Erdoğan Gazzelilere nasıl ihanet etti?

İsrail ile uzlaşma anlaşmasını imzalayarak, Türkiye, Filistinlilere ihanet ederken kendisini de İsrail’in işgalci rejimine resmen suç ortağı ilan etmiş oldu.

Çeviri: Emre Ertuğrul

soL'un notu: Foreign Policy Journal'da Jeremy R. Hammond imzasıyla 30 Haziran 2016'da yayımlanan bu makale, Gazze'ye yönelik İsrail ablukasının yasadışılığını ve Türkiye'nin Gazzelilere ihanet edip işgalci İsrail'in rejimini nasıl kabul ettiğini anlatıyor. 


Türkiye ve İsrail’in geçtiğimiz haftaki uzlaşma anlaşmasını duyurmasının ardından, Türkiye, bu anlaşmanın Gazze’ye daha büyük yardıma sebep olacağını iddia ederek kendisini ezilenlerin koruyucusu gibi göstermekte. Halbuki gerçek olan, Filistinlilere yardım etmekten çok uzak; Türkiye’nin İsrail’le anlaşması Haziran 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan beri süregelen işgalci rejime hizmet etmekte.

Ana akım medya, her zaman olduğu gibi, uzlaşma anlaşmasının önemini doğru düzgün bildirmeyi beceremedi. İşte bilmeniz gerekenler.

GENEL DURUM

Türkiye - İsrail ilişkileri İsrail’in Gazze’deki 2008-09 katliamından (Çoğu sivil, 1300’ün üstünde Filistinli’nin öldürüldüğü, genellikle “Dökme Kurşun Harekâtı” olarak adlandırılan katliam) sonra baskı altına girdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2009 Dünya Ekonomik Forumu’nda İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e o meşhur çıkışını yapmış, kürsüyü terk etmeden kendisini İsrail’in savaş suçlarıyla ilgili açıkça eleştirmişti.

Mayıs 2010’da İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) uluslararası sularda insani bir görev adına bulunan sivil bir gemide, dokuz Türkiyeli barış aktivistini (içlerinden biri aynı zamanda Amerikan vatandaşıydı) katledince ilişkiler iyice vahim bir hâl aldı.

Mavi Marmara gemisi, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki illegal ablukasını kırmayı amaçlayan küçük bir filonun parçasıydı. İsrail’in bu ablukasıysa, Hamas’ı hükümet otoritesi olarak kabul etme suçundan dolayı tüm sivil nüfusu toplu olarak cezalandırmaya yönelik bir politikaydı.

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın ABD ve İsrail ile 2006’da demokratik olarak seçilen Hamas hükümetini devirmek için beraber kurduğu komplodan sonra, Hamas, Gazze’nin kontrolünü 2007 yazında ele geçirdi.

Darbe girişimi başarısız oldu ve Hamas’ın en güçlü rakibi, Abbas’ın El-Fetih partisi, ihraç edildi. O zamandan beri, Hamas Gazze’yi yönetirken, Batı Şeria dönemi çoktan sona eren ve gayrimeşru olarak görev başında duran Abbas’ın hükmü altında.

İsrail, Hamas’ın seçim zaferine sivil nüfusu cezalandırma gayesiyle – uluslararası hukuku ihlal ederek – Gazze’ye abluka politikasını sert bir şekilde artırarak yanıt verdi.

İsrail Savunma Güçleri Mavi Marmara’daki aktivistleri katlettikten sonra, Türkiye İsrail’le diplomatik bağlarını protesto amacıyla kopardı. İsrail de aynı yoldan gitti.

Yeni anlaşma samimi ilişkileri yeniden oturtmak için tasarlandı.

ANLAŞMA KOŞULLARI

Anlaşma altında, Türkiye Hamas’ın askeri kolunu kovacak; yeni askerlerine yapılacak talim için Türkiye topraklarını kullanmasının yasaklaması gibi. Anlaşmayı öven Hamas, bu topraklarda siyasi faaliyetlerini belki de hâlâ gerçekleştirebilir.

Her iki ülke de ilişkileri normalleştirmek için, turizm ve enerji sektörlerinde olduğu kadar askeri ve “güvenlik” sektörlerinde gerçekleştirdikleri kazançlı işbirliğine geri dönebilme umuduyla, diplomatik yaptırımları kaldırmayı onaylıyor.

