK gibi kanunları demokratikleştirmek bir yana daha da güçlendiren bir parti demokratikleşmeyi sağlayabilir mi?”

Davalardaki hukuksuzluklar
Tüm davalarda suç ve cezanın yasallığının yerle bir edildiğini söyleyen İlhan Cihaner, bir fiilin suç sayılabilmesi için yasada açıkça tanımlı olmasını gerektiğini, ancak artık eylem ya da fiil yerine “faaliyet” gibi muğlak bir ifadenin kullanıldığını ve suçun tanımının genişletildiğini vurguladı. Örneğin “kara propaganda”, “hükümeti yıpratma”, “kitap taslağı hazırlama” gibi suçlar icat edildiğini, ancak bunun hukukta bir karşılığının olmadığını belirten Cihaner, terör tanımının da belirsizleştiğini söyledi.

Soruşturmaların savcı tarafından değil, “gizli tanık”, imzasız ihbar mektupları vs eliyle yürütüldüğüne dikkat çeken İlhan Cihaner, bir insanın “terörist” olarak kabul edildikten sonra yaptığı her faaliyetin terör kapsamına sokulmaya çalışıldığının altını çizdi. Polise ve gizli tanıklara havale edilen davaları, “yargının taşeronlaşması” olarak gördüğünü söyleyen Cihaner, davalarda çok ciddi kronoloji ve mantık hataları olduğunu ve en önemlisi de, bu davaların ucu açık, bitmesi mümkün olmayan davalar olduğunu belirtti.

AKP’nin Kürt politikası
Üçüncü başlıkta söz alan TKP MK üyesi Aydemir Güler, AKP iktidarı döneminde Kürt sorununda yeni bir döneme girildiğinin düşünüldüğünü, bunda doğruluk payı olduğunu vurguladı. Emperyalizmin Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmasının ve Türkiye’deki rejim değişiminin bu farklılıkta başat rol oynadığını söyleyen Güler, buna “Kürt reformu” dendiğini, bu reformdan anlaşılması gerekenin bir ulusal sorun olarak Kürt sorununun çözümü değil, yeniden yapılandırma olduğunun altını çizdi. Kürt siyasi hareketinin de bir çözüm arayışından çok kendi konumunu güçlendirmeye çalıştığını söyleyen Güler, ortada bir çözüm arayışının bulunmadığını belirtti.

AKP’nin Kürt politikasını dönemlere ayıran Aydemir Güler, ilk dönemin 99-05 arasındaki görece durgunlık dönemi olduğunu, arkasından Şemdinli Olayları ile birlikte 1 senelik bir gerginliğin geldiğini, 2006’da PKK’nin ilan ettiği ateşkesin ardından AKP’nin 2006-2008 dönemini kapsayan bir açılım döneminin geldiğini belirtti. Bu sürecin Habur ile bittiğini belirten Güler, DTP’nin kapatılması, siyasetçilerin tutuklanması ve KCK operasyonları ile bugüne gelindiğini söyledi.

‘AKP muhatabı olmayan bir çözümü zorluyor’
“Diyalog” dönemlerinin AKP’den çok Kürt siyasetinin elini güçlendirdiğini söyleyen Aydemir Güler, iktidar partisinin bu yüzden muhatap olmaksızın bir açılım yürütme kararı aldığına dikkat çekti. AKP’nin bunu sonsuza kadar sürdürmeyebileceğini, Kürt hareketinin kolunun kanadının kırıldıktan sonra bir “diyalog” yoluna gidilebileceğini söyleyen Güler, bu zayıflatmanın din yoluyla ya da Kürt siyasetinin tek özneli yapısının parçalanmak istenmesiyle denenebileceğini söyledi.

Uludere Katliamı ve Van depreminden sonra şehrin boşaltılmak istenmesinin AKP’nin Kürt halkına yönelik gösterdiği büyük sopalar olduğunu vurgulayan Güler, bununla birlikte, Kürt hareketinin silahı bir tür strateji olarak değil, tehdit ve yedek güç olarak gördüğünü, temel yönelimin Anayasa tartışmalarında Kürt siyasetinin bir taraf olarak tanınması olduğunu belirtti.

