Cumhurbaşkanlığı seçimleri (Alican Mansuroğlu)

Haziran öncesi ve sonrasında yapılan Türkiye analizlerinde öncü olma iddiasındaki partilerin siyasi konumlanışları, yöntemleri ve sola açılan boşlukları doldurmaya yönelik stratejileri üzerine çokça yazılıp çizildi. Daha da yazılıp çizilecek, tartışılacak. Bir yandan bu tartışmaların en yoğun yaşandığı bir dönemden geçiyorken, bir yandan da burjuva siyasetinin dönemsel uğraklarından olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin nesnel baskısı hissedilmeye başladı. Her seçim döneminde olduğu gibi, bu dönemde de, bu baskı, sosyalist-komünist partiler üzerinde daha farklı anlam ve boyutlarda hissedilmeye başladı.

Burjuva siyaseti bu gibi dönemlerde sosyalist siyaseti etkisizleştirmeyi büyük ölçüde başarmaktadır. Bu burjuva salgısıyla mücadele ederken, sol siyaset açısından pratisyenlikteki 'çaresizlik' ve nesnel siyasi koşulların toplum üzerindeki baskısı da göz önünde tutulduğunda, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde solcular, sosyalistler, komünistler açısından sergilenebilinecek tavırlar, ideolojik hat-ilkeler, güncel politika ve yaratılmaya çalışılacak olan toplumsal etki üçgeninde şekillenecektir.

İlk etapta aynı etkiye ve amaca ulaşma çabası içinde, stratejik bir dizi ayrışma gibi görünen durumlar oluşacak, sonrasında aslında farklı iki sonuç a işaret ettikleri görülecektir. Tarihsel olarak sosyalizme giden yolda bize hangi sonuç gerektiğine karar vermemiz durumunda cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ne yapmamız gerektiğini, bunu gerçekleştirebilecek güçte olup olmadığımızı ve bunlara bağlı olarak elimizde nasıl bir "B" planı olması gerektiğini görmeye başlayabiliriz.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine nasıl bir konjonktürde girdiğimiz konusunda hem fikir olduğumuzu düşünüyorum.

Neler yapılabilir konusunu, ayrı ayrı seçenekler üzerinden, siyasal hedefler doğrultusunda ve toplumsal yansımaları da hesaba katarak değerlendirdiğimiz, bir verimlilik hesabına girişelim:

1) İlk bakışta ilkesel ve ideolojik olarak cumhurbaşkanlığı seçimleri tartışmasız bir şekilde gayrimeşru ilan edilmelidir. Katille nasıl barış olmaz diyorsak, nasıl ayni masaya oturulmaz diyorsak, nasıl ayni meclise girmek diktatöre meşruluk sağlıyor, meclisi boşaltın diye bas bas bağırıyorsak, bu bağlamda cumhurbaşkanlığı seçimlerini de gayrimeşru ilan etmek 'zorundayız.' Aksi, diktatöre meşruluk kazandıracaktır.

Lakin burada devreye başka parametreler giriyor:

İdeolojik olarak aldığımız bu tavrın altını nasıl dolduracağız? "Tatava yapma bas geç" e nasıl mahkûm olmayacağız? Pusulaya boykot yazdık, ya sonrası? Toplum nezdinde sonrası karanlık kalırsa, o pusulaya boykot yazdıramayız. Peki, nasıl karanlıkta bırakmayacağız? Bu tavrın pratikteki yansımaları neler olacak? Milyonlarla tek tek görüşüp dönüştüremeyeceğimize göre, bu etkiyi hangi kanallar üzerinden örgütleyeceğiz?

Seçimleri Erdoğan’ın kazanması durumunda tavrımız ne olacak? Ulaştırırsak meclisi mi kuşatacağız? Yerel ve genel seçimleri gayrimeşru ilan etmemişken, bu seçimleri boykot etmemize sebep olan, önceki seçimlerin nesnel koşullarından farklı olan koşullar nelerdir? Ya da Erdoğan’ın varlığı sürerken, hangi nesnel koşulların değişmesi durumunda, bir daha ki seçimleri gayrimeşru ilan etmeyebiliriz?

Bu siyasal ve ideolojik tavır üzerinden örgütlenecek siyaset tüm bu sorulara cevap verebilmelidir. Bu tavır etrafında örülecek olan siyaseti basarisiz sonuçlandırma gibi bir lüksümüz olamaz.

2) Peki ya aday gösterme mevzusu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan'a karşı bir adayda ortaklaşarak solcu, aydınlanmacı muhalif bir hat örgütlemek mümkün mü?

Bunun başarı oranı nedir? Peki ya bu durumda meşruiyet meselesi ne olacak? Öncelikle böyle bir hattın güncel Türkiye konjonktüründe örgütlenebilmesinin tek koşulu bu hattın CHP içinden çıkmasıdır. Bu durum CHP’nin gerici, sağcı politikalarını reddeden bir kanadın, CHP içinden-dışından bir sol aday etrafında kenetlenmesi ile mümkün olabilir.

Kürt hareketini de, CHP’nin solcu tabanını da kapsayacak olan bu adaya Türkiye’nin sosyalist birikimi de omuz verecektir. Bu adaylık, ikinci cumhuriyet dönüşüm surecini karsısına alan, AKP’yi, meclisi ve bugüne kadar ki muhalefet alayişini mahkûm eden bir düzleme oturtulmalı, bu şiar ile harekete geçilmelidir.

Bu tutum Cumhurbaşkanlığı seçimlerini başka bir düzleme taşıyacağından, Erdoğan’ın seçimleri kazanması durumunda bile meşru bir iradesinin oluşamamasını sağlayacaktır. Karsısında ona karşı topyekûn mücadele veren ‘örgütlü’ , aydınlanmacı bir kitle olacaktır. "Haydi, sana güle güle " sesleri ayni özgüvenle yeniden yükselmeye başlayacaktır. Örülecek olan siyaset, adayın ismini mutlaka aşacak ve komünistler mutlaka bu hatta sosyalizmin rengini çalmayı bileceklerdir.
CHP'nin içinden bu paralellikte gelen adaylık sinyalleri bunun yoklamasıdır. Sosyalistlerin veya diğer örgütlerin CHP’den bağımsız aday göstermelerinin bu konjonktürde bir gerçekliği yoktur.

Sonuç
1) İlk bahsettiğimiz seçimleri gayrimeşru ilan eden konumlanış, çubuğu doğrudan sosyalizme bükmek demektir. Konjonktür bu zemine de uygundur.
Ancak zorludur ve yukarda belirttiğimiz bütün sorulara sağlam zeminde cevaplar üretilmelidir. Sosyalistlerin bu konumlanışın örülmesini ne kadar kotarabilecek örgütlülükte olduğu düşünülünce, yaratılmak istenen etkinin bu yolla hiç de kolay başarılamayacağı açıktır.
2)İkinci bahsettiğimiz ihtimal ise çubuğun biraz daha dolaylı yoldan ama daha ‘kolay’ bir şekilde sosyalizme bükülmesini sağlayacaktır. Lakin CHP içinden böyle bir çıkışın gerçekleşmesi çok mümkün gibi görünmüyor. Sosyalistlerin, CHP 'nine sol kanadındaki baskıları iyice arttırıp bu kanalı zorlayarak, bir an önce netleşme sağlanması gerekmektedir. Yapacak hem çok isimiz, hem de çok acelemiz var.