Açıkça bahsedilmese bile, anlaşma, devam edecek boru hattı mutabakatıyla, Türkiye’yi İsrail’in Avrupa’ya gaz ihracatını sağlayan giriş kapısı haline getirecek.

Fakat anlaşmanın özellikle dikkat edilmesi gereken iki koşulu daha var...

Türkiye aynı zamanda bu anlaşmayla İsrail’in filo saldırısı kurbanlarının aileleri için adaletin yerini bulmamasını temin etmesine yardım edecek.

İsrail, kurbanların ailelerine transfer edilmesi için 20 milyon dolarlık göstermelik bir fon sağlayacak.  İsrail’in müzakerelerdeki özel elçisi Joseph Ciechanover, anlaşmayı “İsrail için 20 milyon dolardan çok daha fazla edecek getirileri” olacağından dolayı memnuniyetle onayladı.

Ayrıca bu para, Türkiye bu suçun – İsrail hükümetinin işlediklerinin belki de en az şiddetlisi – faillerinin mesul tutulmayacağına dair bir yasa çıkarana kadar transfer edilmeyecek. Türkiye böylece bu anlaşmayla kendi hukuk sisteminin kulaklarını İsrail’e karşı Mavi Marmara saldırısı hakkındaki en ufak bir iddiaya karşı tıkamış olacak.

Fakat adaleti küçük düşüren bu oyun burada sona ermiyor.

Türkiye hükümeti anlaşmanın Gazze’ye derhal 20,000 tonluk bir insani yardım gönderilmesini sağlayacağının altını çiziyor. Ayrıca Gazze’de yeni bir hastane, enerji santrali, tuz arıtma tesisi gibi (hepsi çok gerekli olan) birtakım geliştirme projelerinin olduğunu da vurguluyorlar.

Ancak anlaşmanın gerçek manası şu: Türkiye, İsrail’in Gazze’deki gayrimeşru ablukasını devam ettirmesine yardım edeceğini kabul ediyor ve böylece İsrail’in Filistinlileri toplu cezalandırmasında işbirlikçi rolünü üstleniyor. Türkiye, işgalci rejimle yapılan bu partnerlikle beraber, kendi ekonomisinin “kanka sektörlerinin” Gazzelilerin uzun süredir devam eden sefaletinden kâr sağlamasını sağlıyor.

İsrail’in illegal siyasetinin bir son bulmasını talep etmek yerine, Türkiye, 1.8 milyon Gazzelinin toplu cezalandırılmasını meşrulaştırmış oldu.

ABD’NİN ROLÜ

Bütün bunların perde arkasında ABD hükümetinin rolü var. İsrail, Washington’un Ortadoğu’daki en yakın partneri; ve Türkiye de tabii ki bir NATO müttefiki.

En başından beri, ABD işlerini yürütebilmek için partnerlerinin birbirleriyle uzlaşmalarını teşvik etti.

ABD aynı zamanda İsrail’in uluslararası hukuk ihlallerinden sorumlu tutulmamasının garanti edilmesinde – ki bu batı ana akım medyasının da kilit rol oynadığı bir görevdi –  önemli bir rol oynadı.

Dokuz Türkiyeli sivilin öldürülmesinden sonra, İsrail, illegal ablukasının sona erdirilmesi için derin bir uluslararası baskının altına girdi. Bunun yerine, sadece Gazze’ye götürülmesi izin verilen bazı malların (meyve suyu, baharat ve tıraş köpüğü gibi) kısıtlamalarını kaldırdı.

ABD doğal olarak İsrail hükümetinin bu hafifleştirilen illegal abluka rejimini övdü ve bu süreçte İsrail’i bu yönde ikna ettiği için kendisi de övgü aldı. Medya da tabii ki her zamanki rolüne, hükümet politikalarına rıza üretmeye devam etti.

Foreign Policy’den Mark Lynch, örneğin, o zamanlar Gazzelilerin aldığı “iyi anlaşma payını” olumlu karşılamıştı. Bu yeni düzenlemede İsrail Amerika’nın filo baskını olayının örtbas edilmesine yardım etmesi koşuluyla Gazze’ye daha fazla yardım girmesini onaylıyordu.

Bu noktada, ABD’nin gönüllü bir suç ortağı da vardı: BM Genel Sekreteri Ban Kİ-moon...

