İkinci Cumhuriyet'in Hariciye Nazırı: Ahmet Davutoğlu (Erdem Ayçiçek)

Ahmet Davutoğlu, kitabı gibi (Stratejik Derinlik) kendisi de ısmarlama üzerine Dışişleri Bakanlığı’na gelmiş birisidir. Ismarlamadır çünkü kendisini danışmanlıktan bakanlığa taşıyan süreç, aynı zamanda Stratejik Derinlik tezinin bestseller olarak raflara taşındığı süreçtir. Teziyle kendisinin atladığı bu kariyer basamağı, sonunda “ısmarlama” mantığına uygun bir şekilde ambalajlanmıştır: Ahmet Davutoğlu, Türkiye’nin “nereden nereye geldiğini görebilecek” tarihi perspektif sahibi insanların ilk örneği olarak ortaya konulmuş ve piyasada can alıcı yerini almıştır. İktidar odaklı medyanın dilinden söylersek, “dünyada (ay) yıldızı parlayan yükselen güç Türkiye’ye yaraşan bir dışişleri bakanıdır” kendisi. Bir diğer ifadeyle Ahmet Davutoğlu’nun bu ‘başarı öyküsü’, aynı zamanda Türkiye’nin kurgu ürünü ‘başarı öyküsü’ne giydirilmeye çalışılmıştır. Böylece özgeçmişi gayet dolu insanlarla yeni bir özgeçmiş hazırlayan Türkiye resmi çizilmiştir.

Kitabının ilk basım tarihi 2001 olmasına rağmen, sanki uluslararası ilişkiler gerçekleri hiç değişmemiş ve hatta kitabın çizdiği doğrultuda lineer bir şekilde ilerlemiş gibi, kitabı yeniden ve bu sefer ciltli basımlarıyla raflarda yerini almıştır. Normalde hayatın gerçekleri kitabın önüne geçerken, Davutoğlu söz konusu olduğunda sanki onun kitabı, hayatın gerçeklerini tayin ve tanzim etmiştir. Kendi çevresinde “klasik” olarak görülen eseri, akademi camiasında kendisini takip eden çalışmalara vesile olmuştur. Pek çoğunun (pseudo-scientific) sözde bilimsel nitelik taşıması ise şüphe uyandırıcıdır. Çünkü metinlerin hemen hepsi, Osmanlı anlatılarıyla içi geçen sağ güruhun, çevre ülke konumuna düşmüş bu ülkenin küresel aktör olma hevesini taşımaktadır. Ancak içerisine kapıldıkları imparatorluk ihtirası, -yüksek ünvanlarına rağmen- gerçekçi olmayan idealist metinlere yol açmaktadır. Bir bakıma 1990’ların başından itibaren sürekli tekrarlanarak artık demode olan dış politik değerlendirmeler, onun referansıyla moda ikonu olarak yeniden üretilmeye başlanmıştır.

Ahmet Davutoğlu Muhafazakar-mukaddesatçı “bizden biri” algısına pay veren bir bakan olması açısından da önem taşır. Ancak şu da bir gerçektir: iç politikada gayet başarılı bir imaj olan “bizden biri” algısı, dış politikada Amerikan emperyalizmine (her zaman olduğu gibi) fayda sağlamaktadır. Ve Amerikan emperyalizmine fayda sağlaması da bu türden “bizden, içimizden birisi” dekoruyla gözlerden uzak tutulmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren ABD’yle benzer dil kullanmaya dikkat eden Türkiye, bu sefer Ahmet Davutoğlu sayesinde/yüzünden ABD’yle aynı dili kullanmaya başlamıştır.

Ahmet Davutoğlu bir yandan da “sıfır sorun” konseptinin teorisyeni olarak sunulmuştur. Kendisi aslında Kemalizmin “dahili ve harici mihraklar” kavramına sıkıştırdığı politikaya karşı eleştirel bir jeopolitik kurgulamıştır. Ancak kurgunun hakikate dönüşememesi de bir esas olmuştur. Dört bir tarafı düşmanla çevrili bir ülkeden, dört bir tarafı dostla dolu bir ülke şiarı Ahmet Davutoğlu’nun tezinin ana temasını oluşturmuştur. Ancak dün “sıfır sorun” diye pazarlanan politikaların bugün “sırf” soruna erdiği noktada, hakikat parıldamıştır.

Ahmet Davutoğlu nihayetinde AKP iktidarının dış işleri bakanıdır. Bir diğer ifadeyle, her seçim sonrasında “kucaklamaktan” bahsedip, ötekileştirmede ve ötekini hiçleştirmede üstüne olmayan bir partinin bakanıdır. AKP’nin herkese marjinal etiketi yapıştırma politikasına paralel, Ahmet Davutoğlu da Kemalizmin dış politikasını bir anomali olarak ötelemiştir. Ötelemiştir çünkü Ahmet Davutoğlu için 1923 yılı, bu ülkenin sahte benlik (false-self) içerisine girdiği bir yıldır. Buna paralel olarak 1923 rejimi “damarlarındaki asil kanda imparatorluğun kudretli ahkamı”nı sergileyemeyen bir dış politika vizyonunu simgelemektedir. Bu bağlamda istenen, 1923 yılı sapağından 1453’lerin denkliğine ulaşmaktır. Başbakan Erdoğan’ın Osmanlı bakiyesi başkentleri selamlaması ve Ahmet Davutoğlu’nun bu başkentler arasında mekik dokuması bu denkliğe ulaşma istencine örnek oluşturmaktadır. Aslında bir istencin ötesinde Ahmet Davutoğlu, Ortadoğu’yla dini, Kafkaslar’la gerek etnik gerekse de dini, Balkanlar’la da tarihsel bağları ülke siyasetinin temel normları haline getirme peşindedir. Peki nasıl? İşte bu noktada maziden gelen kültürel birikim ve ahlaki formasyonun yol göstericiliğine sığınmaktadır. Sadece kültürel birikimle bir ülkenin edilgenlikten etkenliğe, sıradanlıktan sıra-dışılığa, herhangi bir ülkeden saygıyla anılan “bir” ülkeye nasıl taşınacağı ise tartışma dışı bırakılmaktadır.

Her ne kadar iyi ambalajlanarak kolay pazarlanmış politikalar olursa olsun, iktidar nihai politik dilini kullandığında, her şey kendisini doğrudan dışavurur. Nasıl AKP iktidarı, herkese “marjinal” etiketi yapıştırdığında, aslında kendisini toplum-üstü ve marjinal kılıyorsa, Ahmet Davutoğlu da alternatif dış politik söylemleri dışladığı ölçüde, aslında kendisi marjinalleşmektedir.