'Cumhur' başkanını seçti, peki halk? (Özenç K. Demir)

Seçim, gidişatı ve sonuçlanmasıyla beraber, hem fiiliyatta devam eden Türkiye’ye özgü başkanlık sisteminin nasıl bir şekillenme alacağı hem de bu sonucun AKP hegemonyasının tesisinin hangi yörüngelerde ilerleyeceği sorularına dair tartışma zemini ve bu soruların getireceği siyasal/toplumsal zemin ve ufuk açısından bir güncelleme yapılması ihtiyacını doğurdu. Bu güncelleme ihtiyacı önce ağırlıklı olarak muhalefet zeminini analiz etmeyi gerekli kılıyor. Bu tercih her seçim sonrası “balkon konuşması” ile aynı zamanda TV ve gazetelerde muhalefete ayar verildiği ve bu ayar sonucu halkın “dumura” uğratılması dumurunun “seçmen ne mesaj” verdi diye sosyolojik bir gerçeklik olarak göze sokulmasından duyulan rahatsızlık sonucu ortaya kondu.

Tayyip için Ekmeleddin
Cumhurbaşkanlığı seçimleri 30 Mart seçimlerinin tozu kalkmadan başladı. AKP’nin devletteki ittifakı ve bunla tesis ettiği siyasal-ideolojik hegemonyanın tesirinin “cumhur”u açısından sarsılma yaratmasına rağmen seçim sonuçları” beklenen etkiyi” yaratmadı. Seçim öncesi AKP’yi sandıkta yenmeye odaklanmış ve İstanbul/Ankara’da AKP’nin geriletilmesinin önem ve manası üzerine muhayyel bir stratejiye angaje olan kesimler seçim sonrası moral bozukluğu yaşayamadan bir sandık güvenliği ve oy koruma işlerine “koşturdular”. Koşturma bittikten ve “elde var sıfır” iken TV ve gazetelerde Cumhurbaşkanlığı seçimi konuşulmaya başlandı. Konuşulan Erdoğan’ın değil meclis muhalefetinin stratejisi idi. Kabaca “CHP-MHP’ye oy veren kitlelerin sağduyulu bir biçimde yerelliklerde güçlü olan partiye verdiğini ve bu iki taban arasında geçişliliğin olduğunu, Mansur Yavaş’ın ve Sarıgül’ün kaybetmesine rağmen büyük bir başarı elde ettiği, Gezi olaylarında da CHP ve MHP’lilerin beraber yer aldığını ve sağduyulu bir aday etrafında gösterecekleri adayla AKP tabanına da seslenecekleri varsayımının hakim olduğu bir stratejiydi bu. Katilliği ve hırsızlığı malum olan şahıs gizli özne kılınıyordu. Bu gizli özneye karşı ortaya atılan “makul, birleşik, muhalefet olmayan muhalefet” idi ve sandığa kilitli çözümün dışına çıkmak bu stratejiyi yerle bir edecek bir yönelim olarak kapı dışarı ediliyordu. Muhalif kesimleri devrimci siyasetten/sokaktan uzak tutan ve Haziran İsyanı’nın belirli imajlarının içinin boşaltarak ilave edildiği bu strateji E.İhsanoğlu tercihinde vücut buldu. CHP-MHP ve bir dizi siyasi partinin dahil olduğu “çatı” aslında Erdoğan rejiminin “cumhur”u olmayan “halk”ı bu “cumhur”a dahil etmeye, bunun ideolojik/siyasi angajmanlarını üretmeye başladı ve bu yolla Erdoğan/AKP rejiminin hegemonyasını meşrulaştırma ve bu hegemonyayı güçlendirme işlevini görüyordu. İhsanoğlu Çatı’sı hem muhalif kitleleri düzen içine çekme ve buna ideolojik/politik gerekçeler üretme hem de Türkiye’ye özgü Başkanlık Sisteminin muhalefet zeminini oluşturma görevini de yerine getirdi.

