Türkiye gibi... Ürdünlü yazar Nahed Hattar’ı kim öldürdü?

Fakat Ürdün felçli durumda. Artık hiçbir görüşü, isteği veya cesareti yok. Karar alıcılar, ilgisizliklerinin kenarında parmak ucuyla dolaşıyor. Nahed’in gittiğini bilmeyen Ürdünlüler bile onu özleyecek, çünkü Ürdün artık bir ton daha koyu. Ve Doğu Akdeniz’i kırıp geçiren Selefi çılgınlığına bir adım daha yaklaşmış olacaklar, çünkü tekfirciliğe karşı duran bir duvar daha yıkıldı.

Çeviri: Eren Karaca

soL'un notu: Sharmine Narwani, 5 Ekim günü Russia Today'deki yazısında, 25 Eylül 2016 tarihinde Amman'da katledilen Nahed Hattar'ı anlattı. Narwani'nin çizdiği Hatter ve Ürdün portreleri, Türkiye'de yaşayan herhangi bir okura çok tanıdık gelecektir: Sürekli İslamcılaşan bir eğitim sistemi, devlet kademelerine sızan ve örgütlenen dinci kadrolar, İhvancılıktan Selefiliğe hızlı geçiş, yazarlar ve aydınlar hakkında yalan kampanyaları, devlet baskısı ve nihayetinde cinayet... Nahed Hattar'ın katli, bir başka ülkede, ama oldukça tanıdık biçimde, "herkesin işleneceğini bildiği bir cinayet" olarak kayıtlara geçti.


25 Eylül’de Ürdün’ün önemli gazetecisi ve düşünürü Nahed Hattar, “İslam’a hakaret” ettiği gerekçesiyle açılan davanın duruşması için Amman Adalet Sarayı’na girerken, yakın mesafeden vurularak öldürüldü.

Nahed’in suçu neydi? Uysal bir Tanrı’ya emirler yağdıran kendini kaybetmiş bir kökten dinci resmeden karikatürü Facebook’ta paylaşmaktı. Karikatürü kendisi çizmemişti, sadece paylaşmıştı. Ayrıca gönderiye şu önemli notu eklemişti: İşte bu “IŞİD’in Tanrısı”, İslam’ın değil.

Bu, Ürdünlü bir gazetecinin görüşlerinden dolayı katledilişinin ilk örneği. Olay, dengesizlik ve şiddetin mahalle aralarında kol gezdiği yerde ‘güvenliği’ ile övünen bir ülkeyi ciddi bir sarsıntıya uğrattı.

49 yaşındaki katil Riad Abdallah’ın karmaşık bir geçmişi var. Nahed’in ailesinin öğrendiğine göre Abdallah, Irak’ta El-Kaide ile birlikte savaşmış, sonra döndüğünde “rehabilite edilerek”, iki bakanlık üzerinden iş bulmuş. Bunlardan biri para almadığı Evkaf Bakanlığı (Vakıflar ve İslami İlişkiler), diğeri ise maaş ve konut sağlayan Eğitim Bakanlığı olmuş.

Ayrıca radikal dinci bu kişi, Amman’da iki camide yarı zamanlı hocaymış.

Fakat Nahed’in erkek kardeşi Majed Hattar’a göre, ailenin derdi büyük resmin yalnızca “küçük bir parçası” olan katil değil.

Majed, büyük bir kızgınlıkla, “Nahed Hattar’ı öldüren o kurşunlar, başbakanın Nahed’in tutuklanması emrini vermesiyle aynı gün sıkıldı” diyor.

Şu anda aile, Nahed’e zarar verdikleri ve ölümüne yol açan gelişmelere katkıda bulundukları için birçok devlet görevlisini suçlayan bir dava açıyor.

Bu devlet görevlileri arasında Ürdün başbakanı Hani al-Mulki, İç İşleri Bakanı Salameh Hammad, Amman Valisi Khaled Abu Zeid ve emniyet genel müdürü bulunuyor.

Ancak suçladıkları tek yer devlet değil. Nahed’in ailesi aynı zamanda, artık herkesin bildiği karikatürü Facebook’ta paylaştıktan hemen sonra yangına körükle giden, Müslüman ve Hristiyan dini yetkilileri de olaydan sorumlu tutuyor.

Nahed’in paylaşımından sonra birkaç saat içerisinde, Müslüman Kardeşler’in yayını olan Al Sabeel, hakaret olduğu düşünülen resimleri ve yazıları silerek, Nahed’in “bu IŞİD’in Tanrısı, İslam’ın değil” mesajını da karartarak, kendi internet sitesinde bir ekran resmi paylaştı.

