Kaan Bey’e Mektup: Sorular ve ‘Famous Blue Raincoat’ (Reşat Bilici)

Ne iyi etmişsiniz Kaan Bey, ne iyi etmişsiniz
Ne kadar çok severim Leonard Cohen’ı bir bilseniz
Öyle mutlu oldum ki adını görünce yazınızda, hatta
“I haven’t been this happy since the end of World War II.”

Haklısınız Kaan Bey, haklısınız
Yazıda dediğiniz gibi keşke Kohen Leonard olsaydı adınız
Mesela, ‘Marx Yahudi olmasaydı?’ yazınız
İngilizcem, Türkçeden çeviri yapacak kadar iyidir Kaan Bey
İşin bu kısmını halledebiliriz, ben gönüllüyüm hakeza
Geriye ufak bir sorun kalıyor, o da sizi Leo’nun akrabası yapmak
İşte orada duralım Kaan Bey, orada duralım
Metinleri çevirmeyi öğrensem de
Etnik kökenleri çevirmeyi bir türlü öğrenemedim
Beni affedin
Yine de elinize sağlık Kaan Bey, elinize sağlık
Sincerely, L. Cohen.

***
Geçenlerde, ofiste ‘Waiting for the Miracle’ adlı muhteşem şarkıyı dinlerken, meslektaşlarımdan biri çıkıp, şarkıyı söyleyen malum şahıs hakkında pek fazla bilgiye sahip olmasa da, “bu adam jewish” dedi ve devam etti “sesinden belli, ismi de bunu gösteriyor zaten”. Şaşırmıştım, bir insanın etnik kökeni isminden anlaşılabilse de sesinden nasıl anlaşılır acaba diye düşünmüştüm. Pek de önemsememiştim.

Son yazınızı bir arkadaşımın aracılığı ile okudum. Doğrusu, işyerindeyken pek fazla yazı okuyamıyorum. Yazınızı okumamı salık veren arkadaşım, yazıya dair eleştirilerde bulunacaktı ki “dur” dedim. Evvela ben de okuyayım, bakarız sonrasına…

Şunu baştan söylemem gerekiyor. Deyim yerindeyse, ortaya attığınız “ana hipotez”i çevreleyen yan tezlerle dolu yazınız içsel çelişkilerle dolu. Düşüncelerimi daha açık ve anlaşılır bir şekilde açıklamak için maddeler halinde bir sıralama yapacağım müsaadenizle:

1) Her azınlık gibi, binlerce yıldır aşağılanan, dışlanan, ezilen bir “dünya azınlığı” olan Yahudi kitlesine mensup bireylerin, diğer insanlara göre kendi aralarında yüksek oranda bir dayanışma sergilediklerini söylüyorsunuz. Güzel, devam ediyorsunuz, önermenizi desteklemek için Kuhn’a başvuruyorsunuz ortaya atılan paradigmaların kabulünde, ortaya atanların “milliyeti bile” “önemli rol” oynuyorlar. Ardından da peşin bir hükme varıyorsunuz. Yazılarınızı, kitaplarınızı kendi isminizle değil de “Kohen Leonard” adıyla yazsaydınız, on misli ilgi göreceğinizi iddia ediyorsunuz. Peki, İbranilik savlarına abuk sabuk damgası vurmadan soruyorum. Her ne kadar kastettiğiniz, sahip olduğu nitelikten bağımsız olarak bir eserin (kitap, yazı, beste, roman vs.) Yahudi bir ‘author’ (yazar, besteci, romancı vs.) adı ile yabancı dillere, özellikle de İngilizceye çevrildiğinde, söz konusu eserin Batı entelijansiyasında uyandıracağı büyük etki ise de aynı mantıkla şunları söyleyebilir miyiz? Örneğin, ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, solcu-Marksist bir yazar olsaydım? Çeşitli kitaplarım, şiirlerim, romanlarım vs. olsaydı, üstelik Yahudi kökenli biri olarak, adım da şöyle en afilisinden ‘Mate Cudzynowski’ olsun mesela bir de İngilizce başta olmak üzere, çeşitli dillerde basılsaydı ürettiklerim, ben sizden daha “ünlü” ve daha “kabul gören” biri mi olurdum? Bu soruya, “evet” der gibi bir haliniz var doğrusu. Kim bilir, belki de öyle olurdu. Varsayımdan devam edersek, “abuk sabuk” şeyler yazan biri de olsam, sırf Yahudi kökenli bir yazar olduğum için, yazdıklarımın niteliğinden bağımsız olarak öne çıkardım belki, olamaz mı? Olabilir. Bu konuda samimiyim gerçekten. Etyen Mahçupyan ne kadar “değerli” ise Türkiye ve dünya Marksizmi için, ‘Cudzynowski’ de o kadar değerli olurdu. Bunun gibi tekil örnekler veya varsayımlar uzatılabilir. Batıda veya Türkiye'de birileri çıkıp, bu tür örneklere büyük değerler atfedebilirler gerçekten de. Ancak çubuğu Marx ve Engels'e bükersek, olmaz. İşler karışır o zaman. Batılı “entelektüeller”i unutun bir anlık dünya işçi sınıfı hareketi, komünist ve işçi partileri gücenmez mi, ‘Engels Yahudi olmadığı için Marx’ın yerinde değildi, aksi takdirde, gör bak nasıl değişirdi işler’ yollu şeyler söylersek?

