Öteki Kürtler ve Şeyh Sait (Engin Deniz)

Bazı çalışmalara göre Kürtlerin dörtte üçü, bazılarına göre de üçte ikisi Sünni Müslümandır. Türkiye'de de Hanefilik'ten sonraki yaygın Sünni mezhep olan Şafilik Kürtler içerisinde yaygındır. Şafi Kürtlerin önemli bir bölümü Kendilerini Türk ve Arap Sünnilerden ayırmak amacıyla “Şafii” tanımlamasına etnik bir anlam da yüklemektedir. Bununla beraber, zaman içerisinde çeşitli düzeylerde İslam’dan etkilenmiş kök dinlerin de etkilerini hala koruduğu heterodoks inançlar azımsanamayacak bir nüfusa sahiptir. Kürdistan coğrafyasında üç büyük heterodoks inanç sisteminden bahsedilebilir. Yezidi dini, yalnızca Kürtler arasında taraftarlara sahip bir din olarak bilinmektedir. Ehl-i Hak gene özgün bir Kürt dini olarak geniş bir alanda varlığını devam ettirmektedir. Üçüncü olarak da en kalabalık nüfusa sahip heterodoks inanç sistemi olarak ele alınabilecek Alevilik ya da Kızılbaşlık olarak isimlendirilen inanç sistemi vardır. Birçok yazar bu heterodoks inanç sistemleri arasında bazı ortaklıklara vurgu yapar. Örneğin Blau, Nikitin, Melikoff gibi bir çok yazar Dersim merkezli inanç sistemi olan Kızılbaşlıkla, Ehl-i Hak inancı arasında bir çok ortak özelliğe dikkat çeker. Geniş bir coğrafyada, birbirinden uzak alanlarda, bu inançlar arasındaki ortak özellikler, bu üç heterodoks dinin bölgede İslamiyet öncesindeki kök inanç sistemlerinin uzantıları olduğunu düşündürüyor. Bu üç heterodoks inanç sisteminin başka bir ortak özelliği de hem Osmanlı hem de Sünni Müslüman Kürtler tarafından baskı ve ayrımcılığa maruz bırakılmış olmalarıdır.

Burada, hem Türkiye’de yaşadıkları için hem de en kalabalık heterodoks inanç sistemi olduğu için Aleviler üzerinde duracağız. Kendilerini nasıl tanımladıklarından bağımsız olarak Zazaca ve Kurmançi konuşan tüm Aleviler için “Alevi Kürtler” terimini kullanacağız.(1) Yoğunluklu olarak Dersim merkez olmak üzere, Sivas, Erzincan, Bingöl, Muş, Elazığ’da yaşamış, çeşitli nedenlerle büyük kısmı bölgeden göç etmiş olan Alevi Kürtler, inançlarını şöyle ya da böyle canlı tutmaya devam ediyorlar. Dersim inanç sistemiyle ilgili yapılan en değerli çalışmalardan birini yapan Dilşa Deniz Dersim inancının alt yapısını “Doğa tapınımı, Ocak/Ata kültü, Alevilik/İslam ile temas” üçlüsü olarak formüle eder.(2) Dersim merkezli bu inanç sistemi Talip-Rayver-Pir-Murşid mekanizması ve Musahiplik-Kirvelik kurumları desteği ile toplumsal örgütlü bir sistem olarak şekillenmiştir. Bölgede Alevi Kürtlerin tüm baskılara rağmen, yazılı kültürünün olmadığı koşullarda inançlarını korumasındaki en önemli faktörün bu örgütlü yapı olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Alevi Kürtler ve Şeyh Sait
Dersimli yaşlıların Sünni Kürtlerle aralarındaki mesafeyi anlatmak için çok sık kullandıkları anekdotlardan biri de Şeyh Said İsyanın hemen öncesinde yaşandığı iddia edilen bir olaydır. Rivayete göre, 1925 yılında Şeyh Sait isyana başlamadan hemen önce, desteğini istemek için iki elçisini Seyit Rıza’ya göndermiştir. Seyit Rıza’da elçileri kabul etmiş, onlara kurban kestirmiştir. Ancak elçiler, inançları gereği Kızılbaşların kestiği kurbanı yiyemeyeceklerini ifade etmiştir. Bunun üzerine Seyit Rıza duruma tepki göstererek yemeğini bile yemeyenlerle savaşa katılmasının mümkün olmadığını söylemiş ve elçileri geri göndermiştir.

Bu olayla ilgili herhangi bir belge ortaya çıkmamıştır. Ancak bu anlatıyı önemli kılan doğruluğu değildir. Bu hikâye yaygın bir Dersim anlatısı olarak bir “uzaklık tarifidir” aslında. Bugün bile bölgede Alevi ve Sünniler arasındaki bu “uzaklığın” kapandığını söylemek oldukça zordur.
Hamidiye Alaylarının kuruluşuyla güçlenmiş bölgede Alevilere, Yezidilere ve Ermenilere baskı kurmuş Cibran aşiretiyle Alevi Hormek ve Lolan aşiretleri arasında fiili çatışmaya dönüşen süreç Şeyh Sait isyanının başarısızlığa uğramasının en önemli nedenleri arasında sayılır.
1925 yılı öncesine kadar Alevi ve Sünni Kürtler arasında ortak isyan kültürü olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak yeni bir durum olarak, 1925 yılına gelindiğinde Alevi Kürtler İslamcı karakteri öne çıkmış Şeyh Said isyanına fiilen karşı çıkmıştır. Bu Alevi-Sünni ilişkilerinde tartışmasız bir dönüm noktasıdır.

