İhsan Eliaçık, yeryüzü sofraları ve Gezi: Bir muhasebe (Burak İyiekici)

Genel bir tarih okuması yaptığımızda, toplumsal kalkışmaların ve buradan türeyen kırılma anlarının, hesaplanabilir ve önceden öngörülebilir nitelikte olmadığı anlaşılabilir. Daha açık ifadelerle, toplumsal kabarmanın gerçekleşeceği net bir tarih saptamak, mümkün değildir. Bu, her şeyden önce suyun kaynaması için gerekli ısıyı ortaya koyabilen fen bilimleriyle, sosyal bilimlerin temel farklarından biridir. Ancak bu, halk hareketlerinin, hiçbir semptom göstermeden, metafizik anlamda mucizevi biçimde açığa çıktığı anlamını doğurmaz. Türkiye toplumunda öfke ve asabiyetin biriktiği ve bu öfkenin kısmen dışarı atıldığı birtakım eylemler kendini zaten göstermiştir internet sansürü, kürtaj yasağı, Başbakan'ın ODTÜ ziyareti, resmi bayramların sokaklardan stadyumlara taşınması gibi iktidar pratiklerine karşı kitlesel eylemler düzenlenmiş, her defasında halk, kendisini barikatın önünde bulmuştur. Dolayısıyla, "Türkiye İkinci Cumhuriyet'e sığmaz" saptaması, nesnel verilere dayanan ancak bu "sığmazlığın" ve patlamanın ne zaman gerçekleşeceğine dair -doğal olarak- tarih veremeyen ucu açık ve Gezi eylemleriyle doğrulanmış isabetli bir tespittir.

Bu açılardan Gezi eylemleri, AKP iktidarının 11 yıldır neoliberal/piyasacı, siyasal islamcı ve dışarıda Amerikancı politikalarına karşı, suskun görünen kesimlerin, bu pratikleri kusması anlamına gelmektedir. Görülmüştür ki, susmak, geçici bir onayı içinde barındırsa da, bu, uygun koşullar oluştuğunda hesabının sorulamayacağı anlamına gelmemektedir. Bu haliyle mesele "3-5 ağaç" değildir, ağaç sadece bir kıvılcımdır. Tıpkı, 1. Dünya Savaşı'nın çıkmasının sebebi Avusturya prensinin öldürülmesi ya da 21 Şubat 2001 ekonomik krizinin nedeni Anayasa kitapçığının Ecevit'e fırlatılması olmaması gibi. Kırılma anları, beklemede ve birikmekte olan huzursuzluğun veya kırılganlığın, onun açığa çıkmasını sağlayacak sembolik fitilin ateşlenmesiyle gerçekleşir.

Yukarıdaki paragrafta telaffuz edilen, AKP'nin siyasal islamcı pratikleri, İhsan Eliaçık'ın son dönemde artar görünen etkisiyle beraber düşünülmelidir. Her şeyden önce, AKP'nin siyasal islamcı uygulamaları, siyasal pozisyonu ne olursa olsun, bütün islamcı hareketler açısından eşitsiz ancak bileşik bir gelişme yaratmaktadır. Bu hem teorik hem pratik bir gerçektir. Örnek olarak, dolaylı da olsa ABD, AB, İsrail, uluslararası sermaye ve cemaat desteğiyle kaldırılan türban yasağından, tüm islamcı gruplar beslenmiştir. Çelişki ise çok açıktır, bir yandan ABD ve İsrail karşıtı pozisyon benimseyip, diğer yandan O'nun desteğiyle yapılan bir düzenlemeye destek vermek en hafif ifadesiyle tutarsızlıktır. Diğer yandan, bir siyasal söylem olarak islamcı retoriğin etki alanı genişledikçe, bu söyleme katılsın ya da katılmasın tüm islamcı öznelerin sözlerini söyleyebilecekleri zemin genişlemektedir. AKP, islamcı niteliğiyle tüm toplumsal çeperi sarmaladıkça, AKP karşıtı dinci söylem de eleştirel biçimde de olsa bu çeperin içerisinden konuşmakta, istemeksizin ona dâhil olmaktadır.