2) “Şu bir tesadüf müdür: Marksistler arasında genelde Marx deha, Engels ise ona yetişmeye çalışan Dr. Watson olarak görülür ve gösterilir.” Bunu bir soru olarak kabul ediyorum, naçizane cevabım şudur: Her ne kadar genç biri olsam da, on yıldan fazla bir süredir yerli yabancı her gelenek ve fraksiyondan kişilerle yaptığım sohbetlerde ya da yürüttüğüm tartışmalarda, Engels’in, Marx’ın dehasının gölgesinde kalan, ona yetişmeye çalışan biri olduğunu söyleyen hiç kimse görmedim veya hiçbir zaman böyle bir izlenim edinmedim. “… Marksistler arasında… görülür ve gösterilir.” diyorsunuz. Kimdir bu Marksistler, nerededirler, ne zaman, ne şekilde böyle düşünüp, böyle görmüşler? Evet, doğrudur, Engels pozitif bilimlerde oldukça iyiydi, ancak Engels de bir Marksist idi. Birlikte kurdukları Marksizm okulunda, aralarında doğal bir işbölümünün ortaya çıkmış olması, birinin belli bir alana diğerinden daha yatkın olması anlamına mı gelmektedir? Öyle bir yatkınlık olsa bile, bu artı, diğerinin artısı olmadığını veya eksisi olduğunu mu göstermektedir? Marx ve Engels’i bir teraziye mi koyacağız? Veyahut matematik işlemi yapıyoruz da artılar eksileri mi götürüyor? Engels’e hak ettiğinden daha az değer biçildiğini düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz demektir. Hiçbir devrimci Marksist böyle bir “haksızlık” yapmıyor, komünistler kadirşinas insanlardır. Aksini yapan varsa, yaptığı şey sorunludur ki böyle bir şey yapılıyorsa bile, bu size “Marksistler arasında” diye genelleme yapma hakkı vermez. Etnik kökenleri, sınıfsal kökenleri farklı olan bu iki büyük insanın yepyeni bir gelecek programı kurarken, kaba tabirle kuracakları programın adının ne olacağı, kimin Yahudi olacağına mı bağlıydı? Yahudi olan Engels olsaydı, bu okulun adı Engelsizm mi olacaktı? Zavallı Engels, keşke annesini ve babasını seçebilme şansına sahip olsaydı… Şunu eklemeden geçemeyiz: Söz konusu program Engelsizm adını alsaydı, ne siz ne de biz (bütün Marksistler) gocunurduk bundan. Buna dair bir tartışma dahi yokken ortada, 'Marx Yahudi olmasaydı' diye bir soru atıyorsunuz. Diyelim ki Yahudi olan Engels olsaydı, Engels deha, Marx ise ona yetişmeye çalışan Dr. Watson olarak görülür ve gösterilir miydi? Söylediklerinizden bu anlam çıkıyor. Marx'ın büyüklüğünü teslim ediyorsunuz. Ancak Yahudilerin dünya üzerinde hemen her alanda önde oldukları önermesini (bunun doğru veya yanlışlığından bahsetmiyorum ki bu ayrı bir tartışma başlığıdır) yaparken nicelik ve niteliği birbirine karıştırıyorsunuz, daha doğrusu ister istemez niteliksel özellikleri gözden kaçırıyorsunuz. Marx, Yahudi olduğu için değil, yepyeni bir çığırın açılmasına öncülük ettiği için Marx oldu. Daha önce kimsenin o netlikte söylemediği şeyleri söylediği ve yazdığı için Marx oldu. Engels de bu yeni devrimci felsefe, teori, ideoloji, politika vs. bütünün kurulmasında başrollerden birini oynadı ve katkısını fazlasıyla yapmış bulundu. Sanırım, açıklayıcı oldum.