Sonuçları önemsiyorum.Türkiye sağının kodlarını ve reflekslerini unutturan, dinci gericiliğe karşı ılımlı dindarlığı, Alevi düşmanlığına karşı “elhamdülillah Müslümanlığı” öneren işçi ve emekçilerinin adını ağzına almayan Çatı bu tüm çelişkileriyle Erdoğan/AKP rejiminin muhalefetidir. Bu rejimin olası bütün kırılganlıkları ve istikrarsız gelecek vaadiyle uyumlu Çatı çökmemiştir. Siyasal kırılmaların yoğun yaşandığı ve sosyal ortamda da etkilerinin yıkıcı boyutlara ulaşmanın ara uğraklarında olan bir ülkede düzen içi muhalefetin stratejisi buraya kadardır. Israrla ve inatla solda olan ve CHP’nin bunu nasıl yaptığını bir türlü içine sindiremeyenlerin sorunu bu partinin tarihi ve geçmişini unutturan imajı ve toplumsal seslenme aracılığıyla kullandığı vitrin vekillerinden kaynaklanmaktadır. Partinin siyasal işlevini unutturacak ve “CHP ne yapıyor ki” sorusuna “ne vereyim abime” türünden yanıt vermesini olanaklı hale getirecek bir pozisyonda olan vekillerin sol/sosyalist hareketin herhangi bir siyasal iklimine bu haliyle dahil olması yer alması, artık sadece CHP’li vekillerin değil sosyalistlerin de sorunudur. CHP’de solcu olduğu iddiasında olan vekillerin artık istifa etmesi onların bir onur ve haysiyet sorunudur. Bu solcu olup CHP’de olmak şeklinde özetlenecek tarihsel bir tezattır ve artık çözülmesi gerekmektedir. 1920’leri ve kemalizmin çatısını oluşturan halkçılık programının oluşumunun, 46 döneminin anti-komünizmi ve DP ile dinci gericilik yarıştırmanın zeminin, 60’ların ortanın solunu oluşturan ortamının ve 70’lerin “halkçı”Ecevit’inin analizi yapıldığında çıkan sonuçlarla Ekmeleddin tercihi yapan CHP’nin tarihsel köklerine ihanet ettiğini söylemenin aksine, tam da bu anti-komünist rejim partisinin bu köklere sıkı sıkıya bağlı açık bir gerçektir. CHP’nin tarihsel gelişimiyle oluşturduğu iskelet ve her dönemin söylemi ile oluşan vücud 2014’te Ekmeleddin Çatı’sında yer almıştır. Rejim partisi kurduğu rejim yıkılsa bile, ortaya çıkan yeni rejimine sahip çıkmayı bilmiştir. Bu dönemde CHP Türkiye gericiliğiyle, sağıyla arasında artık ufak tefek kalan pürüzleri halletmektedir ve yoluna böyle devam edecektir. Bu kısaca “halk”ı “cumhur”a dahil etme, ”sığdırma” yönelimidir. Sosyalistlerin vereceği kavga bu yönelimin siyasal angajmanlarını ve ideolojik ağırlık noktalarını zayıflatmak ve yeşereceği zemini kurutmaktır.