Fotoğrafa bütüncül biçimde baktığımızda, Eliaçık'ın ve öncülük ettiği grupların aslında son derece farkında olduklarına inandığım ancak politik hedefleri doğrultusunda manipüle ettiklerini düşündüğüm bir husus bulunmaktadır. Halk, diğer gerekçeler bir yana, sadece AKP'nin uyumlu islamcı din yorumundan rahatsız olduğu için sokaklara dökülmemiştir. Halk herhangi bir şekilde, dinsel referansların kamusal hayata egemen olmasına karşı çıkmaktadır. Ancak Eliaçık'ın ve bağlı bulunduğu grupların burada bir manipülasyonu söz konusu olmuştur. Buna göre toplum, sınıflar arası eşitsizliği yeniden üreten bir dinsel yorumun kamusallaşmasına karşı çıkmakta gibi sunulmaktadır. Burada kritik bir nokta bulunmaktadır, günlük/özel yaşamda zenginlik ve lüksle çevrelenmiş yaşam tarzını kutsayan dinsel yorumun yerine, eşitlikçi ve sınıfsal ayrımları karşısına alan bir din elbette tercih edilebilir. Ama içeriği ne olursa olsun -ister özgürlükçü ister değil- herhangi bir dinsel yorumun kamusal hayatın örgütlenmesinde bir referans noktası olması yanlıştır. Tabi "yanlış" olarak adlandırmamızı koşullayan zemin, ideolijimizdir. Seküler, ilerici ve modernizmi reddetmeyi değil aşmayı hedefleyen bir ideolojidir bu.

Eliaçık ve hareketi, tipik bir siyasal islamcı refleksle, halk kalkışmasını kendi hesabına evriltmek niyetindedir. Üstelik çokça iddia ettikleri gibi bunu çoğulculuk içerisinde, biraradalıkla değil, tersine homojenleştirerek yapma niyetindedirler. Bu iddialı bir yorum gibi görünebilir, bu yüzden örneklemeye ve somutlamaya muhtaç bir önermedir.
Bilindiği üzere, yeryüzü sofralarının birinde bir genç, elinde bira şişesiyle objektiflere "yakalanmıştı". Bu görüntüyü kullanan güdümlü medya, Eliaçık'a ve Gezi eylemlerine saldırmak için bir fırsat yakaladıklarını sandılar ve yüklenmeye başladılar. Eleştiriler, ağırlıklı olarak "onların", "bizim" içimizdeki adamıymış gibi Eliaçık'a yöneldi. Gelen eleştirilere Eliaçık'ın verdiği yanıt ise, en az güdümlü medyanın niyeti kadar sorgulanmaya muhtaçtı. Eliaçık, bira içen gencin yer aldığı iftar sofrası hakkında Twitter'da şunu yazdı: "Ey kafayı 10binlerce kişinin içinde bir kişinin birasına takanlar! Biz iftar sofrasına getirebildik, siz de birasından vazgeçirin!" (12 Temmuz 2013). Bu cümleden çıkabilecek sonuçlara geçelim

1) Eliaçık, dinci tayfayla görev bölüşümüne gitmiş gibidir. İçki içenler hakkında "ben x'i başardım, siz de y'yi yapın" türünden bir mantık bunu doğrulamaktadır.

2) Eliaçık'ın bu sözü, sofraya neden oturduğuna dair kuşkular doğurmaktadır. Öyle ki, Eliaçık ekranlarda "hep beraberiz, farklılığımızla biraradayız" dese de, bu mesajdan anlaşılan sofrayı sadece paylaşmak değil, karşısındaki genci dönüştürme isteğidir. Bira içen gençlerin "olduğu gibi" sofraya gelmesine itirazı yoktur. Ama Eliaçık, gencin o sofradan "ne olarak" kalktığını önemsemektedir. "Olduğu gibi gelsin ama benim gibi kalksın" demektedir.

3) Eliaçık'ın burada kullandığı dil de, sofrayı sahiplenmesi açısından dikkat çekicidir. "Biz getirdik" deyimi ne demektir? Sıkça halkın sofrası denilen bu buluşmalar, Eliaçık'ın mı mülkiyetindir?

4) Tersten düşünecek olursak, elinde bira olan genç çıkıp, sofradaki bir müslüman için "ben içkili sofraya oturttum, siz de dininden vazgeçirin" dese nasıl bir linçe maruz kalacağını düşünebiliyor musunuz? Kim ne derse desin, her iki tavır da yanlıştır. Ama diğeri bir örnek olduğunu göre, bu ayıbın esas sahibi Eliaçık'tır.

5) Eliaçık, sokakta bira içmek suçmuş gibi gösteren güdümlü medyayla biranın yanlışlığı noktasında hemfikirdir. Mealen "yanlışlığını kabul ediyorum" demiş olmakta ve söz konusu medyayla o genci baş başa bırakarak istemeden de olsa hedef göstermektedir. Özgürlükçü olduğunu iddia eden birinin vermesi gereken cevap, kamusal mekânlarda nerede bira içilip içilemeyeceğine kimsenin karar veremeyeceğidir.