Şu anda taraflar arasındaki göreli statükonun bir süre daha devam edeceğini düşündüğünü söyleyen Aydemir Güler, tabloyu bozacak unsurlardan birisinin uluslararası ve bölgesel gelişmeler olabileceğini belirtti.

Solun bir bölümünün, “Madem AKP demokratikleşmeden bahsediyor, o zaman bu kanalı zorlayalım” diyebileceğini ve bunun AKP’nin istediği bir durum olduğunu belirten Aydemir Güler, Kürt sorununda da bunun söylenebileceğini, ancak bu durumun radikal bir şekilde sorgulanması gerektiğini savundu. Rejim değişirken Türkiye solunun da kendisini alternatif olarak göstermesinin zorunlu olduğunu söyleyen Güler, “Ulusal taleplere ilişkin bir sosyalist politika olabilir ve olmalıdır. Ama bu zaminden hareket eden bir sosyalist politika eksik kalacaktır. Uzlaşma teması üzerinden bazı ulusal formüller çıkabilir, ancak Kürt emekçilerinin çıkarları açısından baktığımızda böyle bir uzlaşma yoktur. Bu, sosyalist hareketin Kürt sorunundaki en önemli ve ayırt edici sözüdür.” dedi.

Sosyalist hareketin olanakları
Oturumdaki son sözü alan TKP MK üyesi Metin Çulhaoğlu, Türkiye’den genel anlamıyla bir yarılma olduğunu söyledi. Bu yarılmayı, bir yanda çok hızlı akan siyaset, öbür yanda halkta herhangi bir etki yaratmayan bir durgunluk olarak tarif eden Çulhaoğlu, bu durumun Türkiye tarihinde hep böyle olmadığını, 12 Eylül’e kadar siyaset ve siyasetçi ile yurttaşlar arasındaki açının bugünkü kadar geniş olmadığını vurguladı.

Bu yarılmanın iki şekilde kapanabileceğini söyleyen Çulhaoğlu, birinci seçeneğin toplumda genel bir politizasyon dalgası ve bunun üzerine binen bir sol yükseliş, ikinci seçeneğin ise toplumun sol ve sosyalizmle birlikte harekete geçmesi olduğunu belirtti. Metin Çulhaoğlu, kendisinin ikinci seçeneği daha gerçekçi gördüğünü ifade etti.

Sosyalist hareketin geliştiği uğraklarda, aydın aranışçılığı ile sınıf hareketinin kesiştiğinin görüldüğünü belirten Çulhaoğlu, buna ek olarak 60’lı yıllarda Kürt dinamiğinin de sosyalizm mücadelesine kazanıldığını söyledi. Çulhaoğlu bugün, AKP karşıtlığının çok önemli olmasına rağmen, aydın aranışçılığına fren koyan bir durum da içerdiğini belirterek daha ötelerine geçilmesinin teşvik edilmesi gerektiğinin altını çizdi. Sınıf hareketinin de hareketlenebileceğinin işaretlerinin görüldüğünü belirten Çulhaoğlu, Kürt dinamiği ile ilişkiler konusunda hala bir belirsizlik bulunduğunu, ne Kürt siyasetinin ne de sosyalist siyasetin bugün birbirlerini taşıyacak durumda olduklarını vurguladı.

Sosyalistlerin Meclisi ne yapacak?
İkinci oturumda ise Sosyalistlerin Meclisi’nin bundan sonra ne yapacağı tartışıldı. Öneriler arasında, 2. Cumhuriyet’in Düzeni başlığıyla bir sempozyum düzenlenmesi, neoliberalizme karşı mücadele, KHK’lar, AKP’nin düzenine karşı sosyalist seçenek gibi atölye ve komisyon çalışmaları yapılması yer alıyor.

Meclis’in yerelliklerde de çeşitli toplantılar örgütlemesi tartışılırken, internet sitesinin de daha kullanışlı bir hale getirilmesi gerektiği belirtildi.

Meclis’in bir sonraki oturumunun Mart ayında yapılacağı duyurulurken, toplantıda sunulan tebliğlere www.sosyalistlerinmeclisi.org adresinden de en kısa zamanda ulaşılabileceği belirtildi.

(soL - Ankara)