Bir Yeni-Osmanlıcının Rüya Tabiri (Tunca Özlen)

Çuvala sığmayan mızrağın sivri ucu Vakit gazetesinde köşe sahibi olanlardan biri de Mustafa Özcan. “Osmanlı Panzehiri” başlıklı son yazısına müthiş bir tespitle başlamış: “Osmanlı bir vakıa ise bu ancak bir ihtiyaçtan doğar.” Nedir bu ihtiyaç diye sormamıza zaman kalmadan yazar yanıtı kendisi veriyor ve Osmanlı zamanında bölgenin tek bir çavuşla güllük gülistanlık yönetildiğini söyleyiveriyor. Tam bu esnada yazarın haylaz bir sineğin vızıltısıyla uyanması gerekirken, o uykusunda yazmaya devam ediyor.

Osmanlı’nın siyasi sınırları içerisinde yer alan en yoğun Müslüman nüfusa sahip bölge Ortadoğu’ydu şüphesiz. Ordunun modernizasyonu, ticari serbestleşme derken Batılılaşma kapsamında milliyetçiliği de evine buyur eden Osmanlı’nın Balkanları kısa sayılacak bir zaman zarfında kaybetmesini bölgenin demografik yapısında Hıristiyan unsurların ağırlıkta olmasına bağlayan yorumcular, Ortadoğu’nun kaybedilmesi konusuna gelindiğinde kuzuların sessizliğine bürünüyorlar. “Osmanlıcılık” politikasının mezar taşı Balkanlar’daysa, “İslamcılık” politikasının mezar taşı da Ortadoğu’ya dikilmiştir. Bu yüzden “İngilizler’in kışkırttığı milliyetçi, hain Arap” imgesinin yerini Osmanlı çavuşuyla gül bahçesinde mutlu mesut yaşayıp giden Arap imgesinin alması pek olanaklı görünmüyor. Neyse biz rüya tabirimize devam edelim.

“İsrail’in panzehiri Osmanlı’dır” diye uykusunda sayıklamaya devam ediyor Özcan. Aşırı yıpranmış imajı ve fundamentalizmi tetikleyen militarist dış politikası yüzünden emperyalizmin bölgedeki ihtiyaçlarını karşılama konusunda performans düşüklüğü sergileyen İsrail bir boşluk yaratıyor ve “bu vakıa bir ihtiyaç yaratıyor”: Yeni-Osmanlıcılık. “Onu alma beni al” şeklinde özetlenebilecek ve emperyalizmin bölgesel ihtiyaçlarına seslenen bu tür yaklaşımların özünü oluşturan onursuzluk, imparatorluk ve köklü tarih vurgularıyla gizlenmeye çalışılsa da nafile. “Gazze vakıası” üzerinden bir hafta geçti ve AKP iktidarı İsrail’e karşı tek bir somut adım atmış değil. Türkiye ile İsrail arasındaki ticari ilişkilerin bam telini askeri anlaşmalar oluşturuyorken, 9 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının katledilmesinden sonra bu anlaşmaların akıbeti konusunda iktidar cephesinden hala net bir açıklama yapılmış değil. AKP her zaman yaptığı gibi konuyu yine söylemin gücüne sarılacak ve fiiliyatı sürüncemede bırakacak.

“Artık bazı Yahudilerin bile zulme yeter diyerek Osmanlı bayraklarıyla yürümesini başka türlü izah etmek mümkün değil. İsrail’de Mavi Marmara lehinde yürüyen barış yanlısı Yahudilerin tercihli bayrakları Türk bayrağıydı.” REM uykusu, uykunun son evresidir ve beynimizin kendi kendine yaptığı oyunlar olarak da tanımlanır. Yazarın aktardığım satıları bu evrede yazmış olması kuvvetle muhtemel.

Burjuvazinin devrimcilik barutunu tükettiği bir tarihsel kesitte gerçekleşen 1923 Devrimi, ürkekliğini geçmişle köprüleri yakmakta değil, eşyanın tabiatı gereği, sosyalizmle arasına köprü kurmakta göstermiştir. 1923 Cumhuriyeti’ni Osmanlı’nın devamcısı olarak görebilmenin hiç bir tarihsel dayanağı yokken bu bağı bayrak üzerinden kurmaya çalışmak abesle iştigaldir. Dinci gericiliğin sıkıştığı yerde milliyetçi manevralar yapması gözlerden kaçırılmaması gereken bir husus. Siyonizm karşıtı İsrailli’lerin Türkiye bayrağı taşımalarını Osmanlı dönemine olan özlem olarak yorumlayabilmek için gerçekten Vakit yazarı olmak gerekiyor. Yazarın, komünistlerin eylemlerde Filistin bayrağı taşımalarını nasıl yorumladığını öğrenmeyi çok isterdim doğrusu.

Yeni-Osmanlıcılık, “emperyalizmin ihtiyaçlarından doğan bir vakıadır”. İsrail’in yardım gemilerine yönelik barbarca saldırısı Yeni-Osmanlıcılara yeni bir propaganda olanağı sunmuş görünüyor. Devrimcilerin bir görevi de ücretsiz “uyandırma servisi” vermekse, Mustafa Özcan’ın suratına bir bardak soğuk suyu boca ederek başlayabiliriz. Cumhuriyet’ten geri basmış, teokratik, yayılmacı ve ABD’nin Ortadoğu jandarmalığını üstlenmiş bir Yeni-Osmanlı’yı ancak rüyanızda görürsünüz!

9 Haziran 2010, Ankara