Eliaçık'ın sahip olduğu yapısal sınırlar ve yanlışlar, ne üzücüdür ki kendi çevresiyle sınırlı kalmamaktadır. KESK'in 19 Temmuz'da Kuğulu Park'ta gerçekleştirdiği bir forumda, konuşmacı olarak Eliaçık'ı davet etmesi dikkat çekicidir. Üstelik BirGün gazetesi yazarı Doğan Tılıç'ın da konuşmasının içeriği düşünülürse, absürtlük derecesi daha da artmaktadır. Tılıç'ın konuşmasının belkemiği "bunlar nasıl müslüman, müslüman insan x'i yapar mı" minvalinde gelişmiş ve bu analizler dışında hiçbir şey söylememiştir. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Eliaçık'ın konuşması sadece dinden değil çok daha farklı noktalardan beslenmekteydi. Ethem'in abisi Mustafa Sarısülük ve İlhan Cihaner olmasa, dışarıdan gelen bir katılımcı, paneli sınıf mücadelesinin ekonomik aracı olduğu iddiasındaki KESK'in değil de, AKP'nin din yorumuna muhalif bir vâkıfın toplantısı sanabilirdi. Neyse ki koca KESK pankartları parkın dört bir yanında dalgalanmaktaydı..

Görüldüğü üzere, Eliaçık ve hareketinin, salt kendileriyle sınırlı kalmayan, teorik ve pratik birçok çıkmazı ve çelişkisi bulunmaktadır. Bütün bunlardan öte, felsefi olarak idealist bir kurguya sahip dünya görüşüyle, materyalist zemine sahip hareketlerin nasıl bir araya getirileceği konusu açıklanmalıdır. Bu görev Eliaçık'ın değil, ona peygamber muamelesi yapan solcularındır.

Bitirmeden önce yeryüzü sofraları ve sol ile ilgili bir kaç noktaya daha vurgu yapalım

1) Yeryüzü sofraları, AKP'nin uyumlu islam yorumunu almış, başına çalmıştır. Son zamanlarda hemen konuda bir egemenlik krizi yaşayan AKP artık, müslümanlığı da yönetememektedir. Bu çok önemlidir. Ayrıca bu sofralar Gezi hareketinin kendisini farklı takvim ve mekânlara göre esnetip, meşruiyetini yeniden üretebileceğini göstermektedir. Ama unutulmamalıdır ki, ülkenin en önemli kamusal mekânları, (Taksim meydanında Gülenci islam/İstiklalde eşitlikçi ve özgürlükçü İslam olmak üzere), muhtelif din yorumlarının çatışma haline gelmiştir. Buna onay vermemiz mümkün değildir.

2) Solun içerisinde anti-kapitalist müslümanların yarattığı heyecan, genelde "ancak halkın değerleriyle barışık bir biçimde dönüşümün gerçekleştirilebileceği" iddiasıyla meşrulaştırılmaktadır. Ancak aynı kesimler, nedense milliyetçiliği veya Kemalizmi halkın değerlerine yaklaşmak adına dahi olsa kullanmamaktadır. Üstelik mesele halkın değerleriyse, buyurun (tarihsel olarak) modern bir ideoloji olan milliyetçiliği kullanın demek gerekir. Ama burada haklı olarak hemen devreye "Marksizm milliyetçiliğe şöyle bakar" yorumları girer devreye, sanki Marx milliyetçilik kadar dinselliğe de karşı değilmiş gibi. Milliyetçiliğe ilişkin Marksist olan solumuz, dinciliğe gelince "kucaklayıcı" ve realist olmaktadır. Ancak literatür açıktır salt milliyetçiliğe alerji, dinciliğe ise hoşgörü ve gülümsemenin Marksizmle ilgisi yoktur. Bunun adı düpedüz post-modernizmdir.

3) Son olarak, sol, anti-kapitalist Eliaçık'ın göklere çıkarırken, buradaki anti-kapitalist deyimine fazlaca önem atfedilmektedir. Mesele bir hareketin kendisini nasıl adlandırdığı değil, ne eylediğidir. Bu açıdan Saadet Partisi'nin Kazlıçeşme'de geçtiğimiz haftalarda düzenlediği Mısır'daki darbeye karşı Mursi'ye destek veren eylemine Eliaçık'ın destek verdiği unutulmamalıdır.

5) Kendi teorisinden medet ummayan bir sol, görülmektedir ki kendisine geçici peygamberler yaratmaktadır. Bu rolü seçim döneminde Sırrı Süreyya oynamış, ama O tüketildikten sonra sıra Eliaçık'a gelmiştir. Kuşkusuz bu Onlar'ın değil, onlara kurtarıcı gözüyle bakanların suçudur. Kendi öz gücüne güvenmeyen bir sol, geçici aşılarla heyecanlansa ve başı dönse de, uzun vadede yenilmeye mahkûmdur. Bu gidişle Onları maalesef peygamber bile kurtarmayacak, umutsuzca Mesih beklenecektir.