Bu konuda, Kürt siyasi hareketine yakın bazı yazarlar muhtemelen uluslaşma refleksleriyle, Şeyh Said İsyanında ortaya çıkan çatışmayı Alevi-Sünni ilişkileri tarihi dışında başka faktörlere bağlamaya çalışmıştır. Hatta bazıları, Sünni Kürtlerin Osmanlı yönetimiyle genelde iyi ilişkiler içinde olduğu gerçeğini ve bölgedeki hegomonik durumlarını yok sayarak sorumluluğu Alevilere yüklemektedirler.

“Önceki sayfalarda da belirtildiği gibi, yakın zaman öncesine kadar Dersimli aşiretler bölgedeki Sünni halk üzerinde baskı uyguluyor ve talanlar yapıyorlardı. 1916 yılında Dersimli aşiretler ayaklandıklarında, Osmanlı bu durumdan faydalanarak, bölgedeki Sünnileri, bilhassa Zazaları, ayaklanmayı bastırmak için milis olarak kullanmıştı. Bumke, bundan yola çıkarak, 1925’te Alevi aşiretlerin bunun intikamını aldıkları yorumunu yapıyor.”(3)

Dersim’in coğrafi özellikleri nedeniyle, ekonomik durumu hiçbir zaman iyi olmamıştır! Bazı aşiretlerin çevre illere dönük zaman zaman yaptığı çaresiz küçük çaplı talan hareketlerini, Sunni halk üzerine baskı kurmak olarak yorumlayan yazar “çatışmayı” bunlarla açıklamaya çabalıyor. Ancak meselenin tarihsel arka planını kendisi de bildiğinden bu kez de 16.yüzyıla operasyon yapıyor. Yavuz Sultan Selim’le işbirliği yapan, Selim Şahnamesi için “Doğu ve Güneydoğu’yu, kırk bin Kızılbaşı katlettiklerini” şevkle anlatan İdris-i Bitlisi’yi aklıyor ve sorumlu olarak Mirlerle anlaşmayan Şah İsmaili gösteriyor. (4) Bitlisi’nin başka çaresi yoktu deniyor, böylece büyük Alevi kıyımı kısa yoldan aklanıyor!

Yazarın alıntı yapılan bu kitabına yandaş tarih dergisi “Derin Tarih”, 18.sayısında özel bir bölüm ayırmış. Derginin 18.sayısı “Yavuz Alevi katliamı yapmadı” manşetiyle çıkmış. Tezler de örtüştüğü için kitabın ilgili bölümlerini sayfalarına taşımış dergi.(5) Türk-İslam sentezci gericilerle bazı Kürt araştırmacıların ortaklaştığı bu temelsiz teze yanıt olarak Candan hocanın kısa süre önce soL’da yayınlanan yazısı okunabilir.(6)

Pragmatist siyasal yaklaşımlarla olaylar ele alındığında tarihsel ilişkiler ve inançsal çelişkiler birden bire yok olmuyor. Cumhuriyetin kuruluşunun kendileri adına olumlu sonuçlar yaratacağına inan Alevi Kürtlerin fiili olarak Şeyh Sait isyanına karşı çıkmasının arkasındaki gerçeği anlamak için şu önemli tespite bakalım:

“Güçlü bir İslam söylemi olan 1925 Şeyh Sait Kürt isyanına, bölgedeki Alevi aşiretler tarafından fiili olarak karşı çıkılması şaşırtıcı değildir. Bu Kürt milliyetçiliğinin Aleviler arasında hiçbir etki yaratamadığı değil, Sünni fanatizmi korkusunun herhangi bir Kürt milliyetçiliği duygusundan daha güçlü olduğu anlamına gelir”(7)

Gerçek şu ki, Aleviler Cumhuriyet’in ürettiği seküler değerleri önemsemiş, bu değerlerden özellikle laikliği “koruyucu” olarak görmüş ve sahiplenmiştir. Yüzyıllar boyunca yaşanan baskı ve iftira kültürünün Kürt milliyetçiliğinin doğuşuyla bir anda yok olmuş olmasının mümkün olmadığını anlamak için tarihçi olmaya gerek var mı?

1925’te ve öncesinde bölgede Alevilerle Sünniler arasında yaşanan kopuşları görmeden yazılan tarih -kibarca söylersek-inandırıcılıktan uzaktır. Şeyh Sait isyanın gerçekte öne çıkan dinsel karakterini bastırıp etnik karakterini parlattığınızda bugün bile varlığını sürdüren ayrışmaları açıklamış olmazsınız.

(1) “Alevi Kürtler” terimi Dersim’de yaşayanların Kürt olduğu iddiasını taşımaz. Bu konuda hem ulusal hem uluslararası ölçekte yapılan çalışmalarda, henüz genel bir eğilimin bile oluştuğunu söylemek güçtür.
(2)Dilşa Deniz,Yol/Re:Dersim İnanç Sembolizmi
(3 )Erdal Gezik, Alevi Kürtler, İletişim Yayınları,Sf.92
(4) Gezik, s.52
(5) Derin Tarih, s.85
(6) http://haber.sol.org.tr/yazarlar/candan-badem/yavuz-selim-alevi-katliami...
(7)Martin van Bruinessen, Kürdistan Üzerine Yazılar,İletişim Yayınları, sf.27