Küresel Ekonomik Durgunluğu Aşmanın Bir Yolu Da... (Özgür Atak)

Felaket tellallığı hoş bir şey değil fakat son beş yıldır sıklıkla dile getirdiğimiz değişim sinyali, artık kendini ciddi ciddi hissettirmeye başladı.

Kendilerine Küresel 7 diyen süper güçler artık karşılarında yok sayamayacakları rakipler buluyor. Başta ekonomik alanda, giderek siyaset ve şimdilerde de askeri arenada gücün ağırlık merkezi değişiyor. Hegemonya yarışında yeni aktörler doğuyor, bunlar kendi birliklerini kuruyor, kendi nüfuz alanlarını yaratıyor diye tespitlerde bulunuyorduk. Artık bir eşik aşılmış durumda.

Kimi iktisatçıların ve siyasi analistlerin artık bir kavram olarak kullandıkları BRIC Countries (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) gerek insan gücü gerekse de potansiyel birer pazar olma özellikleri nedeniyle kapitalizmin ve mevcut dünya siyasetinin boşluklarını doldurarak hegemonya yarışında öne çıkmış ve özellikle de batının başına bela olmaya başlamış durumdalar. Öyle ki G7’den çok artık G20 yi konuşuyoruz.

“Eşik”, G7 dışındaki ülkelerden Güney Kore, Avustralya, Suudi Arabistan gibi zaten batıyla “bütünleşmiş” ülkeler hariç diğerlerinin ve siyasi gerekçelerle bu toplantılara çağırılmayan İran, Venezuela gibilerin bundan yaklaşık 15 yıl öncesinden başlayan ekonomik hareketliliklerinin aldığı şekildir. Bu ekonomik hareketlilik zaman içinde bahsettiğim ülkelere doğal olarak siyasi bir ağırlık da kazandırdı. Fakat hem ekonomik gücün sınırları hem de askeri gücün yetersizlikleri nedeniyle bu ağırlık, devam etmekte olan ekonomik gelişmeye yetmiyordu. Bu yetersizlik, bir yanda küresel alış verişin tıkandığı noktalarda sıkışmamak için içe dönük ekonomik gelişmeye hız verirken bir yanda da kendi askeri endüstrilerini oluşturmakla aşılabilirdi.

Zaten bu ülkeler savunma harcamalarını sürekli arttırıyorlardı. Fakat Çin, Hindistan ve Brezilya başta olmak üzere birçok ülke kendi silahlarını ve askeri araçlarını üretmeye başladı. Bu durum temelde fiziki güç dengesinin eskiden olduğu gibi devam etmeyeceğini gösteriyor (bahsettiğim şey ABD’nin artık yenilebilecek olması değildir) ama daha önemlisi büyük bir harcama kalemi olan savunma giderlerinin artık bu yeni hegemonya adaylarının içlerinde ya da birbirleri arasında kalacak olmasıdır.

Üstelik işin boyutu, tabanca ya da tüfek yapmaktan ibaret değil. Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’nün (IISS) geçen yılsonunda yayınladığı Uluslar arası Askeri Denge, 2010 çalışmasında ayrıntıları görülebilir örneğin Hindistan Çin ve Brezilya kendi uçak gemilerini geliştirme arzusunda. İran füze teknolojileri konusunda büyük gelişme kaydetti. Hazar Deniz’i üzerindeki anlaşmazlıkları dikkate alarak deniz gücünü kuvvetlendiriyor. Asya’da ise durum Çin tarafından belirleniyor. Öyle ki Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’ne (SIPRI) göre 2010 yılında Hindistan askeri kapasitesini %60 arttırırken Çin geçtiğimiz on yılla kıyaslandığında 3 kat fazla askeri harcama yapmış. Ocak sonunda defensenews.com Çin’in bu alandaki harcamasını %12,7 oranında arttırarak 91.5 milyar dolara çıkardığını duyuruyor ve “Neler oluyor?” diye soruyordu.

Global Security isimli internet sitesinin yıllık olarak derlediği bilgilerden yararlanarak hazırladığım grafik ise her şeyi özetliyor:

Kuşkusuz ABD’nin askeri bütçesi kendinden sonraki beş ülkenin toplamından bile fazla ve hala büyük bir savaş makinesi olarak gücünü koruyor. Fakat bu grafikler diğer ülkelerin gelirlerinin ne kadar büyük bir kısmının askeri harcamalara ayrıldığının görülmesi açısından önemli.

Sonuç olarak durum hiç de iç açıcı değil. “Yeni bir dünya savaşı çıkacak ve bütün dünya yok olacak.” şeklinde bir şey söylemek doğru olmaz. Fakat resmin geneline bakıldığında çıkacak bölgesel çatışmaların bile ne denli yıkıcı olabileceği anlaşılıyor. Bir de bu çatışmalar daha büyük güçler arasındaki diğer gerilimleri arttırırsa yıkım daha da büyük olacaktır. Öte yandan biliyoruz ki, kapitalizm denilen basiretsiz sistem durgunluğu aşmak için ya büyük doğal afetlere ya da büyük savaşlara ihtiyaç duyar. Aman dikkat.

Özgür Atak