Türkiye solu, sendikalar ve hastalıklar (Hakan Erol)

Siyaset yaparken bir takım eksikler ve hatalar olabilir. Ama’’hastalıklar’’ oldu mu orada bir sıkıntı var demektir. İdeolojik yanlışları kastetmiyorum. Siyasi analiz, yöntem, yaklaşım ve çerçeve yanlışlığından bahsediyorum.

Bu anlayış eğer siyaseti hepten ele geçiriyorsa, ‘’hastalığa’’ dönüşür.

"Türkiye solu"nun da ‘’hastalıkları’’ var maalesef. Üstelik hala üstünden atamadığı, tedavisine yanaşmadığı…

Hastalığı incelemeye kalktığımızda ise karşımıza bir takım örgütlere yerleşmiş ‘’bakteri’’ anlayışı çıkıyor.

İnsanlarla temas kuran ‘’Türkiye solu’’nun bazı yapıları, hala 60’ları, 70’leri yad ediyor.

İnsanlara ne çok şey yaptıklarından ‘’Hey gidi bizim zamanımız’’ demekten, bir adım ileriyi göremiyorlar.

Geçmişimiz elbette önemli, hem de küçümsenemeyecek kadar!

Ancak insanlara 70’lerden sonra Türkiye solunun falanca örgütünün nasıl ‘’silahlanmaya’’ başladığını anlatmak, onları yanına çekmiyor. Aksine kaybediliyor o insanlar. Kimi korkuyor, kimisi çekiniyor… Büyük bir çoğunluğu ise konuşmalara ‘’anlam’’ veremiyor!

Emek-sermaye çelişkisinden söz edip sınıf siyasetine değinmiyorsa o konuşma, siyaset dışında her şey var demektir orada.

Gelecekten çok,’’geleceksizlik’’ vaat ediliyor insanlara. Bu hastalığı ‘’siyasi kısırlık’’ olarakta değerlendirebiliriz.

Belirli bir alanda devinim daha doğrusu ‘’bocalama’’ var! Bulunduğun yerden bir ayak mesafesi kadar uzağa gidilemeyen türden. Sonra sol yapılar "örgütsüz" deniyor…

Emperyalist-kapitalist saldırıların, dinci gerici baskıların, faşizmin kan dökmesi yetmezmiş gibi bir de sol kendi "iç hastalığıyla" uğraşıyor.

Türkiye solunun bu yapısından sendikalar da etkileniyor, hatta başı bile çektiği oluyor yer yer. Sendika yöneticilerinin büyük bir kısmı ‘’o kuşaktan’’ gelme olunca bu da kaçınılmaz son…

Tekrar ediyorum geçmişe sonsuz saygı duyuyorum.

Ama…

Sendika eylemlerinde, basın açıklamalarında ve grevlerinde neden hep azalıyoruz?
Ülkenin şu an en can alıcı konularından biri olan ‘’eğitim’’de gericiliğe, piyasacılığa karşı yapılan sendika grevlerinde neden ses getiremiyoruz? Neden cılız kalıyoruz?

Yanı başımızdaki, komşumuzda PAME’nin yaptığı her grev ülkenin bütününü sarsarken,bizdeki grevler neden sadece ‘’göstermelik’’ kalıyor? Neden farklı yüzleri o eylemlerde çok nadir görüyoruz?

Neden sıradan bir basın açıklamasında dahi megafonu alan bir sendikacı ‘’geçmişe’’ döner? Uzun uzun konuşupta tek kelime bize ‘’yol göstermez?’’

Diğer bütün sebepleri bir kenara bırakarak söylüyorum kavgamızı biraz da buradan kaybediyoruz dostlar.

Ben, siyasetten az çok anlayan ‘’o yılları’’ görmüş, geçirmiş insanları gördükçe yanlarından uzaklaşıyorum. Çünkü korkuyorum geçmişe dönmekten ve artık sadece ‘’geçmişle övünmek’’ istemiyorum. Geçmişi dinleyerek hüzünlenmek…

Çok acıdır ki ‘’Ölülerimizi yarıştırmaya’’ kadar da gidiyor bu sohbetler.
Bugün de bir takım sol örgütler ‘’En çok üyesi içerde olan benim partim’’ diyerek övünüyor. Demek ki geçmişten ‘’ders almamaya’’ kararlıyız! Hastalık devam ediyor.

Sosyalizm mücadelesi insanlara böyle anlatılmaz. Siyaset ise hiç yapılmaz!

Belki biraz ‘’acımasızca’’ eleştirdim sendikaları, Türkiye solunu ve bir takım insanları. Ama sosyalizm mücadelesi varsa işin ucunda, biraz da ‘’acımasızca’’ eleştirmek gerekiyor bazı dostlarımızı. Öbür türlüsü kendi seksiyonumuzda debelenmek oluyor.

Geçmişimizin, mücadelemizin ve kavgamızın bayrağını daha yukarı taşımak yine bizim elimizde.

Düne değil, bugüne ve yarına kafa yoralım.

‘’Dünümüz’’ü de unutmayarak…