3) “Pırıl pırıl bir devrimci teorik deha Cristopher Caudwell neden unutturuldu da, Benjamin hala bu kadar çok ilgi kuruyor?” diye soruyorsunuz. Kim unutturdu, nasıl unutturdu? Dünya soluna hâkim bir Yahudi lobisi var da onlar mı unutturdu? Engels Yahudi olmadığı için Marx’ın gerisinde kalıyorsa, Troçki niye tasfiye edildi de “dağlı Gürcü” Stalin geçti ülkenin ve partinin başına? Niyetim, kimin öne geçtiği veya kimin iktidarda olduğu değil ya da gizli bir gücün birilerini indirip birilerini yükselttiği de değil Batılı entelektüellerin kime daha çok değer verdiğini göstermek ve burada Yahudi kökenlilere özel bir kota hakkı tanındığını vurgulamak istiyorum dediğinizi duyar gibiyim. O Batılı entelijansiyanın, “kaba pratisyen” Lenin karşısında “Marksizmin süper çocuğu Troçki”yi yeğ tutması, Lenin’in Yahudi olmayışından mıdır yoksa eşi görülmemiş bir muazzam teorik-programatik hat doğrultusunda iktidarın alınmasına öncülük eden, o bir türlü pek sevemedikleri praksisin mimarı olmasından mıdır? Sovyetlere karşı tutumları ortada olan Avro-Komünistler vb. Troçki’yi Yahudi olduğundan mı sevdiler sadece? Devam ediyorum, inanılmaz tespitler yapıyorsunuz gerçekten. “Mao’nun felsefeye ve siyasete ciddi katkıları sırf etnik kimliğinden ötürü küçümsenmemiş midir?” diyorsunuz, daha doğrusu bir retorik atıyorsunuz ortaya. Bildiğim kadarıyla yeryüzünde milyonlarca okuyucusu var Mao’nun. ABD’de yayımlanan ünlü ‘Monthly Review’ dergisinde bile görüşlerine değer verilmektedir, hatta görüşlerine dayanılarak yazılar yazılmaktadır. Unutmadan, kapitalimin en büyük metropollerinden ABD’de Bob Avakian’ın başkanlığını yaptığı Maocu bir parti de var: Devrimci Komünist Partisi.

4) Althusser ve Gramsci karşılaştırması üzerine Gramsci’yi tercih etmişsiniz. Güzel, “ama çoğunluk öyle demiyor” diyorsunuz. Çoğunluktan kastınız nedir, kim onlar? O çoğunluğun içindekiler tarafından, onlarca yıldır sol liberalizme teşne edilmeye çalışılmadı mı Gramsci? Devlet, sivil toplum, altyapı-üstyapı ilişkileri, hegemonya, aydın üzerine tezlerinin üzerine atlamadı mı sivil toplumcular? Gramsci’nin değerinden bir şey kaybettirmese de, bunlar tarihin ve bugünün gerçekleridirler.

Özetle, Sabetayizm ve soy sop tartışmalarında çubuğu tersine bükmenin sakıncalarından bahsediyorsunuz. Amacınızın Yalçın Küçük eleştirisi yapmak olmadığını ekliyorsunuz, ancak Engels, Yahudi olmadığı için Marx’ın yerini alamadı, ya da onun peşinde koştu anlamı çıkarılabilecek şeyler söylüyorsunuz. “Başarı üstüne bir ansiklopedi yazılacaksa, yirmi cildi başarıya götüren kişilik etmenleri üstüne olmalıdır. Etnik köken etmenleri burada tek ciltlik yer tutar.” Bunları siz söylüyorsunuz, çok da güzel söylüyorsunuz. Ancak bunları söylerken Marx’ı, hele ki Engels ile kıyaslayıp, “Yahudi düşünürler neden daha kolay popülerleşiyor” derseniz, bahsettiğiniz o çubuğu siz de tersine bükmüş olursunuz. Madem popülerleşme olgusundan bahsettik. Bir örnek de ben vermek istiyorum. Şu an Real Madrid futbol kulübünün teknik direktörlüğünü yapmakta olan Jose Mourinho'ya bakalım. Pek çok insan tarafından hoş karşılanmayan karakteri bir yana, Portekizli futbol adamının kariyeri başarılarla dolu. Bu, onu 'ultra-popüler' yapmaya yeter de artar bile. Bildiğim kadarı ile Yahudi kökenli değil, yine de bir araştırma yapılabilir. Mourinho’yu diğerlerinden ayıran şey, futbolculuktan ve/veya futbolun içinden gelmemesine rağmen sahip olduğu başarılardır. Futbolculuk geçmişinin olmadığına dair eleştiriler yapıldığı hatırlatılınca şöyle cevap veriyor Mourinho: “…Teknik direktör olmak için önce futbolcu olmak gerektiğini söylüyorlar. Peki, jokey olmak için de önce at mı olmak gerekiyor?...” Bu örnekten yola çıkarsak, nasıl Marx olmak için önce Yahudi olmak gerekmiyorsa, Engels olmak için de önce Yahudi olmamak gerekmiyor. Ne Engels'in Marx olması gerekiyor ne de Marx'ın Engels olması...

Yazımı bitirirken bir fıkra geldi aklıma. Bir gün Engels eve geldiğinde, evde Marx’ın meşhur mavi yağmurluğunu görünce çok şaşırmış ve duruma bir anlam verememiş. Kısa bir süre sonra, ne olup bittiğini anlayınca, keşke Yahudi olarak doğsaymışım, şimdi o meşhur mavi yağmurluğu ben giyerdim diye düşünerek, Marx’a göndermek üzere şöyle bir şeyler karalamış:

It’s four in the morning, the end of December
I’m writing you now just to see if you’re better
New York is cold, but I like where I’m living
There’s music on Clinton Street all through the evening.
Sincerely, F. Engels