Al Sabeel’in bu paylaşımı yayıldı, ancak görünürde ne karikatürün içeriği ne de Nahed’in yazdığı notu  kalmıştı.

Birkaç saat sonra başbakan Mulki, İç İşleri Bakanı’na Nahed’in tutuklanması emrini verdi. Bu, Nahed’in 1979’dan beri on altıncı tutuklanışıydı. Resmi açıklamalar Nahed’i, “mezhep çatışmalarını kışkırtmak” ve “dine hakaret” etmekten dolayı suçladı. Aileye göre, Nahed’in intikama yönelen muhaliflerini kışkırtan da bu oldu.

Bundan sonra olanlar, Ürdün’ün hukukun ve adaletin üstünlüğü söylemlerini sınar nitelikte. Nahed, ailesinin aktardığına göre ciddi bir şekilde hırpalandığı bir aylık bir süreci hapiste geçirdi. Kız kardeşi Kawkab, Nahed’in 1998’de güvenlik görevlilerinin işkencesine uğradığını, bunun sonucunda birçok kez mide ameliyatı geçirdiğini ve bağırsaklarından iki metrelik bir kısmın alındığını anlatıyor. “Bu yüzden son zamanına kadar ilaç almak ve özel bir diyetle beslenmek zorunda kaldı” diye ekliyor. Hapishanede darp edildiği bir ay içerisinde tam iki kere hastaneye kaldırılmak zorunda kalmış.

Her iki seferinde de, Al Bashir devlet hastanesine gidişi ve hastaneden çıkarılışı sırasında elleri kelepçelenmiş. İlkinde Nahed’in durumu o kadar kötüye gitmiş ki, hapishane hücresine geri götürülmesini istemiş. Ailesi Uluslararası Af Örgütü’nden ve Kızıl Haç’tan yardım istedikten sonra Nahed’e bakmak için gelen dört doktor, Nahed’in özel bakıma ihtiyacı olduğunu belirtmiş. Buna rağmen doktorlar gittikten sonra, Kawkab’ın söylediğine göre, “serumlarını söktüler, iğnelerini kolunda bıraktılar, ellerini ve ayaklarını kelepçeleyerek, hastanenin hapis hücresine bıraktılar. Hatta hastane yatağının üzerine ‘tehlikeli suçlu’ diye yazı bile astılar”. 

Dışarıda ise sosyal medya, yetkililere göre Nahed’in başlattığı kışkırtıcılıkla dolup taşmaktaydı. Hükümetin el çabukluğuyla Nahed’in aleyhine verdiği tepkiden beslenen Ürdünlüler, Twitter ve Facebook üzerinden Nahed’i ölümle tehdit ediyor, hatta dili dahil çeşitli vücut parçaları karşılığında paralar teklif ediyorlardı. Bunu yaparken de gerçek hesaplarını, gerçek kimliklerini kullandıkları halde hiçbiri kışkırtıcılıktan tutuklanmadı.

Serbest bırakılmasından iki hafta sonraya, 25 Eylül’e duruşma kondu. Nahed ve ailesinin korunma talebi reddedildi ve kendi güvenliklerini sağlamaları gerektiği söylendi. Duruşmanın birinci günü Nahed, oğullarının, kardeşlerinin, onlarca başka kişinin ve polisin önünde, Adalet Sarayı’nda katledildi.

ÜRDÜN'ÜN KÖKTEN DİNCİ 'ÜRETİMİ'

Günler geçtikçe, bir taraftan bazı yetkililer Nahed Hattar’ın öldürülmesini kınarken, diğer taraftan Ürdünlüler sosyal medyada bu katlin kutlanışını seyretti. Yetkililer yayın yasağı getirerek, on sosyal medya kullanıcısının kimliğinin belirlendiğini ve isimlerin “nefret söylemini yayma” gerekçesiyle gerekli yerlere iletildiğini duyurdu. İfade özgürlüğüne dair basma kalıp söylemler birbirini takip etti, ancak önemli bir konumdan henüz ses çıkmamıştı.

Ürdün Kralı Abdullah’tan, Nahed’in ölümünün ilk beş günü içerisinde ne bir açıklama ne de bir başsağlığı mesajı geldi. Beş gün sonra, gazetecinin Fuhay’daki evine başsağlığı ziyaretine gitti.