BM SEKRETERİNİN ROLÜ

Birleşmiş Milletler organizasyonu da Filistinlilerin haklarına sözde bağlılık gösterirken, gerçekte çatışmanın en başından bugüne kadar ikiyüzlü davrandı.

İsrail’in filo saldırısından sonraki süreçte bir BM İnsan Hakları Konseyi (UNHRC) delil tespit heyeti olayı soruşturmak için hazır bulundu. Komisyonun çıkarımları tartışmaya açık değildi. İsrail’in ablukasının toplu cezalandırmaya yol açtığını ve böylece uluslararası yasaları ihlal ettiğine dair uluslararası fikir birliğini tekrarladı. Sonuç olarak, İsrail’in filoya saldırısının ve dokuz sivilin öldürülmesinin de ayrıca uluslararası yasaların ihlal edilmesi olduğu sonucuna vardı. İsrail’in ablukası meşru sayılsa bile, uluslararası hukuk kuralları uyarınca İsrail’in sivil halk için insani yardım geçişine güvenli bir şekilde izin vermesi ve açık denizlerde sivil bir gemiye saldırmasının yasadışı sayılması gerekmekteydi.

BM doğal olarak bu rapora her yönden karşı çıkarken raporun çıkarımlarını ve kurbanlar için adalet sağlamaya yönelik önerilerini örtbas etmeye çalıştı.

Olayın kamera arkasında, ABD, BM sektererliğiyle beraber adaletin temelini baltalamak için dolaplar çevirdiler. Aynı zamanda delil tespit heyeti de iş sürecindeydi; Genel Sekreter Ban Ki-moon saldırıyla ilgili – eski Yeni Zelanda Başbakanı Geoffrey Palmer, Kolombiya Devlet Başkanı Alvaro Uribe ve İsrail ve Türkiye’den birer delege tarafından yürütülen – kendi soruşturmasını devreye soktu.

İsrail tarafının temsilcisi Türkiye’yle son uzlaşma görüşmelerine de katkıda bulunan özel elçi Joseph Ciechanover’dan başkası değildi.

İsrail’in illegal ablukası için özür dileyenler Ban Ki-moon’un - daha çok bilinen adıyla Palmer Raporu - Soruşturma Paneli’nin raporunu yüksek sesle ilan ettiler. Yöneticilerse İsrail’in ablukasının yasal olduğuna dair görüşlerini dile getirmişlerdi.  (Ciechanover doğal olarak bu görüşle hemfikirdi.)

Palmer Raporu ayrıca İsrail’in Mavi Marmara’ya saldırısını “aşırı ve akılsızca” olarak değerlendirmişti (tabii ki Bay Ciechanover buna itirazını belirtti), fakat işi uluslararası kanunların ihlal edildiği şeklindeki kaçınılmaz neticeyi ortaya çıkartmaya götürmedi.

Özür dileyenlerin dile getirmeyi beceremedikleri şeyse Palmer Raporu’nun hiçbir otoriteye sahip olmaması. Aslında, raporun kendisi de zaten hiçbir yasal hükümde – ki zaten bu yasal hüküm iki yönetici üyenin de vermek için kalifiye olmadığı bir şeydi – bulunamayacağının altını çizmekteydi.

Bununla birlikte, Panel’in aldığı emir siyasi bir emirdi: kesin hedef Washington’un iradesi doğrultusunda İsrail ve Türkiye’nin ilişkilerini yeniden inşa edebilmeleri için bir alan yaratmaktı. Bu sonuca bakılarak, Panel İsrail’in ablukasının yasallığını soruşturmaktan kaçınma ve bunun illegal olmadığını basitçe dayanak olarak kabul etme hususunda çok büyük yol kat etti – tamamen kendiyle çelişen “sonuçlardan biri de Gazze sivil nüfusunun kayıplar vermesi” düşüncesine rağmen.

Rapor, gerçeksel hatalarla ve mantıklı yanlış kanılarla ve hatta uluslararası hukukun bu konuda söyleyeceklerini belirli şekillerde yanlış karakterize etmek gibi kasıtlı aldatmacalarla evrilip çevrildi. Örneğin, Panel İsrail’in bir ihlal gerçekleştirmiş olması için tek amacının Gazzelileri aç bırakmak veya hayatta kalmaları için gereken mallara izin vermemek olması gerektiğini iddia etti. Askeri avantajdan fazlası yüzünden sivillere tahmin edilen verilen zarar, ablukayı illegal kılıyor. Bu kriter Gazze açısından kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıktı ve ebedi bir insani kriz kuşatma başladığından beri sürüyor.

İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un başdanışmanı Dov Weissglass zamanında bunu açıklamıştı; abluka “bir diyetisyenle randevu gibi olacaktı. Filistinliler çok daha incelecek, fakat ölmeyeceklerdi.”

Ablukanın amacı Washington’da tamamen anlaşılmıştı. 3 Kasım 2008’de, Tel Aviv’deki ABD elçisi dönemin Devlet Sözcüsü Condoleezza Rice’a bir haber göndermişti: “İsrailli yetkililer konsolosluk görevlilerine Gazze ekonomisini en alt işlevsel seviyede tutarlı bir şekilde insani kriz olmadan tutacaklarını çeşitli hususlarda belirttiler.” Bu ifadedeki “insani kriz” İsrail tarafından Gazzelilerin açlıktan ölmeye başlama noktaları olarak tanımlanmıştı.

Hedef “Gazze ekonomisini uçurumun tam kenarında, fakat aşağı da itmeden sabit tutmak” idi.

Palmer Paneli için, ablukanın yasal olduğu kanısı, siyasi amaçları ileriye taşımak için İsrail’in suçları önünde masumiyetini temin etmek karşılığında önceden belirlenmiş bir sonuçtu. Bu durum İsrail’in ablukasının illegal olduğu şeklinde açık bir uluslararası fikir birliğine karşıydı. Bu fikir birliği tam da Mavi Marmara saldırısının ardından ABD hariç her bir BM Güvenlik Konseyi üyesi tarafından, BM delil tespit kurulunun otoriter bulguları tarafından, Uluslararası Kızıl Haç Komitesi tarafından ve Af Örgütü ve Human Rights Watch gibi uluslararası insan hakları organizasyonları tarafından dile getirildi (B’Tselem ve Gisha gibi İsrail hakları gruplarından bahsetmeye gerek bile yok).

Ve Palmer Paneli böylece BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un İsrail’in işgal ve savaş suçlarındaki suç ortaklığının bir örneğidir.

ANA AKIM MEDYANIN ROLÜ

Kısaca, ablukanın yasadışı olması uluslararası hukukun gölgesinde basit bir gerçektir.

Ne var ki, bu noktada Palmer Raporu’nun açıklanmasından sonra Amerikan medyasının İsrail’in ablukasının nasıl meşru olduğunu açıkladığı bir örnek var: New York Times yazarı Isabel Kershner ablukanın “uluslararası hukuka uygun” ve İsrail’in tavrının “Palmer Raporu doğrultusunda” olduğuna dair okuyucularını bilgilendirmişti.

İşte bu kadar. Gezegenin diğer kalanının konsensüs görüşünden bile bahsetmiyoruz. Sadece İsrail’in tavrı ve istenilen sonuca varılabilinmesi için amaçları siyasi gündem geliştirmek olan, yanlış dayanaklar benimseyen ve açıkça kasıtlı yanıltmacalara bulaşan, hukukta hiçbir niteliği olmayan, otoritesiz fikirleriyle önceki iki siyasetçi...

BBC’nin son günlerdeki uzlaşma anlaşmasının içeriğini açıkladığı bir ifade var: “İsrail silah ve maddelerin Filistinli militanlara ulaşmasını engellemek için Gazze kuşatmasını sürdürüyor ... bölgeye insani yardım geçişine izin veriyor. Filistinliler bu politikanın toplu cezalandırmayla eşdeğer olduğunu söylüyor, ve BM ve yardım yetkilileri Gazze’deki koşulların kötüleştiğini reddediyorlar.”

Yani İsrail’in ablukası, yalancı BBC’ye göre, siviller için ihtiyaçları kısıtlamadan, sadece askeri sınıfa yönelik yapıldı. Ablukanın illegal olduğu kanısı BBC tarafından, İsrail ve süper güçlü velinimeti dışında gezegendeki diğer tüm ülkelerin görüşü değil de sadece Filistinlilerin görüşüymüş gibi yansıtıldı. BM ve yardım yetkilileri, Britanyalı haber ajansının çizdiği fantezi dünyasında, daha kötüye giden bir durum olduğunu reddediyor fakat ablukanın yasadışılığını kınayamıyorlar.

