#DirenEğitim (Vuslat Aktepe)

Eğitim alanında her geçen gün pervasızlaşan gerici uygulamaları ifşa etmek kadar, belki daha da önemli olan, piyasacı ve gerici dönüşümün ne ülkemize özel olduğunun ne de AKP'nin doğrudan kriminalleşmiş bir pratiği olarak değerlendirilmesi gerektiğinin bilince çıkarılmasıdır. Aksine bilimden, aydınlanmadan ve kamuculuktan bütünen uzakta olan tek başına AKP ve onun ifade ettiği gericilik değil, bizzat kapitalizmin kendisidir. Dolayısı ile aydınlanmacı, laik ve bilimsel eğitim savunusunun kapitalizme karşı mücadeleden şu ya da bu noktada farklılaşan, özelleşen daha net bir ifade ile aşamalı hale gelen bir yönü yoktur, olamaz da.

Formel eğitim belirli toplumsal durumların deneyimi ve bilgisi aracılığı ile davranışlarının biçimlendirilmesi sonucu, insanın, toplumsallaştırılma süreci olarak tanımlanabilir. Toplumsallaştırma süreci içerisinde bireyin, kendi varlığını kuşatan koşulları değerlendirdiği, hayatı anlamlandırdığı nosyonlar ise bizzat eğitim siyasetinin ideolojik alanına vurgu yapmaktadır. Bu nedenle eğitim politikalarının kendisi bütünsel bir biçimde -siyasal ve ideolojik olarak- içerisinde var olduğu sistemle yekvücuttur. “Sermayenin toplumsal evreni” [1] içinde yaşadığımız veri alındığında eğitimin kendisinin de bu evrenin yasa ve işleyişinden bağımsız, özerk bir alan olarak düşünülemeyeceği aşikardır. Sonuç olarak eğitim politikalarını belirleyen şey toplumsal ihtiyaçlar, toplumsal ihtiyaçları belirleyen ise egemen sınıfın kendi gereksinim ve arzuları olarak şekillenmektedir. [2] 1789 Devriminin ardından Fransa’da “Cumhuriyet Okulları”nı kuran Jules Ferry, “biz devlete, eğitimde oynayabileceği yegâne rolü veriyoruz: kendisinin korunması için önem taşıyan belirli bir devlet ahlakını ve belirli doktrinleri sürdürmek” [3] diyerek burjuvazinin eğitime yüklediği ideolojik rolü şüpheye yer bırakmayacak netlikte ifade etmişti.

Sermaye gericidir. [4] Burjuvazi 1789 Fransız Devrimine kadar gelişen süreçte kendi varoluşu gereği kısmi olarak ilerici konumlar almış olsa da bu böyledir. Robespierre ve Jakoben iktidarının kısa süren tarihinde yahut iki kutuplu dünyada sosyalist sistemin baskısı altında yaşanan kısmi deneyimler de, gericiliğin yalnızca koşullara göre baskılandığını, en nihayetinde koşulların sermaye lehine değiştiği her durumda azgın gerici bir kuşatmanın toplumun her zerresine özellikle de formel eğitim alanına nüfuz ettiği görülmektedir. ABD'de 1950'li yıllara kadar evrim teorisinin bile okullarda okutulmasının yasak olmasının kilidini açan şey Sovyetler Birliği’nin uzay programındaki gelişmelerin gerisinde kalınmasının yarattığı paniktir. Sosyalist bloğun çözülüşü sonrası ise burjuvazinin üzerindeki baskı sonlanmış ve sermaye doğasına içkin gericiliği tekrar serbest bırakabilmiştir. Bu gün bilimler alanında referans gösterilen ABD'nin eğitim sistemine içkin 2000'li yıllara ait bir raporunda yer alan şu ifadeler de gericiliğin yalnızca AKP'ye özel bir referans olmadığının, kapitalizmin doğasına içkin bir çıktı oladuğunun görülmesi açısından önemlidir: "Bazı okullarda müfredat yoktu, sadece birkaç kitap mevcuttu. Bazı okullar, İncil’e aykırı gördükleri evrim kuramı gibi bilimsel kuramları öğretmeyi reddediyordu.” [5] Benzer şekilde ABD’de yayınlanan Science dergisinin Ağustos 2006 tarihli 5788. sayısında yer alan ve aralarında ABD, Japonya ile Türkiye’nin de bulunduğu 32 Avrupa ülkesinde yapılan bir ankete göre, evrim teorisine inanmadığını söyleyenlerin oranının da son on yılda yüzde yirmi arttığı gözlenmiştir. [6]

