Freni patlayan AKP (Tayfun Doğan)

AKP, siyasi bir iktidar boşluğunun olduğu dönemde emperyalizmin ihtiyaçlarına entegre bir parti olarak seçimleri kazanmıştı. Hemen öncesinde kapitalizmin krizi emekçileri boğmuş devletin resmi ideolojisi var olanı ileriye taşıyamama noktasında ideolojik anlamda da bir boşluğu yaşıyordu. 80 yıllık Cumhuriyet, Türkiye burjuvazisi açısından bir kambur olarak duruyor ve ileriye taşınamadığı için sermaye sınıfının kazanımlarını geriye götürme tehlikesini de sürdürüyordu. Böyle bir ideolojik arayışın içerisinde ordu, yeri gelip komünizme karşı mücadelede, yeri geldiğinde kriz dönemlerinde riyakarlığın pompalanması noktasında kullanılan dinci-gerici kliğe alan açmıştı. Daha en başından emperyalizmin temsiliyetini elinde bulunduran ABD ile yapılan pazarlığın sonucu olarak siyasi iktidarı alan Tayyip Erdoğan’ın emperyalizme verebileceği en büyük ödün ABD’ye Ortadoğu’da manevra alanı yaratmaktı.

İktidarının seçim sonrası ilk “büyük dönüşümü” sürekli olarak dillendirdiği, Türkiye’nin kamusal alanının büyüklüğü noktasında yapılmıştı. 2001 krizinin faturası emekçilerin sırtına binmişken daha fazla piyasacı ve daha fazla işbirlikçi ekonomi paketlerini devreye sokup, “milli değer” olarak belirtilen bir çok kamu kurumu piyasanın azmanlığına terk ediliyordu. 80 yıllık cumhuriyetin sermaye sınıfına kambur yaratan tüm unsurları sermayeye alan açarak bir bir yok ediliyor ve emekçilerin sendikal mücadele alanlarına emek düşmanlığı üzerinden müdahaleler ediliyordu. Devletin resmi ideolojisi bu tikel müdahaleler aracılığı ile yeniden üretildi. Tabi yeni resmi ideolojiyi yaratan AKP iktidarı kendi “aydınını” da yaratıp cemaat ve liberal kombinasyonunu dengede tutarak dinselleşme ve piyasalaşmayı toplumsallaştırmaya kalkıştı. Halkçı damarı işaret etmek için sözüm ona “eski solculardan” AKP kervanına transferler olmuş ve özellikle var olan sağlık ve barınma hakları kaleminde birkaç boyama ile emekçilere yeni sosyal haklar olarak yutturulmaya çalışılmıştı. Türkiye’de ki bu piyasacı dönüşümler devam ederken dış siyasette ise ABD ekseninde piyasaya uyumlu İslam yaratma noktasında müdahaleler oluyordu.

Kısa zamanda Sermaye sınıfının biricik temsilcisi olarak beliren AKP, dikensiz gül bahçesi yaratmak için Anayasa Mahkemesi, HSYK ve Ordu içerisine de müdahaleler ediyordu. Bu müdahaleler yaşanırken AKP entelijansiyası, yerine geldiği ideolojiye özgücülük atfedip “benden öncekiler monşerdi, benden öncekiler seçkindi” durumunu kanıksatmaya çalışıyordu. Ortaya bir statüko tanımını koyup bu tanım etrafında aklı evvel solcuları toplayıp meşruiyet yaratmaya çalıştı. Neoliberalizm ile siyasal İslam’ın hegemonyasını bu parametreler ile sınırlandırıp Ortadoğu’da yayılmacı politikaya değinmek yararlı olacaktır.

