Seçimlerin sonucu: Örgütlenme zorunluluğu

Şu anda belki de sorulması gereken soru, düzen partilerinin temsil etmekten yoksun olduğu ve inisiyatifi eline almak isteyen aydınlanmacı, yurtsever, eşitlikçi ve özgürlükçü toplamla, Türkiye’nin sosyalistleri ve komünistlerinin nasıl birlikte hareket edebileceği sorusudur.

Mete Hisarlıoğlu

Merakla beklediğimiz 30 Mart 2014 Yerel Seçimleri yapıldı. Üzerine çok fazla söz söyleyebiliriz. Seçim sonuçlarının aradan kaç gün geçmesine rağmen hala daha kesinleşmemesi bile bir başlangıç noktası olarak ele alınabilir. Peki nasıl? Seçimlerden öncesine dönelim: O kadar çok kırılma noktası var ki, yakın tarihi ele alabilme becerimiz bize, görece en doğru yanıtı verecektir. 2013 Haziran Direnişi’nin yakın tarihimizde önemli bir yeri olduğunu, bütün ezberlerin bozulduğunu, bununla birlikte, ‘80’den beri sağcılaşan Türkiye’de sola büyük alan açan bir kalkışma olduğunu biliyoruz. 12 Eylül Askeri Darbesi’nden Haziran Direnişi’ne kadar geçen 33 yılı incelediğimizde, Türkiye İşçi Sınıfı’yla birlikte solun en büyük kazanımı olan ‘örgütlenme’ geleneğine yapılan büyük bir darbe olduğunu da söyleyebiliriz. Haziran 2013 sonrasında ise programatik ortaklık olmamasına rağmen mutlak AKP karşıtlığıyla bir araya gelen kitlenin, Park Forumları ve çeşitli dayanışma platformlarıyla kendiliğinden bir örgütlenme yoluna gittiklerini gördük. Eylemsel birlik programatik birliğe bir türlü evrilemediği için statükocu CHP ve ‘liberal sol’ dediğimiz kesim, ‘örgütsüzlüğe övgü’ler düzerek halk hareketinin sönümlenmesinde büyük rol oynadı. Halkı baskı ve zorbalıkla denetim altında tutabileceğini sanan diktatör, derinleşen ekonomik krizle başa çıkabilmek adına emperyalist emellerle Suriye’ye de girmeye çalışmış, ABD ve İsrail’in desteğini çekmesiyle birlikte üstü çizilen bir özne haline gelmiştir. ‘Tek adam’ rolüne soyunan Erdoğan’ın son müttefiki olan Gülen Cemaati’ne ‘kadro’ yetiştiren dershaneleri kapatmak istemesiyle kavga başlamış, MGK kararlarının açıklanmasının ardından da AKP-Cemaat arasındaki kavga geri dönülmez bir durum almıştır. AKP’yi yaratan ABD-İsrail-Cemaat üçlemesi mutlak birliğini bozmamış, AB’yi de daha somut bir biçimde yanlarına çekerek, Ortadoğu işgal planında farklı işbirlikçi arayışına girmiştir. AKP’siz bir AKP rejimi istediklerinden, Haziran sonrasında büyükkentlerdeki ilerici yurttaşların ağırlıklı olarak kanalize oldukları CHP’yi AKP’leştirme yoluna giderek, AKP’den açılan boşluk doldurulmaya çalışılarak yumuşak geçiş yapılmaya çalışılmış, bu bağlamda CHP-Cemaat-ABD göstere göstere yakınlaşmışlardır. ‘Türkiye’nin Birleştirici Gücü’ sloganıyla seçimlere hazırlanan CHP, taban inisiyatifini önemsemeyerek faşisti, ülkücüyü, sağcıyı, cemaatçiyi, kemalisti gerçekten de birleştirmiştir. Türkiye toplumu, Erdoğan’ı gayrı-meşru ilan etmişken, düzen partileri ve sermaye meclisi bu söylemi geliştiremeyince, ortadaki meşruiyet krizi derinleşmeye başladı. 