Son günlerde artan imam hatipleştirme, türban serbestisi, zorunlu din dersleri, evrim kuramını anlatan öğretmenlerin maruz kaldığı baskılar, yaratılışçılığın bilimsel bir çıktıymış gibi fen bilimleri kitaplarına içerilmesi, sahte fosil sergilerinin AVM'lere kadar sokulması, sübyan mekteplerinin okul öncesi eğitimin -özellikle emekçi banliyölerinde- yerini alması, fiilen zorunlu kılınan seçmeli din dersleri uygulaması, ana sınıflarına kadar inen cami haftası kutlamaları vb. kapitalizmin doğasına içkin olan gericiliğin formel eğitim yoluyla toplumsallaştırılma sürecinde bireye içerilmesi anlamına gelmektedir. Gericiliğin sermaye ile olan güçlü ilişkisi, onun sömürüye dayalı üretim ilişkilerini, gizlemede ve rasyonalize etmedeki etkisi ile doğrudan bağıntılı olduğu sürece de artarak devam edecektir.

Toplumsal mücadele alanında gericiliğin türlü biçimlerine karşı oluşan lokal dinamiklerin tamamının (öğrenci, öğretmen, veli dernekleri, mahalle direnişleri vb.) eğitimde gericilik-kapitalizm ikilisinin yukarıda değindiğimiz organik bağının bilincinde olduğunu düşünmek, şayet yersiz bir iyimserlikten kaynaklanmıyorsa, siyasal alıklığın ifadesi olacaktır. O halde gericiliğe karşı gelişen toplumsal refleksleri, örgütlü bir siyasal programın ürünü olarak görmüyorsak eğer, önceliğimiz de bu reflekslere siyaset taşıyabilmek, refleksif dinamikleri örgütlü birer özne konumunda gericilikle ve onun sebebi olan sermaye düzeniyle hesaplaşma zeminine çekebilmek olacaktır. Buralara yapılacak müdahale lokal olanın genel olanla bağlantısını sosyalist siyaset zemini üzerinden tanımlamak, direnişlere fiziki, lojistik katkı ile sınırlandırılmış müdahaleler yerine basbayağı siyasal, politik katkı koyabilmektir. Elbette kast edilen şey lojistik olanın tümden ihmal edilmesi değil, öncülüğün yalnızca buraya sıkıştırılmamasıdır.

“Okuluma dokunma!” diye haykıran veliye, eğitimciye, öğrenciye antikapitalist mücadele ile eğitimde aydınlanmacılığı savunmanın, aydınlanma ile kamuculuğun, kamuculuk ile sosyalizmin özgül bağını cesurca vurgulayarak eğitimde gericiliğe karşı yürütülecek mücadelenin okulların tek tek savunusunu önemsizleştirmeden ama onun da ötesine geçerek bilimsel, laik bir çizgiyle bütünleştirilmesi, bunun politik araçlarının yaratılması ile ideolojik zeminine sosyalizmin çakılmasıyla gerçekten eğitimde sınıfsal bir tavırdan söz edilebilecektir. Aksi durumda var olmayan aşamalar yaratarak, sosyalizmin güncelliğini gözlerden ırak tutmak, yerel mücadelelere siyaset taşımaktan imtina ederken, hareket eksenli tutumları ifrada vardırmak, gericilik karşıtı kendiliğinden gelişen toplumsal hareketlere yancı olmayla, öncü olma arasındaki farkı görememek, tüm bunların sonucu olarak da yazdığın bildiriden bir gecede "laiklik" sözcüğünü çıkarıvermek işten bile olamayacaktır.