İsrail Savunma Güçleri komandolarının yolculara Mavi Marmara güvertesine helikopter ipinden indikten sonra mı yoksa önce mi gerçek ateş açtıkları sorusu dikkate alınınca, BBC şöyle ilave ediyor: “Komandoların tam olarak hangi noktada gerçek mermi kullandıkları BM soruşturması tarafından belirlenemedi.”

BM delil tespiti soruşturmasının İsrail’in saldırısı hakkındaki “gerçek mermiler helikopterde askerlerin inişinden önce kullanıldı” şeklindeki bulgusunun ışığında, bu oldukça sıradışı bir ifade. Kanıtlar gösteriyor ki, öldürülen en genç insan ve aynı zamanda bir Amerikan vatandaşı olan Furkan Doğan da dahil olmak üzere, kurbanların çoğu kısa mesafeden öldürüldü.

Bu tarz durumların böyle yayınlanması, İsrail’in Filistinlilerin insan haklarını ebediyen çiğnemesine batılı hükümetlerin suç ortaklığı yapmasına rıza üretme amacına hizmet eden ana akım medyanın doğasında var.

SONUÇ

Geçtiğimiz haftanın uzlaşma anlaşması tabii ki Türkiye’nin Filistinlilere ve onların haklı davalarına ilk ihaneti değil.

Mavi Marmara saldırısından sonra, Türkiye, ordusunun sonraki birçok filoya İsrail saldırılarından korumak ve insani görevin Gazze’ye ulaşabilmesi için eşlik edeceğini açıklamıştı.

Türkiye ayrıca 2004 yılında işgal altındaki Doğu Kudüs ve İsrail’in Batı Şeria’da inşa ettiği ilhak duvarı da dahil olmak üzere İsrail’in tüm kuşatmalarının yasadışılığı hakkında istişari fikrini beyan eden  Uluslararası Adalet Divanı’ndaki yasal müracaatını takip edeceğine de söz vermişti.

Tüm bunlar tabii ki hiçbir anlamı olmayan konuşmalardı; İsrail’in zulmünden kurtulmak ve özgür olmak konusundaki vaatlerle Filistinlilerle dayanışmak gibi boş sözlerdi bunlar.

Türkiye’nin gerçek yüzü İsrail’le geçtiğimiz haftaki uzlaşma anlaşmasıyla birlikte apaçık bir şekilde ortaya çıkarıldı. Bu anlaşma, Gazze halkına yardım etmekten çok uzakta, Türkiye’nin işgalci rejimi ölümsüzleştirmek adına İsrail’in partneri yaptı.

Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin İsrail’le olan görüşmelerin “her bir adımında” Filistinlilerle görüş alışverişinde bulunduğunu söyledi.

Halbuki kastettiği şey, kendisinin Abbas’ın illegal liderliğindeki Filistin Yönetimi ile görüştüğüydü. Filistin Yönetimi’nin anlaşmaya verdiği onay, aynen Oslo Görüşmeleri’nde kendisine biçilen rolün bir yansıması: İsrail’in işgalci rejimine suç ortağı olmak. (Türkiye aynı zamanda görünürde kabul için sebepleri daha muğlak olan Hamas ile de görüştü, fakat bu durum muhtemelen liderliğinin düşündüğü gibi anlaşmadan siyasi olarak ve hatta ekonomik olarak – Hamas’ın yönetiminde yaşayan sivil nüfusa uzun vadede gelebilecek hasara bakmaksızın – faydalanabilineceğine yorulabilir.)

Abbas ve arkadaşlarının tadını çıkardığı elit statüye sahip olmayan Filistin halkı, diğer bir yanda, konu hakkında elbette muhattap alınmadı.

Gazze halkının ihtiyacı olan şey, daha fazla hayırseverlik değil. Gerçekten ihtiyaçları olan şey, kendilerine bir yaşam standardı sağlayabilmeleri ve dünya topluluğunun kendilerine sırt çevirmesini durdurmak ve bu ebedi insan hakları ihlalinin bir parçası olmalarını engelleyebilmek için, özgürlükleri ve itibarları.

Türkiye ise, İsrail’le uzlaşma anlaşmasıyla birlikte, kendisini İsrail’in Gazze halkını bu kadar fazla öncelikli insani yardıma muhtaç bırakan zulüm statükosunu korumasına yardım etmeye adamış oldu.