Tayyip Erdoğan’ın Ortadoğu’da iyi polisi canlandırması Davos’ta ki şovuna dayanıyor. Emperyalizmin izin verdiği ölçüde Kasımpaşalılığını konuşturan Tayyip Erdoğan, bu çıkışı ile Ortadoğu’nun ve mazlum halkların umudu olarak palazlandırılmaya çalışıldı. Kardeş Esad ile içilen beş çaylarında Ortadoğu’da Tayyip Erdoğan’ın nasıl sahiplenildiğini göstermeye çalışmışlardı. Başta belirtilen ABD’ye Ortadoğu’da manevra alanı tamda bu hamilik üzerinden netleşmişti. Obama’nın başkanlığa seçildikten sonra Mısır’da Kahire Üniversitesinde İslam dünyasına seslenişini hatırlamakta yarar var. İlki 1943 yılında Roosevelt ve Churchill çağrıcılığında SSCB’ ye karşı emperyalizmin balkanlarda nasıl konumlanacağı üzerinden toplanılmıştı. İkinci Kahire buluşmasında ise emperyalizmin İslam coğrafyasında yeniden konuşlanması üzerine kodlandırıldı. 11 Eylül saldırılarından sonra yaratılan terör ize edilmiş İslam’ı sadece ılımlı İslam ile unutabileceklerini savunmuştu. Bu toplantıdan sonra Ilımlı İslam’ın güzide örneği olarak Türkiye gösterilmiş ve bu coğrafyaları Türkiyelileştirmeye çalışmışlardı. Arap Baharı dedikleri bu emperyalist restorasyon süreci de bu minvalde okunmalıdır. Bu kadar güvenilen ve hatta o coğrafyaya referans olarak gösterilen bir ülkenin başbakanı ise ağzından salyalar saçarak “Türkiye’nin çıkarlarını Süveyş’e kadar kollamakla mükellefiz” diyerek asıl meramını belirtmiş oluyordu. Ortadoğu’da hamilliğe üstlenen bir Başbakan, ülke içerisinde ise bir kişi kültü yaratılarak meşruu derinlik kazandırılıyordu. Ortadoğu’ya zapt eden bir Tayyip Erdoğan ülke içinde ise otoriter- totaliter sıkışmışlığı arasında padişahlığını ilan ediyordu. Başkanlık isterim diye tutturmuştu bir ara hatırlarsınız. Gerçi hala gönlünün bir tarafında yattığını çekinmeden söylüyor. Arap Baharı sırasında Sünni alt üst oluşları elini sıvazlayarak karşılayan, her yeni ülkede ki ayaklanmaları siyasal İslam eksenine çekerek idame etmelerini sağlayan bir yeniden kuruluş yarattılar. Yönetsel mekanizmalarını Şeriatçı- Cihatçı çetelerden oluşturdular ve bunu da bu ülkeler demokrasiye kavuştu diye kendi halklarına anlattılar. Ancak bir süre sonra Ortadoğu’da değişen dengeler elini sıvazlayarak iştah kabartanları Ortadoğu’da hasım sahibi etti. Sünni alt üst oluşların miadı doldu ve bu ülkelerde görece “aydınlanma” hareketi başladı. Bu hareketlerin son durağı Haziran direnişi ile Türkiye’de yeniden canlandı. Bu durum Ortadoğu genelinde emperyalizme yönetememe sorununu, Türkiye özelinde ise meşruiyet kaybı ve yine yönetememe krizini yarattı. Emperyalizmin freni patlamıştır ve bundan sonra beklentilerini kısmak gibi bir niyeti yoktur. Tayyip Erdoğan ise koltuk sevdasından vazgeçecek gibi görünmüyor. Komik bir diplomasi ile BM çağrı yapılıyor siz gelmezseniz ben girerim havası çalınıyor diplomasi kulislerinde. Gözlerini kararttılar, kendilerini var eden tüm olgular zayıflamaya başladı yönetimsel kriz AKP’nin sonunu hazırlıyor. AKP içerisinde ki cemaat ve liberal takışması uzun zamandır zaten sürüyordu. Son tartışmalarla keskinleşmiş oldu. ABD ise Türkiye’nin başat olamayacağına iyice inanmış görünüyor. Nazi zamanı uygulaması olan suç işlemese de potansiyel olarak suçlu görülen herkes hapse atılıyor, statlarda kendilerine siyaset serbest, muhalif sesler kısılıyor ya da statlara bir daha alınmamakla tehdit ediliyor . Bu otorite merceğinin diktatörlüğe uzanmasıdır. Bu koltuktan düşecek olan iktidarın son tepinişleridir. İstedikleri, giderken daha fazla zarar verip gitmek. Freni patlayan AKP’nin enkazı da ağır olacaktır.