17 Aralık operasyonları sonrasında istifa eden bakanlar, hırsızlıkları, yolsuzlukları, verdikleri ölüm emirleri, katliamları kanıtlanan Erdoğan ve suç örgütü AKP’nin diğer üst düzey yöneticileri Cemaat-ABD ekseniyle yayınlanan tapelerle bitirilmek istendi. Toplumsal hareketliliği bir kez daha sönümlemek isteyen egemen güçler, özne olan toplumu nesneleştirerek büyük ölçüde de bu planlarında başarılı oldu ve seçimler, çökmekte olan II. Cumhuriyet’in restorasyonu üzerine kurgulanarak, AKP ve CHP olmak üzere iki kutba indirgenmeye çalışıldı. Toplumun gayrı-meşru ilan ettiği Erdoğan’ı meclis partileri gayrı-meşru ilan edemeyince, AKP’yle birlikte diğer meclis partilerinin de meşruiyeti sorgulanır duruma geldi. Seçimlere çok az zaman kala, Berkin Elvan’ın cenazesinde toplanan yaklaşık 2 milyon yurttaşımıza yapılan saldırının ardından Erdoğan’ın ve suç örgütü AKP’nin provokasyon girişimleri bütünüyle sonuçsuz kaldı. Seçimlerden birkaç gün önce ise Halk Düşmanları’nın Suriye’ye girebilmek için Süleyman Şah türbesini gerekçe göstermeye çalışmaları, Suriye’ye ait uçağın düşürülmesi derken, Erdoğan Çetesi’nin devleti birkaç kişi ve birimden ibaret gördükleri gerçeğine tanık olduk. Erdoğan ve suç örgütünün, seçimleri kazanabilmek adına her şeyi ama her şeyi yapacaklarını biliyor ve söylüyorduk. Son tahlilde, öyle de oldu. Böylesine gergin bir ortamda seçimler yapıldı. Yurtsever, ilerici ve aydınlanmacı bir toplam olan CHP’li yurttaşlar, seçim güvenliği için ‘görece başarılı’ denilebilecek bir örgütlenme sağladılar. AKP’nin, yapacağını önceden kestirebildiğimiz bütün hileye-hurdaya karşın, CHP müşahitlerinin ve az sayıda parti yetkilisinin haklarını aramaları ve YSK’ya yaptıkları itirazlar sonucunda çok sayıda tutanak ortaya çıkarıldı ve hala daha birçok yerellikte, oy sayımlarının tekrar edilmesi nedeniyle resmi sonuçlar ilan edilemedi. İlçe Belediyelerinde çok sayıda belediye kaybeden AKP, kendi işine yarayacak büyükşehir yasasıyla birlikte yeni belediyeler kazandı. Gövde gösterisi yapmaya çalışan Erdoğan, klasik balkon konuşmasını da yaptı ve öngördüğümüz gibi, seçim sonrasında daha da saldırganlaşacağının sinyalini verdi. Öte yandan, türlü oyunlar oynayarak AKP’nin karşısına çıkan CHP ABD ve Cemaat ile kurduğu ittifaktan sonuç alamadı ve yönetim ile seçmen arasındaki uçurum derinleşmiş oldu. AKP’yle birlikte, sermaye düzeninin dayanakları olan din-iman-millet siyasetinin olduğu gibi çöktüğünü defalarca kez söyledik. AKP’nin hile ve yolsuzlukla kazanmasının hiçbir şey değiştirmeyeceğini ve bir kere kaybettiği toplumsal meşruiyeti bir daha kazanamayacağını biliyoruz. Ülkücü ve faşist olmasına rağmen Ankara’da halkın desteğini alan ancak kendi çabalarıyla da direnen Mansur Yavaş’ı saymazsak, seçim sonuçlarını ve yenilgiyi