Eğitimde gericiliğe, piyasacılığa, karşı aydınlanmacı, bilimsel, laik, kamucu ve sosyalist, eşit eğitim hakkı için #DirenEğitim!

[1] Rikowski, G. (2011) Marksist Eğitim Kuramı ve Radikal Pedagoji İstanbul Kalkedon Yayınları

[2] “80'lerin sonundan itibaren Avrupa eğitim sistemi kesintisiz bir dizi eleştiriye ve reforma maruz kaldı. Bunlar adem-i merkezileştirme okulların artan özerkliği programların kuralsızlaştırılması beceriye daha çok, bilgiye daha az ilgi eğitim ve sanayi arasında çeşitli işbirliği bilginin ve iletişim teknolojilerinin kitleselleşmesi kar için özel eğitim anlayışının hızlı gelişimi. Çeşitli Avrupa ülkeleri ve daha genel olarak sanayileşmiş ülkelerdeki eğitim politikalarının benzerliği, bir rastlantı ya da bazı eğitim bakanlarıyla pedagoji araştırmacılarının kaprisleri sonucu ortaya çıkmış gibi görünmüyor. Bu ortak eğitim politikasını ortaya koyan birtakım güçlü etkilerin ve siyasi güçlerin olması gerekiyor.
..........bu değişimlerin okul ile iş çevreleri arasında yarattığı yeni bir kimliğe işaret ediyor yani eğitimin kitleselleştirilmesi döneminden eğitimin ticarileştirilmesi dönemine geçiş. Büyük ekonomik belirsizlik ve emek piyasasında artan eşitsizlikler bağlamında, eğitim sistemi üç aşamalı bir programla daha etkin bir ekonomik rekabet ortamına uyumlulaşmaya davet ediliyor: ilk aşamada işgücünün eğitimi ikinci aşamada tüketicilerin eğitilmesi ve harekete geçirilmesi ve üçüncü aşamada”

[3] Hirrt, N. -Brüksel'den Lizbon'a: Avrupa Yuvarlak Masası'nın (ERT) Avrupa Komisyonu Tarafından Yürürlüğe Konulan Eğitim Programı- Eğitim Bilim Toplum Dergisi Sayı:10

[4] "....Burjuva devrimlerinin doğası gereği, daha servis edilir edilmez çürümeye başlamasına ilişkin bir örnek arayacaksak en iyisi Yakup Kadri’nin “Panorama” adlı romanına göz atmaktır. 1948-1950 arasında kaleme aldığı romanında Yakup Kadri çok samimi bir şekilde 1923 Devriminden 1950’lere, dönemin bir muhasebesini yapar. Farklı yaşamlar süren farklı sınıf ve katmanlardan insanların hikayelerini anlatır ve zaman zaman bu insanların yollarını kesiştirir. Panorama’da devrime inanmış bazı figürlerin zaman içinde nasıl yalnızlaştığı, dışlandığı, izole edildiği, buna karşın milletvekillerinin rant peşinde koştukları, kırda zenginleşen yeni aktörlerle nasıl işbirliği yapıldığı ve kollandığı, yolsuzluklarla emekçi insanların canının yandığını ve bazılarının bu yollarla nasıl giderek zenginleştiği çok güzel resmedilmiştir. Kitap çok ilginç bir şekilde sonlanır. Romanın iki entelektüel figürü rastlantı eseri bir gece yollarını kaybederler ve bir tarikatın zikir ayininde bulurlar kendilerini. İlk önce “Cumhuriyet’in kazanımlarına” yaslanarak ayin yapan güruhu tehdit ederler. Gerici güruh önce bu iki adamın özgüvenini görünce korkar, sonra ise bu özgüvenin arkasının boş olduğunu fark eder. İki arkadaş kafaları tanınmayacak kadar ezilerek öldürülür....."
Nalçacı, E. -Bayramda Yemek Tarifi- http://haber.sol.org.tr/yazarlar/erhan-nalcaci/bayramda-yemek-tarifi-98112

[5] Bilgiç http://www.evrensel.net/v1/05/11/21/kose.html

[6] http://www.sciencemag.org/content/313/5788.toc