Ürdün’ün önemli siyasetçi ailelerinden olan ve şimdiki kralın babasına hizmet etmiş olan biri, “Kral Hüseyin 30 dakika içerisinde ailenin yanında olurdu” diyor.

O halde Ürdün’ün bu en önemli yetkilisinin uzun süren sessizliğini neye bağlayacağız?

Ülke, bu bölgenin son zamanlarda içinde bulunduğu en çekişmeli politik savaşlarından birkaç tanesinin tam ortasında duruyor. Radikal dincilik ise, Ürdün’ün kendine tutarlı ve güçlü bir yol çizememesinden dolayı açılan boşlukta gelişiyor.

“Sayılara bakacak olursak, bugün Suriye’de savaşan kişi başına düşen Ürdünlü cihatçı sayısı diğer ülkelere göre daha yüksek” diyor Jordan Times yazarı Osama Al Sharif.

Prenses Sumaya Teknoloji Üniversitesi’nin eski rektörü ve Nahed’in çok eski arkadaşı olan Dr. Hisham Ghassib ise şöyle söylüyor: “Ürdün devleti bu teröristleri ve bu ideolojiyi bir taraftan eleştirirken, diğer taraftan beslemektedir”.

“1975’ten beri”, diyor Ghassib, “yani Müslüman Kardeşler üyesi olan Ishak al-Farhan’ın Eğitim Bakanı olmasından beri devlet, akademik programları İslamileştirmeye çalışıyor. Programa bir bakın. Her yere Kur’an ayetleri koydular, fiziğe, matematiğe, her şeye. Ve büyük çoğunluğu Vahabi yorumları”.

“Bu anlamda Müslüman Kardeşler yıllardır olumsuz bir rol üstleniyor” diye de ekliyor. “(Şimdiki El Kaide lideri Ayman) al-Zawahiri, Mısır’da Müslüman Kardeşler üyesiydi. (IŞİD önderi Ebu Bekir) El Bağdadi, Irak’ta Müslüman Kardeşler üyesiydi. (El Kaide’nin kurucu üyesi) Abdullah Azzam, Ürdün’de Müslüman Kardeşler’in üyesiydi ve bir de Ürdün Üniversitesi’nde öğretim üyesiydi!”

Görünüşe göre (daha geçen ay milletvekili seçimlerinde 15 koltuk kaparak siyasi sürece yeniden dahil olan) “ılımlı” Müslüman Kardeşler’den, “aşırılıkçı” Selefilik’e geçiş oldukça kaygan bir zemin.

Bu iki konu, yani akademik programlardaki dinselliğin ve gerici cami imamlarının topluma etkisi, Nahed’in ölümüne neden olan ortamdan rahatsız olan Ürdünlülerin sürekli tekrarladıkları konular.

Şu anda daha laik ve daha çeşitli bir eğitim sistemi kurmak için çalışan az sayıdaki akademisyenden ve aktivistten biri olan eski Dış İşleri Bakanı Marwan Muasher, “dine karşı değiliz ancak dinin rolü bu değil” diyor. 

“Şu anki müfredat hoşgörüyü, diğerlerinin görüşüne saygılı olmayı, eleştirel düşünmeyi öğretmiyor, çocuklara soru sormayı öğretmiyor. Ders kitapları konusunda kaygı duyuyoruz. Değişiklikler güvenlik gerekçeleri ile yapılıyor. (Nahed Hattar’ın) ölümünden sonra, daha da yüksek sesli bir kamuoyu duyacaksınız” diye ekliyor.

Muasher beni, ülkedeki okul kitaplarının içeriğine dair incelemeler yapan iki arkadaşına yönlendirdi. Ölüm tehditlerini pek ciddiye almayan devlet yetkilileri ikisine de “evde oturmalarını” tembih etmiş. Bir tanesi bu durumdan endişeliydi, benimle görüşmek istemedi. Diğeri, 35 yıllık eski bir eğitim bakanlığı çalışanı olan Dr. Thougan Obeidat, konuyu görüşmek üzere beni evine davet etti. Obeidat bir sene önce, Ürdün’ün Al Ghad gazetesinde “Ders kitaplarımızdaki IŞİD” diye çok tartışılan bir yazı kaleme almış.

Kitapların sorunları ile ilgili 50’den fazla yazı yazmış olan Obeidat’a göre “IŞİD Ürdün’ü yönetiyor olsa okul kitaplarını değiştirmeye gerek duymaz”. 2015’te kitaplar, Müslüman olmayanları tamamen dışlayan, şiddet ve hukuksuzluk içeren dini söylemlerden alıntı yapan, kadınlara aşırı itaatkarcı roller biçen “tamamiyle bir IŞİD kültürünü” yansıtıyordu.

