"İşçiyi öldürün, sektörü öldürmeyin" diyenlere cevabımız "Hayır" (Ecem Elma)

Son zamanlarda artık insanın çıldırmaması elde değil. Bu durumda ne yapacağımızı düşünmeye başladıktan sonra nedense (!) kendimizi çaresiz addetmemiz, işte bu en vahimi sanırım.

Neden?

Çünkü artık konuşmak, seslenmek, itiraz etmek, doğruyu haykırmak çok abes ama tepkisizlik, duyarsızlık çok normalleşti. Eğer bu yazılanlar da kulağınıza sıradan gelmeye başladıysa, bize eyvahlar olsun.

Hani diyoruz ya “felaketin eşiğinde Türkiye” diye, sanki o eşik atlanmış da, görmezden gelmeye çalışıyormuşuz gibi bir halimiz var. Derler ya “aman sakın 'Olmaz, olmaz' deme.” Doğru demişler çünkü görüyoruz ki Türkiye siyasetinde olmaz dediğimiz şeyler bir bir, yavaştan yavaştan gerçekleşiyor. Diyoruz ya, korkularımız bile “sıradanlaşıyor” diye.

Alıştırılıyoruz ey insanlar, uyanın!

Bu girişin sebebi neydi peki? Aslında yeni anayasa taslağı ve referandum hakkında yazma niyetlisiyken -çünkü iktidar aceleci vakit bizim için az yazmalı, çizmeli, anlatmalıyız süratle-, yazmaya başlamadan önce okuduğum haber bunları düşürdü sayfama.

O haber soL'da “İşçiyi öldürelim, sektörü öldürmeyelim” başlığı ile yayınlandı. Haber özetle şöyle: Yine Tuzla tersanesinde bir işçi hayatını kaybediyor ve birkaç gün sonra devlet bakanı Zafer Çağlayan tersaneye geliyor, geliş nedeni arasında tabi ki işçi ile ilgili bir gündem yok, tek ziyaret sebepleri olan açılış yapmak. Ama aslında orada öyle bir gafa sebep oluyor ki, yenilir yutulur cinsten değil. Bakanın "provokasyonlara gelmeyin, sektörü öldürmeyin" demesi, işte girişte dediğim "insanın artık çıldırmaması mümkün değil" ifadesinin taşma noktasıydı. Hani yandaş basın kullanmayı çok sever ya “insanın kanını donduracak cinsten” diye, işte aynen öyle bu satırları okumak, ama gel gör her şeyi abartmayı seven bu basın abartmak bir yana haberin hakkını verecek şekilde gündeme dahi getirmiyor.

Şimdi diyeceksiniz bu yazıyı referanduma, anayasaya nasıl bağlıycaksın diye. Ben de diyorum ki bu adamlara işte bu zamanda “HAYIR” demeli, işte bu yaşananlar üzerine “HAYIR” demeli, gün geçmiyor ki bir işçinin daha hayatını kaybetmesini görmezden gelen bu bakanlara en güzel cevabı, bize dayatmaya çalışılan kendi keyfilikleri ile hazırlanan insanları oyuna getirmeye çalıştırılan referandumda ” şartsız, koşulsuz, net bir HAYIR” diyelim.

Halk iradesini en güçlü bir şekilde ancak 12 Eylül'de gösterebilir.

12 Eylül’cülere de, 12 Eylül veliahtlarına da cevabını ancak “net, koşulsuz, şartsız HAYIR “ diyerek verebilir.

Peki, neden “HAYIR”?

İlk başta bu paketin mecliste bulunan sadece iktidar partisi tarafından hazırlanması diğer görüşlerin düşüncelerine, taleplerine kapıyı kapamıştır. Onlar için “diğerleri” görmezden gelinmiştir.

Ayrıca yapılan anayasa değişikleri için hiçbirinin gerekçesi belirtilmemiştir ki bu hukuk tanımazlıklarının göstergesidir.

Değişiklik ana başlıklarıyla hak ve özgürlükler, siyasi partiler ve erkler (gözle görülür bir şekilde “yargı”) alanlarında gerçekleşmiştir.

İlk dikkati çeken, doğrusu en kolay göz boyayan değişiklik “memurlara toplu sözleşme hakkı” verilmesidir. Bunu duyan herkesin gözü parlıyor ama bu maddenin aslında acele edilen referandumda telaşın nedeni anlaşılmasın diye konmuş olduğunu anlamak esas mesele. Tabi ki buraya hemen “uzlaştırma kurulu” şartını da eklemeyi unutmamışlardır. Acaba uzlaştırma kurulu nedir biliyor muyuz, bu hakkın ancak bu kurulun isteğiyle kullanabileceğimizi peki ve uzlaştırma kurulunun son kararı verecek olduğunu?

Peki ya siyasi partilerin kapatılması değişikliği. Eskiden savcının talebi üzerine açılan kapatma davası artık TBMM’ nin onayı doğrultusunda açılabilecek. Buradan da keyfilikten başka bir sonuç çıkaramıyoruz, anlayacağınız meclis istediği partiyi kapattıracak istemediğine bu izni vermeyecek ve biz de buna demokrasi diyeceğiz.

Erkler konusunda yapılan değişikliklerden de bahsedersek burada yasama ve yürütmenin zırh gibi korunması, ama yargı erkinin tamamen kılıf değiştirmesi ve iktidarda hangi parti varsa onun yargısı olacağı durumunu görmekteyiz. Değiştirilen anayasa mahkemesinin yapısı ve HSYK’ nın yapısı artık göreve getirme, atama değişiklikleriyle bu kurumları yürütme organının yani cumhurbaşkanı ve hükümetin gözetiminde bir yapılanma ve işleyiş beklemekte yani “belirleyici” bir yürütme organının varlığından bahsetmekteyiz. Bir yandan yargıyı bağımsızlaştırdık demekte bir yandan da siyasi partiler üzerinde yargı denetimini sınırlandırmaktadırlar. Yani burada bize aslında kendilerinin tek yönlü ve bencil bir demokrasi algısına sahip olduklarını anlamamız gerekmekte, eğer böyle olmasalardı

Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını da isterlerdi.

Seçim barajını kaldırmaktan çekinmezlerdi.

İşçiye, memura grev haklarını korkmadan verirlerdi.

Parasız eğitim ve parasız sağlık güvencesini sağlardı.

Özelleştirmelerin önünü açacaklarına oradaki sendikasız işçinin hakkını düşünürlerdi.

Ekmek kavgası derdiyle can veren insanlarının ardından kader naraları atacağına yapacak çözümleri olurdu.

Kendi ülkesinde sınav sonucunu bile hata olmadan öğrenemeyen gençleri varken kendi çocuklarını yurtdışında okutmazlardı.

Gerçekten faşizme karşı olsalardı YÖK’ e de karşı olurlardı.

Yargıdan korkmaz, savcısını bu sebeple görevden almazlardı. Eğer böyle olmasalardı…

O zaman bu dönemde üzerimize çok iş düşüyor, referandumda neden “HAYIR” dememiz gerektiğini anlatmaktan başka çaremiz yok. Çünkü bu oyunun başkahramanları timsah gözyaşlarıyla mazlum politikasını yapmaya başladılar bile. Onların maskelerini, insanlara indirtmenin vaktidir. 12 Eylül’de çok şey anlatacak, çok büyük dersler verecek bir “HAYIR” ın vaktidir.

Ecem Elma