Burjuva Siyasetinde Kırılma Noktaları Bir Fırsat ya da Tahribat (Arda Gel)

Klasik sol tabirle 12 Eylül 1980 darbesi bu ülkede meydana gelen birçok olumsuzluğun başlangıcı olarak kabul edilir. Eğer yılgınlık hakimse bu tarih bir sürecin sonunuda ifade edebilir. Malum “biz zamanında” ile başlayan cümleler silsilesi. Kuşkusuz bu tarih önemsiz değil fakat bugünden bakıldığında bir başlangıç olarak alma yaklaşımının daha akla yatkın olduğuda bir gerçek.

Darbeden bugüne kadar gelinen süreçte yaşanan gelişmeleri uzun uzadıya yazmanın bir anlamı yok zaten birçok yazıda bu konuya değinildi. Fakat iki noktayı atlamamakta fayda var. Sanırım bunlar ve sonuçları bugünü daha net çözümlememize olanak sağlayacaktır.

1-Reel sosyalizmin çözülüşü
2-Büyük Ortadoğu Projesi

Bu iki noktayı bir kenara not ettikten sonra günümüze gelebiliriz. 2002 yılında yapılan genel seçimlerden bugüne kadar gelinen süreçte AKP eliyle ülkemizin bir felakete sürükleneceğini, devletin çözüleceği, Türkiye'nin bölgesel anlamda ciddi roller üstleneceğini ve bunun emekçi sınıfların hanesine yıkım olarak yazılacağını birçok defa zikrettik.

Devletin yeniden şekillendirilmesi konusunda son rötuşları vermenin tarihi ise 12 Eylül 2010 oldu.Herşeyin sonu olmasada darbenin tamamlanması açısından ciddi bir önem taşıyor bu tarih. Referandum sonuçlarına dair bir çok tesbit yapılabilir fakat burada da ayrıştırabileceğimiz iki önemli tesbit var.

1-AKP sonuçlardan aldığı güçle daha büyük saldırılara girişecek.
2-Bu ülkede AKP politikalarından rahatsız olan büyük bir toplam var.

Bu iki nokta beraber düşünüldüğünde sürecin ciddi kırılmalara neden olabileceği göze çarpıyor. Temel soruda burada devreye giriyor. Sol buradan bir çıkış yakalayabilir mi? Sol buradan bir çıkış yakalayabilir fakat ideolojik bir tahribata karşı kendini koruyabilirse. Sol üzerindeki ideolojik tahribatı AKP yaratabilir mi? Tabii ki, hayır. Fakat uzunca bir dönemdir liberal sol olarak adlandırdığımız ve referandum sonrası AKP solu olarak yeni bir sıfat daha kazanma başarısına hasıl olmuş olan kimi isim ve çevrelerle bunu yapmaya daha saldırganca sarılacaklardır. Her ne kadar referandum sonrası hele de KCK operasyonu gündemdeyken Kürt halkının barışı konuştuğuna inanacak saflıkta olan bir solcu olduğuna inanmasam da (bu tesbit AKP solunu veri almamaktadır) bunun bir tehlike olduğunu unutmamak gerekiyor. Buraya karşı ideolojik duruşumuzu daha belirgin hale getirirsek sağlam bir duvar örmüş oluruz.

Bu süreçte oluşacak olan kırılma noktalarının en belirgininin gericilik başlığı olacağını bilmekte fayda var. Nitekim düzen içi aktörler düşünüldüğünde bu konuda AKP'ye set çekecek herhangi bir özne yok. Sol geçmiş dönemlerde olduğu gibi türban benzeri meselelerde özgürlük gibi garip tutumlar almayıp gericiliğe karşı bir cephe oluşturabilirse yani sol aydınlanmacılığı bu ülkede layıkıyla temsil edebilirse buradan güçlenerek çıkar.

Sonuç olarak bir dönemin sonuna yaklaşmaktayken önümüze açılan alanlar bize ciddi fırsatlar doğuruyor. Siyaset boşluk kaldırmaz ilkesini hatırlayacak olursak anlık müdahale ve ideolojik netlik önümüzü açacak anahtarlar olacak. “Bir seçenek daha var” seçeneğini halka anlatmak 12 Eylül sonrası hiç bu kadar somut olmamıştı.