Ulusalcılık ve ağlayarak bir siyasi davayı savunmak

Adi suçlu ve siyasi suçlu hukuk literatürüne girmiş iki kavramdır.

Adi suçlu ve siyasi suçlu hukuk literatürüne girmiş iki kavramdır. Adi suç kapsamında cinayet, gasp, hırsızlık, tecavüz, kapkaç gibi suçları sayabiliriz. Adi olmalarının sebebi her türlü iğrençliği barındırmasının yanında “devlet ve milletin bölünmez bütünlüğüne tehdit oluşturmamasıdır” aynı zamanda. Çünkü aksi halde nitelikli suç olur ve siyasi suçlar kapsamına girebilir. Bu iki farklı “suçlu tipolojisi” devlet tarafından yakalanıp yargı karşısına çıkarıldıklarında da farklı tepkiler veririler. Bunun farklı sebepleri olmakla birlikte temel olarak suçlarının niteliği belirler bu tutum farkını. Bir tanesi inandığı ve kendi seçtiği bir yolda, gücünü çoğu zaman aklından ve mücadelesinin meşruluğundan alan, baş koyduğu bir davanın konusu olan suçlardan, diğeri çok farklı sebeplerle kötü yola itilmiş ya da tercih etmiş (ikisi de olabilir), belki sonradan girdiği yoldan zevk almaya başlamış bile olsa toplum nazarında ve kendi gözünde suçlu olduğunun hep farkında olduğu suçlardan ötürü hâkim karşısındadır. Birincisi, hâkim karşısında yapılan tüm suçlamalara karşı vakur duruşunu devam ettirir, diğeri başını yerden kaldırmaya çok cesaret edemeden öne eğik bekler ya da yılların verdiği, moda deyimle diyecek olursak, bir yavşaklıkla pişkin pişkin sırıtır. Birincisi tüm haksız uygulamalara, işkence ve sindirme politikalarına karşı haklılığını savunan ama asla ağlamayan bir duruş sergilerken, diğeri karakolda yediği bir dayak, gardiyanların yaptığı kötü bir müdahale yüzünden her suçlamayı kabul edip siner ve iktidara yaranmak için elinden geleni yapar. Bir tanesi iyi hal indiriminden yararlanmayı aklından bile geçirmeden doğru bildiği, çoğu zaman suçlama sebebi olan düşüncelerini büyük bir cesaretle mahkemede de savunmaya devam eder ve tarih sahnesinde alnı açık gezer, diğeri ise, boş verin diğerini şimdi. Tam bu noktada Deniz Gezmiş'lerin mahkeme önünde yaptıkları o tarihi savunmalarını hatırlamakta yarar var, ne diyorlardı o gün devrimci öğrenciler: “Biz Türkiye'nin bağımsızlığından başka bir şey istemedik. Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum.” Aynı dava da teröristlik ve eşkıyalık ile suçlandılar ancak geri adım atmadılar: “Ve yine bilmekteyiz ki, Osmanlı İmparatorluğu yüzlerce generalinden ancak birkaç tanesi Kurtuluş Savaşı'na iştirak etmiştir. Ve yine bilmekteyiz ki Kurtuluş Savaşı yapıldığı sırada İstanbul'da bulunanlar bunları yapanlara eşkıya demiştir. “ Kendilerine yapılan vatan haini suçlamasını, mücadelelerinin verdiği meşruluk ve haklılıkla karşı tarafa yöneltmekten hiç çekinmediler “Türkiye'nin bağımsızlığından başka hiçbir şey istemedik ve hayatımızı bu yola koyduk. Varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik. Bunun aksini iddia edenler vatan hainidir.” Zamanın hükümetinin suçlarını kabul etmeleri ve pişmanlık belirtmeleri halinde ceza indirimine gidilebileceğini hatta bir süre sonra serbest bile kalacakları söylenmesine rağmen asla böyle bir teklife yanaşmadılar. İşte bu yüzden adları hala bizim için bayrak olarak yaşıyor. Peki, bütün bunlar nereden çıktı şimdi. Söyleyeyim. Bazıları tarafından kahraman ilan edilmeye çalışılan, ulusalcı cenahta simge olmaya başlamış iki isimin son birkaç duruşmada ki tavır ve hareketleriydi bunları bana hatırlatan. Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay’dan söz ediyorum. Yapılan suçlamalara neredeyse hiçbir siyasi savunma vermeden sürekli kendilerine haksızlık yapıldığını söyleyip duran, Cumhuriyetin savunulmasından, mücadelelerinin meşruluğundan ve haklılığından, AKP’nin ülkeyi satmasın, gericileştirmesinden, neredeyse hiç bahsetmeyen bu iki kişi. Ne diyor Balbay sanki siyasi bir dava ile karşı karşıya olduğunu bilmeden: “Gazetecilik mesleği tehdit altındadır. Eğer gazeteci elinde bulundurduğu belgeler nedeniyle yargılanırsa gazetecilik mesleği yapılamaz hale gelir" Aynı safta olduklarını kendilerinin ve herkesin bildiği, çoğu zaman ortak çalışılan arkadaşlarını satmak pahasına şöyle devam ediyor “Peki, burada eşitlik nerede? Terör örgütü yöneticiliğiyle suçlanan sekiz kişi serbest (bunlardan birinin Yalçın Küçük olduğunu hatırlatmakta yarar var). Bu nasıl terör örgütüdür ki yöneticileri dışarıda, üyeleri içeride. Eşitsizlik zulümdür. Bizi burada en iyi şekilde bile tutsanız eşitsizlik zulümdür" Daha ileri giderek demokrasicilik oynamak ve hoş görünmek için köşesinden küfürler savurduğu, diktatör, gerici, karşı devrimci ilan ettiği Adnan Menderese’ de haksızlık yapıldığını söyleyebilmek olsa gerek: ““Türk yargısı bugüne kadar hangi siyasi davadan yüzünün akıyla çıkmıştır? a-Menderes Davası, b-Deniz Gezmiş Davası c-12 Eylül Davaları d-Hiçbiri seçimi siz yapın" Ve yine Balbay’ın son bir sözü her şeyi açıklıyor “Halkı değil silahlı isyana, silahsız isyana bile teşvik etmedim.” Özkan ise savunmasında Erdoğan ile basit bir siyasi rakip olduklarını belirterek "Recep Tayyip Erdoğan’a karşı siyaset yapmak, karşı çıkmak, söz söylemek suç mu? Ben bir muhalifim, onun yerinde gözüm var. Onun yerine geçmek istiyorum. Bu ülkeyi daha iyi yöneteceğime inanıyorum. Ekonomiden, tarıma kadar her alanla ilgili projem var. Hata mı ediyorum? Beni kara leke sürer gibi darbeyle, yapmadığım görüşmelerle suçlarsanız bu yük, bu vebal sizin sırtınızdadır" ifadelerini kullandı. İşte yalnızca bu kadar. Nerde cumhuriyet, nerde bağımsızlık, nerde laiklik… Gazetedeki köşesinden cevval bir şekilde cumhuriyet savunuculuğu yapan, AKP’ye kafa tutan, ikinci kurtuluş savaşını önerenlerin, işkencelerden, baskılardan, demokrasiden bahsedenlerin, Mustafa Kemaller’den, kuvayi milliyeden bahsedenlerin, miting meydanlarında Nazım şiirleri okuyup Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” şarkıları eşliğinde AKP’ye kafa tutanların hâkim karşısına çıktıklarında neredeyse çocuk gibi ağlamalarının, bir zamanlar bağrından İlhan Selçukları, Doğan Avcıoğullarını çıkarmış “Ulusal ideolojinin” miadını doldurması ve bir küçük burjuva mızmızlanması durumuna düşmesiyle bir ilgisi var mı acaba diye düşünmeden edemiyorum. Yıllardır gelenek olmuş, hapishanede ki gardiyanların bile saygı duyduğu, siyasi suçluların hâkim karşısındaki onurlu duruşunu korumak da bize kaldı anlaşılan.