Demirtaş cereyanı
Demirtaş Türkiye’de Kürt hareketinin ve yıllardır oluşturduğu seçim ittifaklarının oy potansiyelinin ciddi oranda üzerine çıkmıştır. Bu gelişmeyi, AKP cephesi ”Barış süreci ve demokratik Türkiye” olgusu ile açıklamaya çalışıyor ve HDP’yi makul/muteber muhalefet potasına sıkıştırmayı hedefliyor. Ortada Türkiye toplumuna bir seslenme var ve burada açığa çıkan bir karşılık alma var. Başarı HDP’nindir. Ama başarı, Demirtaş’ın söylemi ve şahsına aittir. HDP bir program ve ilerleme zemini ifade etmeyen, radikal demokrat manevra alanının zemininde Kürt Hareketinin bulunduğu ve çeşitli örgütsel varlığını bırakın siyasal varlığını unutmuş sosyalistlerin yer aldığı bir yapı. Burayla yürünmesi mümkün değil. Ama Demirtaş’ın kimliği, canayakınlığı, dürüstlüğü “bağlamadan başka bir şey çalmaması” ve ezilenden yana duruşu bir karşılık yaratmıştır. Türkiye gibi milliyetçi/şoven dalganın ve Kürt düşmanlığının ezele dayandığı ve bunun tanımlı bir nitelik kazandığı son yıllarda böyle bir karşılığın yaratılması önemlidir ve üzerine düşünmeyi gerektirir. IŞİD'le savaş halinde bulunan YPG VE HPG’nin yine Türkiye toplumundan ciddi bir destek göreceği aşikardır. Şüphesiz Erdoğan/AKP rejimi bunları görmekte Kürt Hareketi’ne siyasal operasyonlar yapmayı, bunun yetmediği yerlerde de “askeri” operasyonlara girişmeyi planlamaktadır. Kürt Sorunu yeni bir mevzilenme ve manevra alanına kavuşmuştur. Bu kavuşmada Kürt emekçilerinin ve sosyalistlerinin artık yeri kalmamaktadır. Radikal demokratlar olarak bu cephede yer alabilirler ama sosyalist olarak asla! Bu AKP/Erdoğan rejimi karşısında taktiksel konumlanışların konjonktürel olarak doğrular/parametreler ürettiği bir siyasal doğrultuya, çeşitli kimlik ve taleplerin olumsal olarak eklemlendiği (ama bunun bir kurgusu veya zemininin oluşturulmadığı yetmezmiş gibi bunun siyasal başlıklara tahvil edilmediği) bir siyaset zeminine sahip olan ve ortaya çıktığı zamandan bu yana hiçbir kalıcı devrimci sonuç üretmeyen “Avrupa yeni solu ve post-marksizmi” cephesini örnek alan bir siyasete eklemlenmektir.

Boykot havuzu
Örgütlü komünist hareketin,”meclisi boşaltın” ve “önce hesap ver” çağrılarıyla seçim atmosferi başlamadan başlamadan yaptığı çağrılar komünist hareketin yaşadığı kriz nedeniyle önemli bir süre es verdi ve belirli bir uğraktan sonra yoluna devam etti. Boykot Çağrısı’nın ciddi bir karşılık uyandırdığını söylememiz gerçekçi değil, ama temas ettiği noktalarda karşılık yarattığı açıktır. Dolayısıyla örgütlü ve sürekli olabildiği ölçüde bir kanal açıp ciddi siyasal temsiliyet kazanabilecek “Boykot Cephesi”nin, diktatörü meşrulaştırmayan ve Çatı muhalefetini de önemsemeyen insanların bir havuzu olarak ortaya aktı. İçlerinde genç işçi-öğrenci-kadınların yer aldığı özgürlükçü, bağımsızlıkçı, eşitlikçi motiflere sahip çıkan bu havuzun sosyalistlerle teması ve hareket yüzeyi vardır. Bu temas ve hareket yüzeyleri önemsenmeli, Çatı muhalefetin buraya dönük söylemlerine karşı konulmalıdır.

AKP ve sonuç
AKP/Erdoğan rejimi, bütün iç çelişkilerine rağmen sağı konsolide etmeyi başardı. Karşısına kendi ideolojik/politik kodlarıyla çıkan muhalefetten zorlanmadı ve Türkiye’ye özgü başkanlık sistemini inşa etmede önemli bir pozisyon kazandı. Bu noktada AKP ile Erdoğan arasındaki özdeşlik bir kopma görülecek, Erdoğan hakimiyetinde görülmeyen ya da göz önüne çıkmayan gerilimler ve yol ayrımları tartışılacağı söylenebilir .Bu yol ayrımlarının “parelel yapı” ve “yeni Türkiye” söylemleri paketlenecek ve partinin politik konumunda bir süreklilik sağlanarak Erdoğan ile aktif çalışması sağlanacağı öngörüsü yapılabilir.

Buna rağmen AKP’yi yaratan ve yeniden üreten tüm çelişkiler ve siyasal/toplumsal alandaki yansımaları ortadadır. Bunlar unutulmadan sosyalistlerin kendi kavram, analiz ve verileriyle konuşması, değer ve motiflerini kimliksiz ve sahipsiz bırakmaması gerekmektedir.