Obediat ve diğerlerinin çabaları 2016’nın okul kitaplarında değişiklikler yapılmasını sağlamış. Birkaç resimde kadınlar türbansız gösterilmiş (ev içerisinde, dışarı da değil), bazı resimlerde de erkekler sakalsız. Ürdün’ün az dini farklılığını yansıtacak şekilde ara sıra kilise resimleri konmuş. Kitaplarda önceden olduğu gibi “İslami değerler” yerine “insani değerler” tartışmaları var.

Yeni düzenlemelerde de yine birçok ders Kur’an ayetlerine dayanıyor ancak değişikliklere dair halk tepkisi, iki üç hafta boyunca başkentte kitapları yakmak olmuş.

Müslüman Kardeşler’in bu konuya dair duruşlarını belli edip etmediğini sorduğumda, ölüm tehditleri alan ve devlet koruması isteyen Obeidat şöyle cevap verdi: “İhvan kitap yakmıyor ama kışkırtıcı olan onlar. Çevrede olup biten her şeyi onlar kontrol ediyorlar ama yüzlerini göstermiyorlar”.

Ancak bu arada Kraliçe Rania, küçük de olsalar yeni akademik girişimleri desteklemek için bir adım atmış. Muasher’e göre konuya dair yaptığı en son konuşma “cesurca”. Obeidat, kraliyet bu desteğine minnettar ancak desteğinden dolayı “eğitim bakanının, İhvan’ın Rania’ya kızgın olduğunu” söylemeden geçmiyor.

Şimdiye kadar Ürdün’ün eğitim müfredatının mayınlı alan olduğunu düşündüyseniz, ülkenin camilerinde neler olduğunu duymayı bekleyin.

Business Insider problemi şöyle açıklıyor: “Ülke’de 6.300 cami için 4.500 hoca var. Bunların birçoğu yeterli eğitime sahip değil. Bu da açılan boşluğu aşırılıkçıların doldurmasını sağlıyor”.

Tıpkı yarı zamanlı cami hocalığı yapan ve Nahed’i katleden Selefi tetikçi Riad Abdallah gibi.

Sunni bir din adamı ve Nahed’in 2011’den beri İslamcı aşırılığa karşı birlikte savaştığı aktivist arkadaşı olan Dr. Mustafa Abu Rumman şöyle söylüyor: “Ürdün’ün karar alıcıları, büyük bir patlamaya doğru gittiğimizi anlıyor gibi görünmüyorlar”.

İngilizce konuştuğumuz din adamı bugün camilerde olanlara dair şunları söylüyor: “Irak’taki, Suriye’deki, Çeçenistan’daki ve Afganistan’daki mücahitler için dua ediyorlar. Yahudileri ve Hristiyanları eleştirerek, onları savunanların zarar görmesini diliyorlar”. 

Bunun bir yandan politik olduğunu söylüyor. Bu durum, İsrail’in Lübnan’a açtığı savaştan sonra Ürdün’ün, Direniş Ekseni’ne (İran, Suriye, Hizbullah ve sonra Hamas) 2006’da sırtını dönmesiyle oluşan bir “atmosfer”. “O zaman bir milyona yakın Iraklı Şii mülteci Ürdün’den atılmıştı”.

Abu Rumman, Ürdün’de genel bir kanı olan hoşgörüsüzlüğü toplumsal ve ekonomik zorlukların yaratmış olduğu düşüncesini reddediyor. Ona göre bunlar “çok küçük parçalar; eğitimli, durumu iyi orta sınıflardan bile IŞİD’e katılanlar var”.

“Oğullarımızdan birçoğu Suudi Arabistan’a gitti ve orada okudu. Döndüklerinde bu aşırılıkçı eğitime ve ideolojiye sahiplerdi. Ürdün’deki İslam Hukuku üniversitelerinde herkes bu görüşten. Artık cami imamlarımızın yüzde 90’ı Vahabi görüşünden etkilenmiş halde”.

Abu Rumman da ölüm tehditleri alıyor. Söylediğine göre, karikatür paylaşımının arkasından Nahed’in ailesine yaptığı ziyaretten sonra kendisine karşı bir Facebook kampanyası başlatılmış. Siyasi ve dini açıdan fazla kapsayıcı olduğu düşünülen görüşleri yüzünden, o da Mukhabarat (iç güvenlik hizmetleri) tarafından belirli aralıklarla sorguya alınıyor.

