Savaş ve şovenizm (Fırat Balcı)

Onlar artık gündelik hayatımızın her yerindeler. Bazen kucağında bebeğiyle dilenirken, bazen ucuz işgücü kervanına katılmış çalışırken , bazen amaçsızca oradan oraya maaile perperişan dolanırken… Suriye halkından bahsediyorum, emperyalizmin ve onun işbirlikçisi İslamcı faşizmin katledip yerinden yurdundan ettiği bir halktan.

Suriye savaşı hakkında herkes bir şeyler yazdı çizdi ama ben kendimce bu meselede bir farkındalık yaratmak istedim. Amacım felaket tellallığı yapmak değil, sadece gördüğüm bir meseleye dikkat çekmek istiyorum. En son Hatay’ın Hassa ilçesinde, Suriyeliler ve Hatay halkı arasında meydana gelen olay beni esas tetikleyen mesele oldu. Hele Hataylı bir kadının ağzından çıkan şu sözleri duyunca ‘’eyvah!’’ dedim: ‘’Artık Hatay’da Suriyeli istemiyoruz!’’. Spesifik olayın iç yüzünde esas etkenin ne olduğu bence zerre kadar önemli değil, hatta belki de kavgada esas rol oynayanlar Suriye’deki eli kanlı çeteciler de olabilir ama anlatmak istediğim başka bir şey, önemli olan halkların birbirlerini ‘’biz ve onlar’’ olarak ayrıştırması.

Bu ülkede yıllarca( ve aslında hala) Kürtlere, Ermenilere ve diğer ‘’bizden olmayanlara’’ karşı yapılan şovenist hezeyan hepimizin malumu ve artık maalesef, artan bir biçimde, bu kervana Suriye halkı da katılmış durumda. Sokakta, okulda, minibüste bir yerden bir yere giderken ve hatta ailemizin içinde geçen muhabbetlerde elbet bir ‘’pis Suriyeliler!!’’ gündemi vardır. Bir an olsun o insanların sersefil bir hayatı neden tercih etmek istemeyeceklerini düşünmeden, sanki bütün kötülükler o insanların başının altından çıkıyormuş gibi, sanki insanların başına bombalar yağdıran çeteleri kendi devletleri finanse etmiyormuş gibi konuşarak.

Kapitalizm üretimini ve yeniden-üretimini kendi baskı aygıtlarıyla ve ondan daha çok toplumun en küçük hücresine kadar salgıladığı çürümüş burjuva ideolojisiyle sağlıyor. Bunu yapmak zorunda çünkü sadece ekonomi dışı zor aygıtlarıyla işçi sınıfını ‘’ehlileştiremeyeceklerini’’ biliyorlar. Reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte emperyalist kapitalizmin yaydığı ‘’küreselleşme’’ , artık ulus devletler çağının ve buna bağlı olarak emperyalizm çağının sona erdiği, ülkeler arası sınırların giderek önemini kaybedeceği ve böylece halklar arasında milliyetçi önyargıların ve savaşların bu şekilde sona ereceği söylemi üzerinden yükseliyordu. Bu karşı devrimci saldırının üstünden geçen kısa bir zaman dilimi ise bu söylemin ne kadar boş olduğunu ve bu saldırıya direnenlerin haklılığını tüm çıplaklığıyla kanıtlıyor. İddia edildiği gibi, ne ulus devletler ve buna mükabil emperyalizm çağı sona ermişti ne de halklar arası milliyetçi önyargılar.

Avrupa’da yayılan ırkçılık ve göçmen karşıtı dalga tam da bu neo-liberal karşı devrimci saldırının ürünüdür. 1980’ lere doğru kapitalizmin ‘’Altın Çağı’’ sona ermiş ve krize girmiştir. Çıkış yolu ise değizmemiştir: içeride ve dışarıda işçi sınıfına dizginsiz saldırı. Thatcher ve Reagen ikilisi bu saldırının küresel düzeyde başat mimarları olmuşlardı. Emperyalizm bir yandan kendi işçisinin kazanımlarını silip süpürürken diğer yandan da emperyalist saldırısını diğer halklar üzerinde hegemonyasını gerekirse işbirlikçileri eli ile gerekirse bombasıyla tüfeğiyle arttırıyordu. Küreselleşme çağı böylece hem ülke içi hem de ülkeler arası eşitsizliği arttırmaya devam ediyordu. Kendi ülkelerinde tutunacak dal bulamayan zayıf halka ülkelerinin emekçileri ise dalga dalga Avrupa’ya göç ediyor, oraya bir umut kapısı olarak bakıyordu. Medeniyet beşiği Avrupa! Emperyalist Avrupa burjuvazisi ise bu ucuz iş gücü deposuna ağzından salyalar saçarak bakıyordu. Eline iki silah geçmişti: hem ucuz işgücü ile maliyetlerini kısacak hem de içerde kendi mezar kazıcısına milliyetçi hezeyanı yayma fırsatı bulacaktı. Bunda kısmen de olsa başarıl oldular. Avrupa işçi sınıfının belli bir bölümü işsizliğin ve krizin sebebi olarak göçmenleri görüyordu , çünkü onlar olmasydı ülkelerinin üzerindeki mali yükümlülük hafifleyecek ve kurtulacaklardı. Ayrıca göçmenler ucuza çalışıp işlerini ellerinden alıyorlardı!!!!

Bu durumun somut örneğini maalesef Yunanistan’daki Altın Şafak örneğiyle görüyoruz, hem de çok güçlü bir sınıfsal örgütlenmenin olduğu Yunanistan’da.

Türkiye’de devam eden siyasal krizin yanında bir de olası bir ekonomik kriz patlak verirse ve orada ülkenin komünistleri gerekli siyasal müdahaleyi yapamazlarsa toplumda oluşan Suriyeli algısı tehlikeli durumlara kapı aralayabilir. Komünistler bu duruma set çekmek istiyorsa her zamankinden daha fazla savaş suçlularını ve İslamcı faşizmi teşhir etmeli ve halklar arasındaki bağı emek ekseninde sağlamlaştırmalıdır.