direkt kabul eden bir Cumhuriyet Halk Partisi’nden bahsediyoruz. Diğer bir deyişle, halkı ve kendi tabanını temsil etmeyen, tersine, II. Cumhuriyet’in halk partisi olmaya çalışan CHP’den bahsediyoruz. Tüm bu verileri birleştirdiğimizde, seçim kazanmış bir parti izlenimi vermeyen ve tedirgin bekleyişini sürdüren bir AKP ve AKP’ye benzemeye çalışan ancak ABD ve Cemaat’le kurduğu ittifak sonuç vermeyen bir CHP ile karşı karşıyayız. Milliyetçi-İslamcı yapısı değişmeyen ve AKP tabanından az da olsa oy alarak 2011 seçimlerinde kaybettiği birkaç belediyeyi geri alan MHP ‘yle birlikte, hala daha ‘Çözüm Süreci’ masalına umut bağlayan BDP’nin de AKP ve CHP gibi, herhangi bir somut gelecek vaadinde bulunamadığı açıktır. Meclis partilerinin tümünün meşruiyet krizi içinde olduğu düşünüldüğünde, Meclis’in bir bütün olarak halkı temsil etmediği bir kez daha açığa çıkmıştır. Sonuca bakıldığında dar anlamda AKP de kaybetmiştir, CHP de. Biraz daha geniş bir perspektifle bakıldığında ise Erdoğan ve suç örgütü AKP, burjuva partisi CHP, Cemaat, Büyük Ortadoğu Projesi’ne aktör arayışı sürecinde Türkiye’nin üzerini çizerek Suudi Arabistan’a kapı açan ABD kaybetmiştir. Millet-milliyet bağlamında Türklük söylemi topluma yarar sağlamayan MHP ve ‘Çözüm Süreci’ masalıyla AKP’nin meşruiyetini sorgulamayarak somut dünyadan kopan Kürt Ulusal Hareketi’nin temsilcisi BDP de artık tamamıyla kaybetmiştir. Türkiye’de sermaye düzeni büyük bir gürültüyle çökmektedir, görülmesi gereken gerçeklik budur. Haziran sonrasında Türkiye’de sosyalizmin konuşulur bir seçenek olduğunu söylüyorduk, 17 Aralık sonrasında ise sermaye düzeninin artık sürdürülemez olduğunu ve sosyalizmin seçenek olmaktan çıkıp zorunluluk haline geldiğini, bunun için de örgütlenmek gerektiğini söylüyorduk ki 30 Mart gecesi bunun somut örneğini Dersim-Ovacık’ta görmüş olduk. DHF ile birlikte örgütlenen TKP, ‘olur mu, olmaz mı’ tartışması sürerken, ilk defa bir belediye seçimini kazanmış oldu. 31 Mart tarihli soL’un manşetinde olduğu gibi, seçimin kesin sonucunun ‘mücadeleye devam’ etmek olduğunu, mücadeleye devam edenlerin de örgütlenmeye başladığını, halkın kendi kurtuluşu için kendi örgütlü gücünden başka bir güvencinin kalmadığını da çok net bir biçimde biliyoruz. Şu anda belki de sorulması gereken soru “Düzen partilerinin temsil etmekten yoksun olduğu ve inisiyatifi eline almak isteyen aydınlanmacı, yurtsever, eşitlikçi ve özgürlükçü toplamla, Türkiye’nin sosyalistleri ve komünistleri nasıl birlikte hareket edebilir?” sorusudur. Bu soruya çok çeşitli yanıtlar verilebilir olmakla birlikte, benim vereceğim yanıt, Ovacık Belediyesi’ni kazanan Türkiye Komünist Partisi’nin saflarında örgütlenmekten geçmektedir. Türkiye emekçileri artık kendi yönetimini kendi ellerine almalıdır. Buradan yola çıkarak da söyleyebiliriz ki seçimlerin sonucu örgütlenme zorunluluğudur.