Nahed’in paylaşımına karşı tepkiler ilk başladığında Nahed’in niyetini olabildiğince savunmaya çalışan Abu Rumman, “benim camimde ibadet edenlere ölçülülüğü, sevgiyi ve insanlığı öğretirim” diyor. “Camimde yüzde 10’luk Vahabileşmemiş kesim var. Hristiyan ve Müslüman topluluklarla ortak etkinlikler düzenlerdim; bunların bazıları Vakıflar Bakanlığı’nın desteğiyle olurdu”.

Ancak geçtiğimiz ay, aynı bakanlık Abu Rumman’ı camisinden ve evinden çıkarmış. Haziran ayında görevine son vermişler. Ama o gönüllü olarak vaaz vermeye ve öğretmeye devam etmiş. Bu ani görev sonlandırmaya itiraz etmeye çalışmış ama söylediğine göre bakanın kendisi ona hiçbir şey yapamayacağını söylemiş.

Bilgili ve ılımlı Sünni bir din adamı minberinden çekilirken, aynı şehrin başka bir camisinde Nahed Hattar’ın katilinin nefret telkin etmesi oldukça ironik.

Ama Ürdün’ün siyasilerinin, tüm kurumların içine sokulan ve uzantılarının kontrolsüz bir şekilde toplumun her kesmine yayıldığı aşırıcılığa dair bir ileri iki geri taktiği artık bir belirti haline gelmiş.

Ürdün’ün eski iç işleri bakanı Hossein Majali, “İslam dünyasında bir krizle karşı karşıyayız; dinimizin temellerine dair daha az anlaşılmakta ve eski sınırlar artık bizi durdurmaya yetmemekte” diyor.

Majali’ye göre “yapılabilecek en kolay şey bu belirtilere karşı muamele etmek. Deyrezzor’a gidip IŞİD’i bombalamak. En zor şey ise üretim bandına girebilmek. Bu üretim her yerde, İngiltere’de, Pakistan’da, Afganistan’da ve birçok başka yerde”.

Majali’ye göre çözüm “katı önlemler”. Yalnızca okullarda ve camilerde değil, özellikle “sosyal medya, internet ve medyanın tüm alanlarında”. Majali devletin önlemlerinin henüz çok “yetersiz” olduğunu söylüyor ve “uzun bir süre öylece devam etmesine izin verdik ve başka yöne kafamızı çevirdik” diyor.

2004’te Amman Mesajı’nda birleşik, kapsayıcı ve hoşgörülü bir İslami anlayış çağrısı yapanın bu ülke hatta bu kral olduğu düşünüldüğünde, olanlar yenilir yutulur ya da kabul edilebilir gibi değil.

Ürdün son yıllarda bu yoldan iyice saptı. Bir girişimin daha dramatik bir şekilde dönüşünü başka yerde görebilmek zor. Aşırıcılığı okullarına ve ibadet yerlerine sokan (içerisinde binlercesinin cihat için yetiştirildiği ve cihada gönderildiği) bu güçsüz kurumların, bu virüsü koparıp atmak için iyi bir plan uygulayabileceğini düşünmek de zor. Özellikle de bu virüsler her yerde, hatta karar alıcı mevkiilerde olduğunda...

Nahed Hattar bazen aksi, zor, sabit fikirli ve keskindi; ancak cesurca ve üsluplu bir şekilde Ürdünlülerin, hastalıklarıyla yüzleşmesi için çabalıyordu. Fikirlerinin çeşitliliği, çok sevdiği ülkesinin bej, tek renkli kurumlarında olmayan renkleri taşıyordu. Fırsatı görebilmek için berrak görüşe sahip olanların görebildiği, dağları aşabilen düşünceleri...

Fakat Ürdün felçli durumda. Artık hiçbir görüşü, isteği veya cesareti yok. Karar alıcılar, ilgisizliklerinin kenarında parmak ucuyla dolaşıyor. Nahed’in gittiğini bilmeyen Ürdünlüler bile onu özleyecek, çünkü Ürdün artık bir ton daha koyu. Ve Doğu Akdeniz’i kırıp geçiren Selefi çılgınlığına bir adım daha yaklaşmış olacaklar, çünkü tekfirciliğe karşı duran bir duvar daha yıkıldı.

Nahed’in erkek kardeşi Majed’e göre de, “Bu insanlar karanlıkta yaşıyor. Bir mumun bile aydınlığını kaldıramazlar. Nahed ise güneş gibiydi”.